2023 yılını geride bırakıyoruz, 22’yi de, 21’i de bırakmıştık, ancak ne gündemleri ne de sorunları geride bırakabiliyoruz. Geçen iki-üç yılda olanların dökümünü yaptığımızda 2024 yılındaki gündemlerin de aynı konular ekseninde devam edeceğini öngörebilmek için kâhin olmaya gerek yok. Ancak bunlara karşı nasıl mücadele edileceğinin cevabı için kehanetten fazlasına ihtiyaç var.
İşsizlik ve hızlı yoksullaşma, tarikatlara verilen adeta holdingleştirecek büyüklükteki destekler, tarikat yurtlarında yaygın çocuk istismarları, MEB’nın tarikatlarla yaptığı protokoller, İstanbul sözleşmesinden sonra 6284’ün kaldırılması tartışmaları, devasa döviz ve borsa vurgunları, ülkenin uluslararası mafyanın sığınağına dönüşmesi, yargıda çeteleşme, on yıllardır mesafe alınamayan Kürt Sorunu, seçim hileleri, milletvekili tutuklamaları, muhaliflere siyaset yasakları, seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atanması…
Bize bir anlatı lazım
Bunların bir kaçının hatta birinin bile isyanlara neden olabildiğini dünya deneyimlerinden biliyoruz. İsyanı önleyen şeyin iktidarın her bir sorunu tekil olarak çözebilme veya yönetebilme kapasitesi olduğunu sanmıyoruz*. Iktidarın önemli bir yeteneği bütün sorunları milliyetçilik ve islamcılık karışımı bir siyasal prizmadan** geçirerek topluma sunup, düşman kutuplara ayırabilmesidir***. Kutuplaştırma sadece söylemin gücüyle değil Kadir Has Üniversitesinde akademisyen Gizem Sayın’a gerici tehditten sonra polisin ifadeye çağırması ve Özgür Özel’e linç girişiminde olduğu gibi eylemlerle de desteklenerek süreklileştirilmektedir. Kürt sorununa da, kadın ve lgbtilere de, yoksulluk sorununa da yaklaşımlarını bu prizmadan geçirerek topluma sunarken rakiplerini dahi zaman zaman bu çerçevenin içine çekebiliyor. Böylece CHP laiklik savunusunu geri çekerken, sınır ötesi tezkerelere destek vermek zorunda kalabiliyor. Okullarda tarikat görevlilerinin din eğitimi vermesine doğrudan eğitimin dinselleştirilmesinden yola çıkarak karşı çıkmak yerine, eğitim verenlerin pedagojik formasyonu olup olmamasından yola çıkarak itiraz edebiliyor.
İktidarla karşılaştırıldığında sosyalistler dâhil muhalefetin işlevsel bir siyasal prizmaya sahip olduğunu söylemek zor. Kürt sorunundan, kadın sorununa, işçi haklarından yoksulluk sorununa, lgbti haklarından adalet sorununa, dış politikadan göçmen sorununa kadar tüm sorunların çözüm anahtarı olarak sunulabilecek güçlü bir anlatı kurulabildiğini söylemek zor. Demokrasi, devrim, sosyalizm, özgürlük, adalet, refah, barış gibi geçen yüzyılın hegemonik kavramları zaman zaman dile getirilse de hegemonyası yeniden üretilebilmiş değil. Bu eksiklik sosyalistleri tek tek sorunlarla mücadele etmek durumunda bırakıyor. Tekil mücadelelerde başarı sınırlı kalırken başarı sağlanabilen bazı durumlarda da tekil sorunlar etrafında eyleme geçirilen kitleleri dahi siyasal dönüşüme uğratacak yöntemler geliştirilememekte, öncülük edilen kitleler gidip sağ partilere oy verebilmektedir****.
Halkın çeşitli ekonomik veya demokratik sorunlarına dair mücadele örgütlenirken aynı zamanda bir kurtuluş siyasetinin de bu mücadelelere taşınması gerekiyor. Bu süreç önce ekonomik, demokratik sorunlarla halka ulaşmak sonra da ulaşılan kitlelere siyasal bilinç vermek gibi öncelik, sonralık sırasına tabi tutulamaz, zira halk hali hazırda bir takım politik kanaatlere sahiptir. Başka bir deyişle sınıf mücadelesi için önce ekonomik mücadeleden başlamak zorunlu değildir. Ekonomik mücadele temel bir bileşeni olmakla birlikte sınıf mücadelesi siyasal mücadeledir, sınıf çıkarlarını ifade edebilen, siyasal kurtuluş mücadelesidir. Zira siyasal kurtuluş hedefi olmayan hiçbir ekonomik kazanımın kalıcı olmayacağını sınırlı deneyime sahip kitleleri de bilir. Bugünün siyasal konjonktüründe ilk maddesinde iktidardaki faşizme son verme iddiasını ortaya koyamayan ve az buçuk güçlü bir görüntü sergileyemeyen bir siyasal kurtuluş projesinin halkı etkileyebilmesi mümkün değildir. Bunun yol ve yöntemleri üzerine çok şey söylenebilir ve söylenmelidir de. Ancak ne söylenirse söylensin sınıf mücadelesinin Türkiye’deki tarihsel birikim ve deneyimlerinin üzerinden atlanarak söylenemez.
