“Seçmen ne mesaj verdi?” Seçimlerden sonra yapılan değerlendirmelerin klişeleşmiş sorusudur. Sanki seçmen bir öznedir ve seçimlerde siyasal partilere not verir, önüne ödev/görev koyar, sonra izler, denetler… Oysa seçmen siyasetin belirleyeni değil belirlenenidir. Bu durumu, seçmenleri sınıfsal ilişki ve çelişkileriyle ele alan sosyalistler tersine çevirmeye, öz örgütlenmeler aracılığıyla kitleleri özneleştirmeye çalışırlar ve bunu başardıklarında kitlelerin gerçekten özne olduğu devrim durumları ortaya çıkar. O zamana kadar (devrimci) sosyalistler seçimleri düzen partileri gibi iktidar olmanın aracı olarak değil, devrimci siyasetin kitlelere ulaştırılmasının araçlarından biri hatta tali bir aracı olarak ele alırlar.
Seçim sonuçları üzerinden sosyalist siyasetin kitleler üzerindeki etkisine dair iddialı sonuçlar çıkarmak yanıltıcı olabilir ancak diğer mücadele alanlarından farklı olarak seçim sonuçları ölçülebilir olmasından dolayısıyla bize üzerinde değerlendirmeler yapabileceğimiz önemli istatiksel veriler sunar. Bu kriteri temel alarak, seçmenlerin değilse de sol eğilimli kitlelerin sosyalistlere ne mesaj verdiği ve seçim sonuçlarından neler çıkarabileceğimiz üzerine bir değerlendirmeyi tartışmanıza sunuyorum.
1- Neredeyse bütün sosyalistler seçimlere katılmış olmalarına karşın ülke çapında bir seçim ittifakı gerçekleştiremediler. Bunun yerel yönetim anlayışların çok farklı olmasından kaynaklanmadığını broşürlerine baktığımızda rahatlıkla görebiliyoruz. Ülke çapında etkili olacak bir seçim ittifakının gerçekleştirilememesi temel bir eksikliğe dayanıyor. Bu eksiklik, AKP-MHP iktidarında somutlaşan faşizme karşı siyasal mücadeleyi seçimlerle sınırlı görmeyen ama seçim taktiklerini de buna bağlı olarak belirleyen bir mücadele stratejisinin eksikliğidir. Dolayısıyla seçimlere günü kurtarma taktikleriyle yaklaşıldı ve seçim sonuçları da günün böyle kurtarılamayacağını gösterdi.
2- 2024 Samandağ (TİP) ve 2009 Samandağ (ÖDP), 2014 Hopa (ÖDP), 2024 Defne (TKP’ye verilen %39,62 0y), 2024 Dersim ve Hozat’ta sosyalistleri tercih eden halk kesimlerinin hiçbir partinin/grubun kitlesi olmadığı görüldü. Başarılı olacağı düşünülen –kazanacak aday değil, başarılı olacak seçenek- bir seçenek oluşturulduğunda halk sosyalistlere destek vermekte, oluşturulamadığında ise kısmen DEM Partiye çoğunlukla CHP’ye destek vermektedir. Bunu şu örneklerden görmek mümkün: 2009 seçimlerinde Samandağ’da ÖDP çatısı altında seçime girilip kazanılmıştı, sonraki seçimde ise CHP’ye karşı kaybedilmişti. Yine 2014 seçimlerinde Hopa’da ÖDP seçimleri kazanmış sonraki seçimde CHP’ye karşı kaybedilmişti. Yine Kadıköy’de 2023 seçimlerinde TİP’e yüzde 10 oy verilirken 2024’te TKP’ye verildi. Yine Defne’de 2023’te TİP’e verilen yüzde 28 oy 2024’e yüzde 5’e düşerken 2019’da TKP’ye verilen 255 oy 2024’te 28 bine (yüzde 39,62) çıkmış.
Hatay örneği sosyalist siyasetin krizini anlamakta önemli veriler sunuyor. Hatay veya Defne seçimlerinde sosyalistlerin neden ortaklaşamadığı sorusunun asıl cevabı, deprem çalışmalarında neden ortaklık kuramadıkları sorusunun cevabında aranmalıdır. Depremden sonra tüm sosyalistler benzer çalışmalar yapmalarına ve iktidarın Hatay politikalarına dair benzer eleştiriler dile getirmelerine rağmen ortak bir çalışma kuramadılar. Gerek arama kurtarma çalışmalarının, gerek yaşamsal yardımların, gerek sağlık desteklerinin yetersizliğine, Erdoğan’ın deyimiyle “Hatay’ın garip kalmasına” karşı sosyalistler yerel halktan takdir gören lokal dayanışma çalışmaları yapmakla yetinip siyasal iktidar eleştirisine dönüştürmede eksik kalınca bu rol Gökhan Zan’a kaldı. Oysa çok sayıda sol örgüt ve inisiyatif gönüllü çalışmalar yürütmekteydi. Yıkımların halk sağlığını tehdit eden yöntemlerle yapılması tüm şehri tehdit ederken her örgüt kendi sokağında müdahale etmekle yetindi. Zeytinliklerin, tarım alanlarının yağmalanmasına, rezerv alanı politikalarına, kentin yeniden imarına dair söz ve eylem üretecek bir kent meclisi oluşturulamadı. Oysa sayılanlar ve sayılmayanlara dair kent çapında ortaya konacak bir çalışmayla hem kentin geleceği üzerinde halkın söz karar sahibi olması sağlanabilir hem de depremde yıkıma uğramış, “garip kalmış” diğer illere örnek olunabilirdi. Oysa gördüğümüz kadarıyla herkes lokal çalışmalar yapmakla yetinerek bir kent hareketi yaratmaya yönelmeyi tercih etmedi.
