Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Lenin: Felaket ve Devrim

Bu içeriği paylaş:

Paul Le Blanc‘ın Lenin Felakete Yanıt Vermek, Devrimi Şekillendirmek adlı kitabı vesilesiyle Lenin ve Bolşeviklerin mirası üzerine Promise Li ve Cliff Connolly ile gerçekleştirdiği söyleşiyi Tempest Mag sitesinden Yener Çıracı çevirdi.

Paul Le Blanc: Lenin’in asıl adı Vladimir Ilyich Ulyanov’du. Nasıl bir insandı? Özgür ruhlu devrimci Rosa Luxemburg bir keresinde Lenin için şöyle demişti: Onunla konuşmaktan zevk alıyorum. Zeki, iyi eğitimli ve benim bakmayı sevdiğim türden çirkin bir suratı var. Lenin’le yakından çalışmış olan Angelica Balabanof, Lenin’in gençliğinden itibaren insanların çektiği acıların ve ahlaki, hukuki ve toplumsal eksikliklerin çoğunun sınıfsal ayrımlardan kaynaklandığına ikna olduğunu belirtir. Balabanof, Lenin’in aynı zamanda sınıf mücadelesinin tek başına sömürenlere ve sömürülenlere son verebileceğine ve özgür ve eşit bir toplum yaratabileceğine inandığını ifade eder.

Lenin kendini tamamen bu amaca adadı ve bunu başarmak için elindeki her aracı kullandı. Siyasi yelpazenin sağından konuşan Winston Churchill, Lenin’i can düşmanı olarak görüyordu. Churchill, Lenin’in temsil ettiği her şeyden nefret ediyordu ve hatta Mussolini’nin İtalya’daki faşist diktatörlüğünü, Leninizmin barbar istek ve tutkularına karşı verdiği başarılı mücadele nedeniyle selamlıyordu. Yine de Lenin hakkında şöyle yazmıştı: “Zihni olağanüstü bir enstrümandı. Işığı parladığında, tüm dünyayı gözler önüne seriyordu:  : tarihini, acılarını, aptallıklarını, sahtekarlıklarını ve hepsinden önemlisi yanlışlarını. İnsanlar arasında nadiren ulaşılan bir derecede evrensel kavrayış yeteneğine sahipti.”

Max Eastman’ın, Lenin’in Marksizm teorisi ve pratiğine katkılarından birinin, devrimden bahseden ve devrim hakkında düşünmeyi seven ama iş yapmak istemeyen – devrimden bahseden ama onu yapmaya niyeti olmayan – insanlarla yolları ayırmak olduğunu öne süren görüşünü de eklemek gerekir. Bu inançlarla hareket eden Lenin, kendi ülkesi Rusya’da güçlü bir devrimci hareketin inşasına yardımcı olmuş ve bu hareket, kendisi ve yoldaşlarının küresel bir sosyalist devrim dalgasının başlangıcı olduğuna inandıkları 1917 Rus Devrimi ile sonuçlanmıştır.

Lenin, böyle bir sonuca ulaşmak için tasarlanan modern komünizmin başlıca mimarlarından biriydi. Peki Lenin’in projesi, ölümünden yıllar sonra bugün bizim için yararlı bir şey sunuyor mu? Lenin: Felakete Yanıt Vermek, Devrimi Şekillendirmek adlı bu kitap, bu soruya olumlu bir yanıt önermekte ve bunu aşağıdaki altı başlıkta sıralanan tarihyazımı efsanelerine yüz vermeden  yapmaktadır:

  • Birincisi, Lenin diktatörlüğü demokrasiye tercih ediyordu.
  •  İkincisi, onun sözde Marksizmi kendi totaliter görüşlerinin bir kılıfıydı.
  • Üçüncü olarak, kendisini partinin diktatörü olarak en tepede konumlandırdığı yeni tipte süper-merkeziyetçi bir siyasi partiden yanaydı.
  • Dördüncüsü, kültür, sanat ve edebiyat üzerinde katı siyasi kontrollerden yanaydı.
  • Beşincisi, bu tür otoriter yöntemlerle geri kalmış Rusya’ya sosyalist bir ütopya dayatılabileceğine inanıyordu.
  • Ve altıncısı, tüm bunların doğal sonucu olarak, tarihin en önde gelen kitlesel katillerinden biri oldu.

