Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Küresel kapitalist kriz ve 21. yüzyıl faşizmi: Trump’ın ötesinde

Bu içeriği paylaş:

Öz

Küresel kapitalizm, yapısal boyutu yani aşırı birikimi ve kapitalist egemenliğin genel krizine benzeyen, meşruiyete veya hegemonyaya ilişkin siyasal boyutu içeren organik bir krizle karşı karşıya. Faşizm, ister 20. yüzyılda ister 21. yüzyıl aldığı biçimlerde olsun, kapitalist krize özel bir yanıttır. ABD’deki Trumpizm, İngiltere’deki BREXIT, neo-faşist ve otoriter partilerin ve hareketlerin Avrupa’da ve dünyada çapındaki artan etkisi, küresel kapitalizmin krizine aşırı-sağ yanıtları temsil etmektedir. 20. ve 21. yüzyılın faşist projeleri arasında benzerlikler olduğu kadar önemli farklılıklar da var. İlki, gerici siyasal iktidarın ulusal sermaye ile birleşmesini içeriyordu; ulusötesi sermayenin gerici ve baskıcı siyasal iktidarla birleşmesini içeren ikincisi ulusötesi sermayenin diktatörlüğünün bir ifadesidir. Küresel polis devletine ve 21. yüzyıl faşizmine karşı verilen bir savaş, halk ve işçi sınıfı güçlerinin önderliğindeki geniş anti-faşist ittifakları içermelidir. [1] [2] [3]

Anahtar kelimeler: Küresel kapitalizm, 21. yüzyıl faşizmi, polis devleti, Gramsci, ulusötesi kapitalist sınıf

 

Abstract

Global capitalism faces an organic crisis involving a structural dimension, that of overaccumulation and a political dimension of legitimacy or hegemony that is approaching a general crisis of capitalist rule. Fascism, whether in 20th-century or 21st-century forms, is a particular response to capitalist crisis. Trumpism in the US, BREXIT in the UK, the increasing infuence of neo-fascist and authoritarian parties and movements throughout Europe and around the world, represent far-right responses to the crisis of global capitalism. There are similarities but also important differences between fascist projects of the 20th and 21st centuries. The former involved the fusion of reactionary political power with national capital, whereas the latter involves the fusion of transnational capital with reactionary and repressive political power – an expression of the dictatorship of transnational capital. A fightback against the global police state and 21st-century fascism must involve broad anti-fascist alliances led by popular and working-class forces.

Keywords: Global capitalism, 21st century fascism, police state, Gramsci, transnational capitalist class

 

Modern kriz […] “otorite krizi” adı verilen şeyle ilgilidir. Eğer egemen sınıf, konsensüsünü yitirmişse, yani artık “yönlendirici” değil, yalnızca “hükmeden” ise, sadece baskı gücünü kullanıyorsa bu, büyük kitlelerin, geleneksel ideolojilerinden koptukları ve artık önceden inandıkları şeylere inanmadıkları anlamına gelir. Kriz, tam olarak, eskinin ölmekte olduğu ve yeninin doğamadığı gerçeğinden oluşur. Bu ara dönemde çok çeşitli marazi alametler belirir.

 

Antonio Gramsci (1973, 275-276)

Her şeyden önce ABD’deki Trumpizmin simgelediği neo-faşist, otoriter ve sağ kanat popülist parti ve hareketlerin dünyada artan etkisi faşizmin yeniden yükselip yükselmediğine ilişkin hararetli bir tartışmayı tetikledi.[4] Yeni ortaya çıkan 21. yüzyıl faşizmi projesi fikrine karşı çıkanlar tipik olarak 20. yüzyıl versiyonunu tarif etmekte ve daha sonra yeni yüzyılda bu faşizmle aşırı sağ hareketler arasındaki farklılıklara dikkat çekmektedirler. Sorunun bir kısmı, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde solcu entelektüeller ve eylemciler arasında herhangi bir otoriterliğe veya sağcı saldırganlığa retorik olarak faşizm adını veren kafa karıştırıcı pratikte yatmaktadır. Yeni yüzyılda klasik faşizm ile neo-faşizm akımları arasında benzerliklerin yanı sıra önemli farklılıklar olsa da, yeni yüzyılda faşist projelerin 20. yüzyıldakilerin suretinde yaratılması gerektiğine ilişkin hangi meşru sosyal bilimsel nedenin kabul edilmesi gerektiği konusu benim için açık değil. Tarihsel olarak temellendirilmiş ve teorik olarak bilgiye dayalı analiz, günümüzün aşırı-sağ isyanlarının tam faşizme dönüşebileceği tehlikesini ortaya koymaya yararı olacaksa, o halde bu analiz böyle bir sonucu engellemek için verilen siyasal ve ideolojik mücadelenin bir parçası haline gelecektir.