3- Seçmenlerin büyük çoğunluğu uzun süreçlerde edindikleri siyasal eğilimlerine göre oy kullanmaktadırlar, ekonomik kriz gerekçesiyle siyasal eğilimlerini değiştirmemektedirler. Bunu oy geçişlerinin sınırlılığından izlemek mümkün. Sonuçlardan görüldüğü kadarıyla AKP’nin oy kaybı 2019 seçimlerine göre 4 milyon, 2023 seçimlerine göre kaybı ise 3 milyon; CHP’nin 2019 seçimlerine göre oy artışı 3,4 milyon 2023 seçimlerine göre artışı ise 3,6 milyon. 2023’e göre seçime katılım 8 milyon azalmış, HDP’nin oyu 2,2 milyon, İYİP’in oyu 3,5 milyon, MHP’nin oyu 3,2 milyon azalmış. YRP’nin oyu ise 1,3 milyon artarak 2,8 milyona çıkmış. Bu sayılardan kesin sonuçlar çıkarmak mümkün olmasa da AKP’nin oy kaybının asıl kaynağını sandığa gitmeyenler ve YRP’ye kayan tahminen 2 milyon oyun oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacak. Cumhur ittifakından CHP’ye kayan oy varsa da çok düşük veya geleneksel olarak sağa gideceği varsayılan yeni seçmenlerdir. CHP’nin İYİP’ ten ve Mansur Yavaş etkisiyle MHP’den ve batıda DEM Parti seçmeninden aldığı oylarla hem 3,6 milyon artışı sağladığı hem de sandığa gitmeyen kendi seçmenini telafi ettiği söylenebilir. YRP çıkış yaparken SP’nin oylarının yüzde altmışını (800 bin kadar) YRP’ye kaptırmasının belirleyici nedeni SP’nin daha önce CHP ile kurduğu ittifak olsa gerek. Seçmenlerin bazı kesimlerindeki oy kullanma veya kullanmama (sandığa gitmeme) tercihlerindeki değişiklikte yoksullaştırma siyasetinin belirleyici olduğu açıktır. Ancak bunun siyasal eğilimlerinin değişimi anlamına gelmediğini, siyasal eğilimlerin değişimi için yoksullaştırmaya karşı kendiliğinden oluşan tepkiden daha fazlası gerektiği de açıktır. Kısaca söylemeye çalışırsak üretim ve bölüşüm ilişkilerini kökten sorgulayacak halkın refahını merkeze alan alternatif bir program ve yoksullaştırma siyasetine karşı mücadele pratiği ortaya konmadıkça siyasal eğilimlerdeki değişim kayda değer olmuyor. CHP ve DEM Parti oylarının toplamının tarihin en yüksek (yüzde 43,5) oranına yükselmiş olması, içinde önemli sorunlar taşımasına rağmen olumlu bir şeydir. Çünkü kitleler nezdinde de AKP-MHP bloğunun alternatifinin “sol” olduğu, iktidarın hegemonyasının zayıfladığı ve dinci-ırkçı siyasetin itibar kaybettiği anlamına gelmektedir. Nereye vardırabileceği konusu “Schrödinger’in kedisi” misali zıt iki olasılığı barındırıyor.