Bu kitap tüm bu yanlış nitelemeleri reddederken, aynı zamanda Lenin’de ve onun içinden geldiği gelenekte kaçınılmaz olarak bulunabilecek gerçek olumsuzlukları tespit etmeye çalışmaktadır. Lenin’in yaşamının, zamanının ve fikirlerinin karmaşık girdabıyla karşı karşıya kalan biri, dürüst insanların yüz çevirmesi gereken sözde bir Leninizm oluşturan konulara ve seçilmiş fikirlere odaklanabilir. Bu kitabın yaklaşımı farklıdır.

Rosa Luxemburg, Rus Devrimi eleştirisinde, Lenin’in devrimci Bolşevizminde esas olanın zaferini ilerletmeye yardımcı olacak şekilde, esas olanı esas olmayandan ayırma ve esas olmayanı eleştirme kararlılığını vurgulamıştır.

Bu kısa çalışmada, bana bu esas nitelikler olarak görünen şeylere odaklanılmaktadır. İşçi sınıfı içinde deneyim, kadro, ilişki ve otorite biriktirmeden , devrimci bir örgüt gerçek anlamda devrimci bir örgüt haline gelemez. Bu ancak pratik militanlıkla başarılabilir.

Bazı devrimci örgütlerde, üyeler devrimci düşünceleri ve devrimci pozisyonları geliştirmenin ve ifade etmenin yeterli olduğunu düşünüyor gibi görünüyor. Bunlar tartışmalar ve çalışma grupları yoluyla geliştirilebilir. Ancak politik olarak doğru pozisyonları tanımlamak ve ifade etmek bazı devrimci gruplar için öncelikli hale gelir. Bu, kapitalist egemen sınıfa karşı ya da devrimci olmayan gruplara karşı ya da diğer devrimci gruplara karşı tartışma biçimini alabilir.

Lenin’in polemiklere ve tartışmalara girmeye tamamen hazır olduğu kesindir, ancak onun için öncelikli olan, işçilerin ve ezilenlerin acil ihtiyaçlarını maddi olarak savunabilecek ve ilerletebilecek pratik mücadeleleri harekete geçirmeye yardımcı olmaktı; sadece burada ve şimdi insanlar için anlamlı olmakla kalmayıp aynı zamanda kitlesel devrimci bilince doğru eğilen mücadelelere. Lenin’e göre, etkili bir şekilde mücadele edilirse, isyan ve iktidar değişimi nihayetinde devrimi getirebilir. Lenin için teori, eğitim ve ilkeli pozisyonların ifade edilmesi, bu tür pratik çalışmalardan ayrılamazdı.

Bolşevikler, kendilerini tanımlamaya yardımcı olan ve birleşik cepheler oluşturabilecekleri -ve bazı durumlarda savaşmaya hazır diğer gruplarla birleşerek zafere doğru ilerleyebilecekleri- bir pratik  çalışma çerçevesi yaratan pratik mücadeleler yürüttüler. Ancak bu şekilde geleceğin devrimcilerinden oluşan bir örgüt devrimci bir örgüt haline gelebilirdi.

Bu yaklaşım, 1934’teki militan ve muzaffer Minneapolis Teamster Grevlerinin lideri V. R. Dunne’ın Paul tarafından alıntılanan ifadesinde basitçe dile getirilmiştir: “Politikamız, işçilerin kendi yaşamları hakkında söz sahibi olabilmeleri ve mevcut düzenin sosyalist bir topluma dönüştürülmesine yardımcı olabilmeleri için güçlü sendikalar örgütlemek ve inşa etmekti.”

Lenin ve Bolşeviklerin temel devrimci ilkelerinden biri, işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve işçi sınıfı mücadelelerinin  burjuva partilere kapılanmasının reddedilmesidir. “Dünyadaki hiçbir demokrasi sınıf mücadelesini ve paranın her yerde bulunan iktidarını bir kenara koymaz” diyen Lenin, ABD gibi ülkelerde kapitalistlerin ve işçilerin eşit siyasi haklara sahip olduğu kabul edilse de, aslında sınıfsal statü bakımından eşit olmadıklarını belirtmiştir. Bir sınıf, kapitalistler, üretim araçlarının sahibidir ve işçilerin emeğinin kazançsız ürünüyle yaşar. Diğeri, ücretli işçiler sınıfı, hiçbir üretim aracına sahip değildir ve emek güçlerini piyasada satarak yaşarlar. Lenin, kapitalizm yanlısı partiler olan Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin sözde iki partili sisteminin, bağımsız bir işçi sınıfı partisinin, gerçek anlamda sosyalist bir partinin yükselişini engelleyen en güçlü araçlardan biri olduğu konusunda uyarıda bulunmuştur.