Bir kurtuluş siyaseti için sacayakları neler olabilir?
Bir siyasal kurtuluş projesi elbette hayali olarak değil, somut temellere dayanarak kurulabilir. Bu açıdan ilk elden dayanacağımız, önemli gördüğümüz şu birkaç temel üzerinde durabiliriz.
Ücretlerin düşük tutulabilmesi karşısındaki tepkisizliğin en önemli aracı sarı sendika kavramını dahi yetersiz bırakan şekilde konfederasyonların iktidarın aparatına dönüşmüş olmasıdır. Ilerici emek örgütlerinin siyasal baskılarla zayıflatılmış olması, diğer konfederasyonların iktidarın ve sermayenin ekonomik programına angaje olmaları sendikalaşma oranlarında ciddi düşüşe neden olmuştur, yüzde 14.76. TÜİK verilerine göre toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin oranı ise yüzde 2.3’tür. Az sayıda sol kadro tarafından yürütülen bağımsız mücadeleci çalışmalar ise polis şiddetiyle bastırılarak engellenmektedir. İşsizlik, düşük ücretler ve yoksullaşmaya karşı etkili bir emek hareketinin aşağıdan mütevazı çalışmalarla yaratılması mümkün görünmemektedir. Aşağıdan sürdürülen birbirinin benzeri mütevazı çalışmaları da birleştirecek, geniş işçi kitlesini etkileyecek bir siyasal program sarı sendikaların işçiler üzerindeki kontrolünü de kırabilir.
Geniş kitle eğilimleri ve geniş kitle hareketleri daha dar ancak daha mobilize***** kitleler aracılığıyla yaratılabilmektedir. Mobilizasyonun bilindik araçları sendikalar, kooperatifler, demokratik kitle örgütleri ve kadın, gençlik, kent, doğa gibi sorun alanları etrafında bir araya gelinen örgütlenmelerdir. Sağ için sendikalar kitleleri pasifleştirme aracı iken mobilize etme aracı cemaatler ve tarikatlardır (bunlar vakıf, cami cemaati, kuran kursları ve günleri hatta parti görünümleri alabilmektedir). Bugün iktidarın önemli bir hegemonya aracı –belki de en önemlisi- tamamen siyasallaşmış tarikatlardır. Bir yandan muhalif kitleler iktidarın baskı ve şiddet aygıtlarıyla pasifleştirilirken, diğer yandan tarikatlar marifetiyle mobilize edilen kitle aracılığıyla daha geniş kitleler gerici siyasetin destekçileri haline getirilebilmektedir. Buna karşı, iktidarın tarikatları devlette, bakanlıklarda etkili kılan uygulamalarına muhalefetten gelen, “15 Temmuz’dan ders alınmadığına“ dönük eleştirilerin iktidarı zorlayan bir etkisi yoktur. Aksine iktidar, tam da bu nedenle yani 15 Temmuz’dan ders aldığı için bu politikaya başvurmaktadır. Güvenilir, militan, yasa ve yönetmelikler yerine amaca giden her yolu mubah gören “dava adamları“ tarikatlardan devşirilmektedir. Fethullah Gülen deneyimi darbe yapma kararlılığına sahip bir tarikat ağının kullanışlılığıyla iktidara ilham veriyor. Tarikatların devlette kadrolaşmasına ve toplumda başta eğitim yoluyla olmak üzere gerici-dinci hegemonya kurmasına karşı bir mücadele programı önümüzdeki yılın önemli bir ihtiyacıdır.
Daha önce aynı suçlamalardan beraat kararı verilmişken tekrar açılan Gezi Davasında ağır cezalar yağdıran da, rüşvet karşılığı cinayet davalarında tutuksuz yargılama kararı veren de, bir motokuryeyi ezerek öldüren Somali cumhurbaşkanının oğlunu serbest bırakıp yurt dışına çıkmasına yol açan da, AYM kararına rağmen Can Atalay’ı hapiste tutan da yargıdaki aynı siyasallaşma, aynı çürüme ve aynı çeteleşmedir. Siyasallaşma, çürüme ve çeteleşme iç içe bir süreç olarak işlemekte ve hepsi mevcut siyasallaşma biçiminin türevleridir. Siyasi davalardan, cinayet davalarına, işçi-işveren davalarından kadın cinayetleri davalarına, arazi davalarından ticari davalara, boşanma davalarından trafik kazaları davalarına kadar yargı iktidar partilerinin talimatına göre karar vermekte veya bu yaygın bir kanaat haline gelmiş durumda. Anadolu Adliyesi başsavcısının dilekçesi çürümenin küçük bir kesitini ifşa etmiştir. Dolayısıyla sadece siyasi davalar için değil tüm davalarda adaletsizlik bir kurala dönüşmüş durumda. Arazi, boşanma, cinayet, trafik kazaları, dolandırıcılık… tüm davalar siyasallaşmış ve adalet toplumsal bir talep hareketine (yani siyasal harekete) dönüşme potansiyeline sahip en kritik konulardan biridir.