4- Sosyalistlerin seçim sonuçlarını yalnızca yoksullaştırma üzerinden değerlendirmeleri önemli siyasal eksikliklere neden oluyor, zira sosyalistlerin eleştirisi kapitalizmin kötü yönetilmesine değil, kapitalizmin kendisinedir. Kapitalizmin emekçilere dönük yıkıcı güncel politikalara dair eleştirilerini kapitalizmin genel eleştirisiyle birleştirirler (Bu nedenle belediyelerin ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yardımlarına karşı çıkmasalar da bir yöntem olarak programına almazlar). Ekonomik koşullar daha hafifken de anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-faşist, eşitlikçi ve özgürlükçü[*] gerekçelerle bazen aktif bazen pasif muhalif tutum sergileyen kitlelerin tavrı ekonomik gerekçelerle açıklanamaz. Emekçiler için yıkıcı ekonomi politikalarının, çoğunluğunu işçi ve emeklilerin oluşturduğu yüzde 10-15’in tavrında değişikliğe neden olduğu onun da siyasal eğilim değişikliği değil de oy verme veya sandığa gitmeme tercihlerindeki değişiklikle sınırlı kaldığı düşünülürse bu tutum değişikliği göz ardı edilmeden on yıllardır gerek Kürt düşmanı, gerek kadın düşmanı, gerek işçi düşmanı, gerek faşist politikalara soldan tavır alan asıl büyük kitlelerin siyasal eğilimlerine dayanmak gerektiği açıktır. Bu politikleşmiş kitleleri iktidar karşısındaki siyasal kuvvet olarak örgütleyecek bir sosyalist yaklaşım şimdilik oy kullanma/kullanmama tercihlerinde değişiklik yapmakla yetinen işçi kitlelerinin siyasal eğilimlerinin dönüşümünde de belirleyici olacaktır. Ekonomik kriz temelinde bir muhalefet hareketinin ilerici kitlelere dayanmadıkça gerici-faşizan özelliklere de bürünebileceğini 2001 krizinin ardından gelişen esnaf eylemlerinden biliyoruz.
5- Seçimlerin gösterdiği başka bir olgu da sosyalistlerin toplumdaki potansiyeli ile politik kapasiteleri arsındaki açının büyüklüğüdür. Sol kitlelerin Dersim’de, Samandağ’da, Defne’de, Saratlı’da, kısmen Kadıköy’de (daha önce başka yerlerde) sosyalistlere gösterdiği teveccühün gerekçesi ne iktisadi programları ne de yerel yönetim anlayışlarıdır, gerekçe siyasal eğilimleridir. Başarılı olma ihtimali olan seçenekler ortaya konulduğunda sosyalistlere yönelen kitleler tersi durumda HDP veya CHP’ye yönelmektedirler. Tarihinde 1965 TİP’in, DİSK’in, Dev-Genç’in, Mahirlerin, Denizlerin, Kaypakkayaların, 70’li yılların antifaşist direnişlerinin, 80 sonrası hak mücadelelerinin, Cumartesi Annelerinin, Gezi’nin ve daha da sayabileceklerimizin birikimi olan sosyalist potansiyelin karşılığı dört belediye olmasa gerektir. Bu yazının iddiası sosyalistlerin seçim değerlendirmelerini, esas olarak siyasal veriler üzerinden ve sosyalistlerin mücadele taktiklerinin sorgulanması üzerinden yapması gerektiğidir. Diğerini birçok sosyalist iktisatçı oldukça başarılı biçimde zaten yapmaktadır. Seçimlerde hangi gerekçelerle sol kitlelerin desteği kazanılabiliyor veya kazanılamıyorsa aynı gerekçeler sınıf mücadelesinin tüm cepheleri için geçerlidir.
[*] Uzatmamak için kapsamı geniş kavramları kullanıyorum.
Samut Karabulut
Yıldız Teknik Üniversitesi'de okudu, Gençlik Hareketi içinde yer aldı. Üniversite sonrasında yoksul mahallelerde çalışmalar yürüttü. Halkevleri'nde yöneticilik yaptı. Örgütlenmesinde yeraldığı siyasal kitle eylemlerinden dolayı çok sayıda tutuklama ve soruşturmaya uğradı. Halen Halkevleri'nde çalışmalarını sürdürmektedir.
Bizim arkadaşlarımızın yani halkevci arkadaşlarımızın karmaşıklığı daha da vahim.
Kimi CHP de kimi DEM partide kimi orada kimi burada. Kimi de muhtarlık peşinde.
Esasen bu durum uzun yıllardır böyle.
Herkesin de kendine göre mantıklı! bir açıklaması var.
Birileri pat diye milletvekili adayı oluyor. Sonra örgütü terkediyor.
Birileri başka bir yere zıplıyor selamı sabahı kesiyor.
Kimse özeleştiri yapmıyor. Kimse hesap sormuyor.
Kolayca girilip tepeye tırmanılan sonra da bırakıp gidilen bir yapıdan ne çıkacak.
Biz birilerini bir yere taşımak için mi bir aradayız?
Bence temel sorun yapıların kendi içlerinde ortak paydanın olmaması.
Bu hal böyle olunca halk ne yapacak.
Ayrıca bu faşist blok üç seçimdir kazanamıyor, gaspediyor. Bu gaspta CHP nin kocaman bir payı var. Ama hala oradan bir şey çıkarma hesabı yapan bir anlayış solun içini kemiriyor.
Neyse. Eline sağlık.