Lenin’in ilkelerinden bir diğeri, her türlü ırkçılığa, etnik bağnazlığa ve cinsiyet ya da cinselliğe dayalı baskıya karşı çıkmayı içerir. Üçüncüsü emperyalizm ve savaş karşıtlığını kapsar. Günümüzde giderek daha acil hale gelen dördüncü ilke ise yaşanabilir bir çevrenin yok edilmesine karşı tavizsiz bir muhalefettir. Beşinci ilke, hem gelecekteki dünyamız hem de bu daha iyi geleceği yaratma hareketi için gerekli olan, halk tarafından yönetilen gerçek demokrasiye bağlılıktır. Altıncı ilke enternasyonalist bir yönelimi içerir: sınırların ötesinde dayanışma ve tüm ülkelerin işçileri ve ezilenleri arasında küresel işbirliğine bağlılık.

Farklı perspektifleri test etme ve gerçek mücadelelerden öğrenme süreci, tartışmalar ve hatta bazen bölünmeler (ve bazen birleşmeler) eşliğinde, adına layık devrimci bir parti yaratma yolunda gerekli olacaktır. Lenin, her ne pahasına olursa olsun önce öğrenmeye, ikinci olarak öğrenmeye ve üçüncü olarak öğrenmeye başlamamız ve ardından öğrenmenin gerçekten varlığımızın bir parçası haline gelmesini, gerçekten ve tamamen toplumsal yaşamımızın kurucu bir unsuru olmasını sağlamamız gerektiğinde ısrar etmiştir. Ancak yaparak öğrenmemiz gerektiği konusunda ısrarcıydı.

Lenin, bu öğrenmenin baskı ve sömürüye karşı fiili mücadeleler, bu deneyimin kolektif olarak değerlendirilmesi ve bir sonraki adımda ne yapılacağının düşünülmesi yoluyla gerçekleştiğini vurgulamıştır.

Promise Li: Bu çalışma hakkında söyleşi daveti için teşekkürler Paul. Herkesi kitabı satın almaya davet ediyorum ve Linda, Paul ve Cliff ile de sohbet edeceğim için heyecanlıyım.

Lenin, Ekim 1921’de yüzlerce parti kadrosunun bulunduğu bir odada “Yanılmışız” dedi. Lenin’in bahsettiği hata, Bolşeviklerin iç savaş çabalarına yardımcı olmak için karşılığında çok az şey alarak köylülerden fazla tahıla el koymaya yönelik büyük çabaydı. Bu hata nihayetinde daha sonraki gıda kıtlığına katkıda bulundu. Lenin, Bolşeviklerin “kapitalist toplumdan kitlelere sosyalist muhasebe ve kontrol yoluyla uzun süreli, karmaşık bir geçişin gerekliliğini” anladıklarını söyledi.

Savaş komünizminin belirli politikalarına yapılan bu sıçrama, onun da yansıttığı gibi, bu düzeni ihlal ediyordu. Ancak Lenin’in de 1917’de söylediği gibi, “İleri sınıfın savaşan partisinin hatalardan korkmasına gerek yoktur. Korkması gereken şey hatada ısrar etmek, yanlış bir utanç duygusuyla hatayı kabul etmeyi ve düzeltmeyi reddetmektir.” Bu örnekle bugün savaş komünizmini yeniden tartışmak için değil, Lenin’in siyasi yaşamının az tartışılan bir yönünü vurgulamak için başlıyorum; bu, bugün yeni bir kriz ve felaket çağında yol gösteren örgütçüler için geçerlidir.

Gerçekten de, Paul’ün bize hatırlattığı gibi, Lenin’in çalışmalarının bütünlüklü  bir şekilde anlaşılması bize komplocu otoriter bir figür olmadığını gösterir. Aynı zamanda her acil duruma doğru çözümler bulma yeteneğine sahip bir kâhin de değildir. Lenin’in yoldaşı Lev Kamenev’den yapılan bir alıntı bunu açıkça göstermektedir. “Leninizmin herhangi bir tür el kitabını, her zaman her soruna uygulanabilir bir formüller koleksiyonunu yaratmaya yönelik her girişim kesinlikle başarısız olacaktır, çünkü Lenin’in gerçek bilimine ancak onun tüm eserlerini çağdaş olayların ışığında değerlendirerek yaklaşabiliriz” der. Daha da ileri giderek, sadece Lenin’in hatalarından değil, aynı zamanda onlara nasıl yaklaştığından ve hesaba katamadığı hatalardan da öğrenilecek çok şey olduğunu savunuyorum.