Faşizm, ister klasik 20. yüzyıl biçiminde isterse 21. yüzyıl neo-faşizminin olası biçimlerinde olsun, 1930’lardaki ve 2008’deki finansal çöküşle başlayan kapitalist krize özel bir yanıttır. Küresel kapitalizm, kapitalist egemenliğin genel krizine benzeyen, inatçı bir yapısal boyutu (aşırı birikim) ve siyasal bir boyutu (meşruiyet ya da hegemonyayı) içeren organik bir krizle karşı karşıya. Faşizmin sınıfsal niteliği, 21. yüzyılda varlığını sürdürmektedir – sermayeyi bu organik krizden kurtarma projesi – ancak dünya kapitalizminin ve krizinin özel tarihsel niteliği, bu dönemde önceki yüzyıldakinde olduğundan önemli ölçüde farklıdır. Aşağıda tartışacağım gibi, dünyada önde gelen kapitalist sektörlerin ulusötesileşmesi, ulus-devlete dayanan bir siyasi otorite sisteminin siyasi çerçevesi içinde gerçekleşiyor. Bu sistem, sistemin yönetemediği ve 21. yüzyıl faşizminin hayaletini anlamamıza faydası olan bir dizi siyasal ve ideolojik çelişki yaratmaktadır.

2008’den beri 21. yüzyıl faşist projelerinin yükselişi hakkında yazıyorum (bkz. Robinson, 2008; 2011; 2014; Robinson ve Barrera, 2012) ve o zamanlar dünyada faşizme saplanmış ülkeler olduğunu hiç ileri sürmedim. Bilakis küresel kapitalizmin benzeri görülmemiş krizi, bir yandan isyancı sol ve halk güçleri, diğer yandan da sınırları açıkça faşist eğilimlere sahip isyancı aşırı sağ arasında keskin bir kutuplaşma ile sonuçlandı. 21. yüzyıl faşizmi projesi, dünyadaki birçok ülkenin sivil toplumlarında yükseliyor. Proje, son yıllarda devlet iktidarını ele geçirme mücadelesinde önemli ilerlemeler kaydetti ve bazı örneklerde kapitalist devlette köprü başını tuttu. Küresel kapitalizmin krizinin faşist bir sonuçla nihayete ermesi kaçınılmaz değildir. Faşist bir projenin kendisini tahkim edip edemeyeceği, tümüyle, toplumsal ve siyasal güçler arasındaki mücadelenin önümüzdeki yıllarda nasıl bir seyir izleyeceğine bağlıdır.

Bu makalede, küresel kapitalizmin kriziyle, Avrupa, ABD, Latin Amerika ve dünyanın başka yerlerinde görünür olan 21. yüzyılın faşist eğilimleri ile küresel bir polis devletinin yükselişi arasındaki bağlantıyı incelemek istiyorum. 21. yüzyılın faşizminin özünde ulusötesi sermayenin devletteki gerici siyasal gücünün ve sivil toplumdaki neo-faşist güçlerle nirengilenmesi olduğunu vurgulayacağım. İzleyen bölümde, küresel kapitalizmin krizi ve küresel polis devletinin yükselişi hakkında başka bir yerde daha ayrıntılı olarak tartıştığım hususları özetleyeceğim (bkz. Robinson, 2014; 2018a; 2018b).

 

Küresel Kapitalizmin Krizi ve Küresel Polis Devleti

Dünya kapitalist sistemindeki her bir ana kriz dönemi, yeni kurumsal düzenlemeler, sınıfsal ilişkiler ve er ya da geç sistemin yeniden dengelenmesi ve yenilenmiş kapitalist genişleme ile sonuçlanan birikim faaliyetleri de dâhil olmak üzere sistemin yeniden istikrarlı hale gelmesine yol açarak devletin meşruiyetinin aşınmasını, sınıfsal ve toplumsal mücadelelerin ve askeri çatışmaların tırmanmasını içermektedir. Sözümona krizden çıkmanın tek yolu sistemi yeniden yapılandırmak olduğu için yapısal kriz yaklaşık olarak her 40-50 yılda bir yaşanır. Yeni bir sömürgecilik ve emperyalizm dalgası, 1870’lerin ve 1880’lerin ilk kaydedilen yapısal krizini çözdü. Bir sonraki yapısal kriz, 1930’ların Büyük Buhranı, Fordizm – Keynesçilik, sosyal demokrasi, New Deal kapitalizmi gibi “sınıfsal uzlaşma” olarak anılan yeni bir tür yeniden dağıtım kapitalizmi ile çözüldü.