Muhtaç olduğumuz güç toplumun sosyal dokusunda mevcuttur.
Ve demokrasi. Türkiye’de seçimlere katılım oranının yüzde doksanlara (14 Mayıs 2023 seçimleri %88.92) dayanması ülkede seçim düzleminden başka halkın siyasete müdahale kanallarının kalmadığı anlamına gelirken aynı zamanda halktaki politik saflaşma düzeyini de göstermektedir. Ekonomik ve demokratik taleplerin ve sorunların ilgili alanlardaki mücadelelerle bir sonuca ulaştırılamamasının yanı sıra bunların muhatabının giderek siyasal iktidarda somutlanması, iktidarın değişimini bir talep haline getirmektedir. Nasıl ki sorun alanlarındaki sonuçsuzluk bu alanlardaki mücadelelere katılımı zayıflatıyor ve hak arama mücadelelerinden geri çekilmeye neden oluyorsa seçim düzlemlerinde yaşanan sonuçsuzluk da seçimlere katılımı düşürebilir. Şimdiye kadar bu düşüşün olmamasını sağlayan asıl şey muhalefetin politikalarından çok politikleşmiş muhalif kitlelerin iktidara karşı duyduğu güçlü öfkedir. Farklı nedenlere dayanan farklı toplum kesimlerinin öfkesini yakınlaştıran ve sürekliliğini sağlayan Türkiye toplumunun sosyal dokusudur. Bu çeşitliliği mevcut siyasal iktidara son verecek bir siyasal projede birleştirebilecek bir girişim henüz ortaya çıkabilmiş değil. Seçimleri kurtarmak üzere seçim dönemlerinde kurulan ittifaklar birleştirici bir siyasi proje iddiasına sahip olmadığından seçimleri kurtarmakta dahi yetersiz kalmaktadır. Oysa Türkiye toplumunda kökleri uzun yılların deneyimine ve tarihsel birikimine dayalı güçlü bir demokratik (faşizm ve gericilik karşıtı) potansiyel var.
Önümüzde üç ay sonra yerel seçimler var ve yerel seçimleri kurtarmak amacıyla, üstelik geçen seçimlerdeki kadar ümit de vadetmeyen ittifak veya işbirliği arayışları sürüyor ve bir iktidar stratejisinin parçası olduğunu söylemek zor olsa da yerel seçimleri de tartışmalıyız.
————————————
* Her ne kadar geniş bir “demokrasi programının“ parçası olarak sunulsa da Kürt açılımı Kürt sorununun, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 kadın sorununun yönetilebilmesine dair tekil hamlelerdi.
** Cam prizmalar ışığın renklerine ayrılması veya yön değiştirmesinde kullanılan optik araçlardır. Amacına göre farklı özelliklerde üretilirler.
*** 2019 yerel seçimler öncesinde “İstanbul düşerse Mekke düşer”, “Seçimde Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı”, genel seçimlere giderken Yunanistan’la gerilim “bir gece ansızın gelebiliriz”, ekonomi politikasını savunurken “Nass ortada olduğuna göre, sana bana ne oluyor?” söylemleri bunun birkaç örneğidir.
**** Develi köylüleri, Manisa Belediyesi köylerine çöp imha tesisi yapmaya kalktığında kendilerine destek veren tesisin yapılmamasını sağlayan sürece öncülük yapan TKP’ye seçimde bir oy bile çıkmazken AKP birinci, MHP ikinci parti oldu. AKP 2011 seçimlerinde Manisa ‘da 46.96 oy alırken Soma maden katliamından sonra 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 46.13 oy aldı. Deprem sonrasında iktidarın bölge illerindeki oylarında kayda değer bir düşüş yaşanmadı.
***** Örgütlü yerine mobilize tanımını, bugün kitlesel ancak hareketsiz örgütlerin varlığından dolayı tercih ettik.
Samut Karabulut
Yıldız Teknik Üniversitesi'de okudu, Gençlik Hareketi içinde yer aldı. Üniversite sonrasında yoksul mahallelerde çalışmalar yürüttü. Halkevleri'nde yöneticilik yaptı. Örgütlenmesinde yeraldığı siyasal kitle eylemlerinden dolayı çok sayıda tutuklama ve soruşturmaya uğradı. Halen Halkevleri'nde çalışmalarını sürdürmektedir.