Bu yaklaşım, Marksist pratiğin temel bir ilkesinin altını çizmektedir: sosyalist hareketin şiddetle ihtiyaç duyduğu bir zamanda onu yeniden inşa etmek için kendi siyasi çalışmalarımızı ve miras aldığımız gelenekleri acımasızca eleştirmeye devam etme iradesini. Lenin, 1917 Bolşevik devriminin önemli bir başlangıcı olan 1905 devriminin yenilgisi üzerine düşünürken, proletarya için devrim deneyiminin incelenmesi ve eleştirel bir şekilde özümsenmesinin, o zamanki mücadele yöntemlerini bir sonraki sefer daha etkili bir şekilde uygulamayı öğrenmek anlamına geldiği yorumunu yapmıştır.

Hataların kuşkusuz sonuçları vardır ve devrim çalışmasında bu hatalar ölümcül ve dünya tarihsel felaketler anlamına gelebilir. Aynı zamanda, hareketlerin mücadelenin bir sonraki yinelemesine daha etkili bir şekilde müdahale etmesini sağlayabilirler. Lenin’e göre hatalar üzerine düşünmek, kitleleri sosyalist programı ilerleten ortak siyasi ilkeler, analizler ve stratejik yönelimler etrafında toplayan sosyalist örgütlenmenin gerekli bir bileşenidir.

Mesele, farklı ekonomik ve sosyal mücadeleleri bizzat siyaset alanında dile getirmektir. Marksist Daniel Bensaïd’in bir zamanlar söylediği gibi, “Devrimci militanın ideali, dar ufuklu bir sendikacılıkdeğil, toplumun her alanında isyan ateşini körükleyen bir halk önderi olmaktır” .”

Öncü partiler, bürokrasinin araçları olmak şöyle dursun, en demokratik araçları sağlamak içindir. Militanların farklı mücadelelerden çıkardıkları dersleri devrimci bir programa dönüştürmeleri için mücadele ve deneylerle yoğrulurlar. Programlar ve stratejiler statik değildir ve değişen siyasi koşullara etkili bir şekilde yanıt verecek şekilde uyarlanmalıdır.

Dahası, Bensaïd’e göre sosyalist örgütlenme, pratikte göz önünde bulundurulan “karşıt pozisyonların geçerliliğini sınamayı mümkün kılar”. Siyasi stratejileri sınamak, hata olasılığını kabul etmek demektir. Eleştirel düşünme alanını en üst düzeye çıkarabilecek ve pratikte bir şeyleri deneme iradesini koruyabilecek örgütsel mekanizmalara ihtiyacımız var.

Lenin 1922’de yaptığı bir konuşmada Bolşeviklerin kesinlikle bir dizi hata yapacağını belirtmiştir. Parti üyelerini , bu tür hataların nerede yapıldığını tarafsız bir şekilde incelemeye ve önyargılara bağlı olmadığımızı göstermeye davet eder. Ernest Mandel’in vurguladığı gibi, Leninist örgütsel pratiğin özü budur; bürokratizm uğruna merkeziyetçilik değil, parti içi demokrasiye azami alan açmaktır.

Parti içi demokrasinin azami düzeye çıkarılması, parti içi fraksiyonların haklarına saygı gösterilmesini, azınlık pozisyonları için tam bir ifade özgürlüğü sağlanmasını ve burjuva sivil toplum kurumlarının sağlayamadığı kolektif hata ve anlaşmazlıkların giderilmesi için titiz süreçler oluşturulmasını gerektirir. Mandel ve Bensaïd’in vurguladığı gibi partinin bürokratikleşme olasılığı, parti dışındaki bağımsız toplumsal hareketlerin, partinin otoritesini kontrol etmek ve parti içinde bu mümkün olmadığında hatalarını ortaya çıkarmak için karşı ağırlık olarak rolünün altını çizmektedir.

Daha da önemlisi, bir örgüt içindeki hatalar üzerine düşünmek kilit önemdedir çünkü tek bir kişi her şeyi çözemez. Lenin’in kendisi de bir dizi hata yapmıştır; bunların bazılarının hesabını asla vermemiş, bazılarıyla da mücadele etmeye çalışmış ama bunu başaramamıştır. Kronstadt vahşeti ya da Kızıl Terör’ün diğer aşırılıkları muazzam baskılar bağlamında anlaşılabilir, ancak yine de inatla mahkûm edilmelidir.

Lenin, partinin artan bürokratizmi ve kitlesel depolitizasyonu hızlandıran parti içi demokrasinin aşınması gibi büyüyen diğer hatalara da dikkat ediyordu. Mandel’in de belirttiği gibi, Lenin buna karşı net bir karşı duruş sergileyememiştir. Paul’un kitabının bir bölümünde belirttiği gibi, Lenin karşılaştığı bazı sorunları çözemedi. Bolşeviklerin ve diğer birçok komünist partinin bürokratizmi ve daha sonra totalitarizmi, toplumsal hareketler için dünya tarihi ölçeğinde bir felaket olduğunu kanıtladı.

Batılı emperyalistlerin farklı ölçeklerdeki kuşatmaları bu gerilemeyi kesinlikle hızlandırdı, ancak bu rejimlerin içsel hatalarının önemli bir rol oynadığı da yadsınamaz. İhanete Uğrayan Devrim’de Leon Troçki, bürokrasiyi düzeltmek için gereken “canlı toplumsal güçlerin mücadelesinin” 20. yüzyılda dünyanın dört bir yanındaki farklı komünist partiler tarafından titizlikle ezildiğini savunmuştur.

Sonuç, bugün pek çok yerdeki hareketler içinde komünizmin toptan itibarsızlaştırılmasıdır -bu, burjuva güçlerin sinsice silahlandırdığı ve körüklediği bir felakettir. Bensaïd sorunu uygun bir şekilde şöyle ortaya koyuyor:

Komünizme 20. yüzyılda ne olduğunu düşünmek zorundayız. Kelime ve şey, zamanın ve maruz kaldığı tarihsel sınamaların dışında kavranamaz. Çoğu insan için, komünist etiketinin Çin’deki serbest piyasa otoriter devletini karakterize etmek için yoğun bir şekilde kullanılması, komünist hipotezin oradaki kırılgan teorik ve deneysel filizlerinden çok daha ağır basacak ve çok daha uzun bir süre geçerliliğini muhafaza edecektir.

Bensaïd’in Çin’den söz etmesi, Hong Kong’da büyüyen ve birçok insanın zihninde sosyalizmi bürokratik kapitalizmin idealleri ve pratiğiyle özdeşleştiren Çin devleti sayesinde sağ-sol yelpazesi gibi temel siyasi kavramlar hakkında bile mutlak bir kafa karışıklığı durumuna tanık olan benim için özellikle önemlidir.

Bu tür bir kafa karışıklığı, son dönemdeki küresel ayaklanmalarda ideolojisiz ve lidersiz hareketlerin arkasındaki yanlış yönlendirilmiş popülariteyi açıklamaktadır. Lenin’in son günlerinde dikkat çekmeye başladığı ancak ele alamadığı sorunlar, Birinci ve İkinci Enternasyonal ile birlikte program ve stratejilerinde tam olarak öngörmediği veya ele almadığı belli kitleler arasında sosyalizm bayrağının bu eşi görülmemiş itibarsızlaştırılmasına katkıda bulunmuştur.

Bu hataların muhasebesini yapmanın en iyi yöntemi Leninizmi kutsal kitap olarak görmek değil, onun hatalara yönelik yaklaşımını eleştirel bir gözle değerlendirmektir. İşçi sınıfının sosyalist bir ufka olan güvenini yeniden kazanmak, hala siyasi bir zemini yapılandıran geçmişin hem hatalarının hem de başarılarının dürüst bir değerlendirmesine dayanmalıdır.

Geçmişin sosyalist programlarını, o zamandan bu yana yeni toplumsal hareketlerden gelen yenilikleri dikkate almadan, düzeltmeler yapmadan kesin bir şekilde kurtaramayız. Geleneksel Batı emperyalist bloğunun dışında yeni kapitalist devletlerin yükselişiyle kanıtlanan yeni nesnel koşullara dikkat etmeliyiz. Sosyalist örgütlenme mirasının totalitarizm ya da bürokratizmden başka bir şey ifade etmediği reformizm ve kendiliğindenciliğe karşı etkili alternatifleri nasıl ifade edeceğimizi dikkatle düşünmeliyiz.

Bolşeviklerin deneyimini kötü niyetli otoriterliğin girişimleri olarak toptan şeytanlaştırmak, rahatsız edici bir gerçekle yüzleşmekten çok daha kolaydır: Lenin ve yoldaşları da bugün bu odada bulunan bizler kadar gerçek komünistlerken, dünya tarihindeki başarıların yanı sıra en feci türden siyasi hatalardan da sorumlu olabilirler. Lenin de dahil olmak üzere hiç kimse her zaman ileriye giden doğru yolu modelleyemez. Zafer kapasitesi hata kapasitesini de beraberinde getirir. Ancak Lenin’in dediği gibi, “dünün hatalarını analiz ederek, bugün ve yarının hatalardan kaçınmayı öğreniriz.”

Cliff Connolly: Burada olmaktan çok mutluyum. Paul, Promise ve Linda’ya beni ağırladıkları için teşekkür ederim.

Le Blanc’ın yeni kitabını okurken gördüğüm temel tez, Lenin’in siyasi yaşamının her noktasında tam bir demokrasi savunucusu olduğunun iyi belgelenmiş ve her zaman güncelliğini koruyan bir gerçek olduğudur.

Çağdaş Kuzey Amerika sosyalist hareketine bundan daha zamanında ve yerinde bir müdahale olamazdı. Bu olgu, onlarca yıllık Soğuk Savaş propagandası ve mezhep dogması tarafından çarpıtılmıştır. Başka bir deyişle, Lenin’den nefret edenler de onu sevenler de onu komünizmi demokrasiden ayrı ve üstün gören bir otokrat olarak resmetmek için tarihi çarpıtmışlardır.

Birçok komünist tarihçinin aksine Le Blanc, Lenin ve partisinin ilk bakışta çarpıcı bir şekilde antidemokratik görünen eylemlerini kabul etmekte ve bir bağlama oturtmaktadır: burjuva basınının bastırılması, siyasi polis, yargısız infazlar ve daha fazlası. Bu, Lenin’in demokrasi anlayışının net bir şekilde tanımlanmasından ve burjuva idealizmi tarafından yayılan sağduyulu tanımdan farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Burada Lenin’in Devlet ve Devrim kitabından bir alıntı yapıyorum: “Proletarya diktatörlüğü, komünizme geçiş dönemi, ilk kez, sömürücülerin, yani azınlığın gerekli baskısıyla birlikte halk için, yani çoğunluk için demokrasiyi yaratacaktır.”

Kapitalist oligarşinin tipik devlet biçimi olan burjuva cumhuriyetleri, çoğunluğun egemenliğini önlemek ve kapitalist azınlığın tiranlığını sürdürmek için işçi sınıfı çoğunluğunu polis militarizasyonu, kitlesel hapsetme, seçmen listelerinin tasfiyesi, lobicilik dediğimiz yasallaştırılmış siyasi rüşvet, seçim koleji gibi demokrasi üzerindeki anayasal kontroller, üst yasama meclisleri, yargı denetimi ve daha fazlası gibi kurumlar aracılığıyla bastırmalıdır.

Buna karşılık, Marx ve Engels’e göre sosyalizmin kurulabileceği tek devlet biçimi olan demokratik cumhuriyetler, çoğunluk yönetimini mümkün kılmak için kapitalist azınlığı çeşitli yollarla bastırmak zorundadır. Dolayısıyla, karşı-devrimci unsurların bastırılması demokrasiyi ortadan kaldırmak için değil, onu savunmak için yapılmalıdır.

Le Blanc’ın kitabı hem Lenin’in siyasi düşüncesinin hem de Bolşevik parti yapısının demokratik doğasını ortaya koymaktadır. Özellikle iki örneğin vurgulanmaya değer olduğunu düşünüyorum. Öncü parti fikri ve demokratik merkeziyetçilik, Lenin’in kendisi kadar tarihsel olarak yanlış anlaşılmıştır ve Le Blanc her iki kavrama da dokunaklı bir açıklık getirmektedir.

Öncü parti, taraftarları ve aleyhtarları tarafından genellikle devrimi planlayan, kölelerini ve işçi sınıfını parti merkezlerinin konforundan yöneten tam zamanlı elit sosyalistlerden oluşan bir parti olarak açıklanır. Bu, Lenin’in yazılarında tarif ettiği ya da Bolşeviklerin günlük rutinlerinde uyguladıkları şeyden daha uzak olamazdı.

Bu, “öncü parti” teriminin kökeninden açıkça anlaşılmaktadır. Bu askeri bir metafordur; öncü, savaş hattının en önünde yer alan, düşman kuvvetleriyle ilk teması kuran ve artçıları çatışmaya sokan birimdir. Kafası karışık tarihçiler ve aktivistler bu terimi tam tersi bir davranışı tanımlamak için kullanmaktadır: haritaları inceleyen ve komuta merkezinden gelen emirleri aktaran subaylar olarak.

Bu örgütlenme modeli, savaş zamanı metaforuna uygun olarak genelkurmay partisi olarak adlandırılsa daha iyi olur.

Demokratik merkeziyetçilik de sosyalist hareketin dostları ve düşmanları tarafından benzer şekilde yanlış yorumlanmaktadır. Çağdaş geleneksel akla göre bu, parti liderlerinin her bir parti üyesinin neye inanması ve nasıl davranması gerektiğini tarif ettiği ve üyelerden itaatkâr bir şekilde emirlere uymalarının beklendiği bir karar alma yöntemidir.

Ancak Le Blanc, Bolşevik partisinde uygulandığı şekliyle demokratik merkeziyetçiliğin gerçek mekanizmalarını anlatıyor. Kitaptan kısaca alıntı yapıyorum:

Partideki en yüksek karar organı bir merkez komite ya da siyasi komite değil, parti kongresi ya da toplantılarıydı. Merkez komite, parti kongresi tarafından seçilir ve ona karşı sorumludur. Kongre, partinin bütün yerel örgütlerinden seçilen delegelerle bir ya da iki yılda bir toplanırdı. Bu seçimler, partinin karşı karşıya olduğu meseleler üzerine yazılı ve sözlü bir tartışma ve müzakere döneminden sonra gerçekleşirdi ve üyeler ve alt düzey örgütler üzerinde bağlayıcı olduğu düşünülen kararlar parti kongresi tarafından alınırdı.

Bolşeviklerin sık sık resmedildikleri gibi komplocu elit otokratlar grubu olmadıkları açıktır. Lenin’in önderliğinde, iktidar için demokratik bir vekalet sistemi oluşturdular ve Sovyetler Birliği’nin ilk dönemlerinde dünyanın en büyük proleter demokrasi deneyini gerçekleştirdiler. Adil ve yaşanabilir bir gelecek için onların temelleri üzerine inşa etmek isteyen bizler için, şimdiye kadar hepimizin belirttiği gibi, onların başarılarında ve hatalarında bulunacak birkaç önemli ders vardır.

Lenin ile yalnızca tarihsel bir figür olarak etkileşim kurabildiğimiz için, onun kendi tarihsel atalarından nasıl etkilendiğine bakmak önemlidir. Kendi sosyalist kuşağından önce gelen bir grup Rus köylü popülistleri olan Narodnikleri, Rus sosyal demokrasisinin kusurlu ama yeri doldurulamaz ataları olarak gördü.

Lenin’e göre, onların fedakarlıkları sadece yüksek övgü değil, aynı zamanda keskin eleştiri de gerektiriyordu. Eğer gelecek nesiller onlardan ders almayı reddederse hataları boşa gidecekti. Amerikan Sosyalizminin ataları olan 19. yüzyılın devrimci kölelik karşıtları ve militan sendikacıları için de benzer bir tutum benimsemeliyiz.

Her iki grup da kendi mücadelelerinde tarihi zaferler kazandı ve her iki grup da aynı yıl, 1877’de amaçlarına ulaşamadan ezildi. 1877’deki yenilgi iki yönlü oldu. Yeniden yapılanma, federal birliklerin Güney’den çekilmesi ve Jim Crow’un yükselişiyle sona erdi ve aynı federal birlikler aynı yıl Kuzey’deki işçileri harekete geçiren Büyük Demiryolu Grevini ezmek için konuşlandırıldı.

Marx yıllar önce Das Kapital‘de Kuzey Amerika’da Siyahların kurtuluşu ile proleter kurtuluşun kaçınılmaz bir şekilde iç içe geçtiği konusunda ısrar etmişti ve burada mümkün olan en trajik şekilde haklı olduğu kanıtlandı. Devrimci kölelik karşıtları ve radikal sendikacılar ortak bir eylem planıyla ortak bir örgütte birleşmiş olsalardı, her biri diğerini destekleyerek başarıya ulaşabilirdi.

İşçi hareketinin ekonomik talepleri ancak kölelik karşıtlarının uğruna mücadele ettiği tam anlamıyla demokratik bir siyasi rejim altında gerçekleştirilebilirdi. Kölelik karşıtlarının yaratmak istedikleri demokratik devlet de ancak işçi sınıfının militan kitle örgütlerinin desteğiyle inşa edilebilirdi. Ancak her iki grup da birbirlerini karşılıklı olarak yok etmek için reddetti. İdeolojik atalarımızın hatalarından ders çıkarmak ve bunları bugünkü örgütlenmemize uygulamak çok önemlidir.

İşçi sınıfının ileri unsurları, militan sendikacılar yanımızda olmadan toplumu dönüştürmeyi umut edemeyiz. Aynı şekilde, içinde yaşadığımız siyasi yapıda bir değişiklik olmadan işçi sınıfı için maddi kazanımlar elde etmeyi de umamayız. Sosyalizm ve işçi hareketi tek bir mücadele örgütünde birleşmelidir; bu da proletaryanın organik taleplerini görmezden gelerek ya da kuyruğuna takılarak başarılamaz. Pratikte bu, işçi sınıfını gerçekten demokratik bir temelde işleyen ve sosyalizmi yasalarla güvence altına alan yeni bir anayasa talebine kazanmamız gerektiği anlamına gelmektedir.

Amerikan toplumunun anlamlı bir dönüşümü için devrimci bir anayasanın gerekli olduğu fikri yeni değil ve benim fikrim de değil. Bu fikir doğrudan doğruya ülkemizin politik ekonomisindeki ilk büyük özgürlükçü değişimden sorumlu kölelik karşıtlarından gelmektedir. John Brown güneye yürüme ve Virginia’daki köleci gücün kalbine saldırma planını hazırladığında, bu planın tüm kölelik karşıtı hareketin desteğini almasını sağlamak için çok çalıştı.

Bu plan hızla yayıldı ve Chatham, Ontario’da devrim için kapsamlı bir plan hazırlamak üzere bir kongre toplandı. Çoğunluğu oluşturan Siyah delegasyon Brown’un savaş planını kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda bir hükümet seçti ve Brown’un toplumu kökten yeniden düzenleyecek geçici anayasa taslağını onayladı. Kölelik karşıtlarının daha sonra İç Savaş’ın ardından federal hükümete gösterecekleri sadakat, sonunda Yeniden Yapılanma’nın tamamen terk edilmesiyle ödüllendirildi. Kölelik karşıtı hareketin daha önceki devrimci kanadı haklı çıktı ve hedeflerine ancak köle tacirlerinin anayasası yenilgiye uğratıldığında ulaşılabileceği iddialarının doğruluğu kanıtlandı.

Bu o gün olduğu kadar bugün de geçerlidir ve sosyalistler olarak Chatham Konvansiyonu’nun ruhunu 21. yüzyıla taşıma sorumluluğumuz vardır. Yeni bir anayasa için devrimci bir hareket sadece mümkün değil, aynı zamanda Kuzey Amerika’da sosyalizmin inşası için gereklidir. Bu yönde çağrıda bulunanların başında, benim de üyesi olduğum Amerika Demokratik Sosyalistleri içindeki bir fraksiyon olan Marksist Birlik Grubu geliyor.

İzninizle kapanışı Birlik Noktalarımızdan bir alıntıyla yapmak istiyorum:

Ölüler tarafından yazılmış gerici bir anayasaya boyun eğmek zorunda kalan hiç kimse gerçekten özgür olamaz. Sosyalist liderlerin mücadeleci siyasi ajitasyon yoluyla ABD Anayasası’nın halk nezdindeki meşruiyetini aşındırmalarını, eski düzene asla boyun eğmemelerini ve ABD’de bir işçi sınıfı devrimine duyulan ihtiyacı her zaman kabul etmelerini istiyoruz. Devrim meşruiyetini köleci anayasanın yasalarına dayandırmayacaktır. Onu sosyalizm için demokratik çoğunluğun yetkisine dayandıracağız. Kazanmak için milyonlarca emekçi işyerlerinde, seçim sandıklarında ve sokaklarda seferber edilmelidir. Kuzey Amerika’da demokratik sosyalist bir cumhuriyet kazanmak için anayasa mücadelesi veriyoruz. Devrimle şekillenen bu kıtasal cumhuriyet, tüm emekçilerin ve ezilenlerin küresel kurtuluşu için mücadele edecektir.

Türkçeye Çeviren: Yener Çıracı

Kaynakhttps://tempestmag.org/2024/01/lenin-catastrophe-and-revolution/

Paul Le Blanc
Bu yazı için gösterilecek etiket bulunmamaktadır.