Sermaye, bir sonraki yapısal kriz olan 1970’lerin krizine; küreselleşerek, gerçekten ulusötesi sermayenin ve küresel olarak bütünleşmiş üretim ve finans sisteminin yükselişiyle nitelenen, dünya kapitalizminin niteliksel açıdan yeni bir ulusötesi ya da küresel aşamasının zeminini hazırlayarak cevap verdi. Yeni ortaya çıkan Ulusötesi Kapitalist Sınıf (UKS), küreselleşerek, birikimi, ulus devletin kısıtlamalarından kurtarmaya ve dünya çapında sınıfsal ve toplumsal güçlerin karşılıklı ilişkisini kendi lehine değiştirmeye çalıştı. Ulusötesi sermaye, 1980’lerde ve 1990’larda, bilgisayar ve bilişim – enformatik gibi yeni teknolojilerle, neoliberal politikalarla ve yüz milyonlarca insanı yerinden eden yeni bir ilk birikim çevrimi dâhil olmak üzere, küresel işgücünü seferber etme ve sömürme yöntemlerini içeren aşırı birikimle büyük bir genişleme yaşadı. UKS, küresel kaynaklar, kurumlar, siyasal sistemler, medya ve kültür endüstrileri üzerinde olağanüstü miktarda ulusötesi güç ve kontrol topladı (UKS konusunda bkz. Robinson, 2004; 2014; Robinson ve Sprague, 2018).

Kapitalist küreselleşme, dünya çapında benzeri görülmemiş toplumsal kutuplaşma ile sonuçlandı. Kalkınma ajansı Oxfam’a (2018) göre, 2015 yılında insanlığın yalnızca yüzde biri dünyanın zenginliğinin yarısından fazlasına sahiptir. En tepedeki %20’si bu zenginliğin %94,5’ine sahipken, geri kalan %80’inin sadece %4,5’i ile idare etmesi gerekiyor. Gezegenin zenginliğinin azınlığın elinde bu şekilde aşırı toplanması ve çoğunluğun hızla yoksullaşması ve mülksüzleşmesi, UKS’nin biriktirdiği büyük miktardaki artıktan kurtulmak için üretken pazarlar bulamadığı anlamına gelir. Küresel ekonomideki bir dizi tali sarsıntı küresel finans sisteminin 2008’deki çöküşünün başlangıcı oldu. 1930’lardan bu yana yaşanan en kötü kriz olan Büyük Durgunluk, kârlı yeniden yatırım için pazar bulamayan birikmiş sermayeyi ifade eden derin bir yapısal aşırı birikim krizinin başlangıcının işareti oldu. 2008 krizi sonrasında şirket kârları artarak rekor seviyelere ulaşırken şirket yatırımları azaldı (The Economist, 2016, 11). Yatırılmamış sermaye biriktikçe, bu artıktan kurtulmak amacıyla pazarlar bulunması için muazzam bir baskı oluşmaktadır. Kapitalist gruplar, kâr etmek amacıyla yeni fırsatlar yaratması için devletlere baskı yapmaktadırlar. Neoliberal devletler, durgunluk karşısında birikimi sürdürmek için son yıllarda birbiriyle ilişkili birkaç mekanizmaya yöneldiler.

Bunlardan ilki borca dayalı büyümedir. Küresel ekonomi için uzun süredir “son çare pazarı” olan Amerika Birleşik Devletleri’nde, hane halkı borcu 2017’de savaş sonrası dönemin neredeyse tamamından daha yüksekti (Oyedele, 2017). Neredeyse her OECD ülkesinde hanehalkı borcunun gelire oranı tarihsel olarak yüksek olmaya devam etmekte ve 2008’den bu yana istikrarlı biçimde kötüleşmektedir (OECD, 2018; André, 2016). Dünya genelindeki toplam devlet borcunun bir göstergesi olan küresel tahvil piyasası 2008’den bu yana artmış ve şu anda 100 trilyon doları aşmıştır (O’Bryne, 2015). ABD’nin borcu 2017’de 20 trilyon doları aştı, toplam küresel borç o yıl 215 trilyon dolara ulaşmıştı (Federal Reserve Bank 2018; Scutt, 2017).

Borca dayalı bu büyümeyle yakından ilgili olan ikinci mekanizma ise hükümetlerin çalışan kesimlerden UKS’ye, doğrudan ve dolaylı olarak, servet aktardığı kemer sıkma, şirket kurtarma, kurumsal teşvikler ve açık harcama gibi yollarla kamu maliyesinin yeniden yapılandırılmasıdır. Hükümetler, bütçe açıklarını kapatmak ve ekonominin yoluna devam etmesini sağlamak ve ayrıca için özel birikimi desteklemek için yatırımcılara tahvil ihraç etmektedir. Daha sonra işçi sınıfının cari ve gelecekteki ücretlerini vergilendirmek suretiyle bu tahvilleri yatırımcılara faiziyle birlikte geri ödemeleri gerekmektedir. Üçüncü mekanizma ise, üretken ekonomi ile “hayali sermaye” arasındaki yarığı genişleten finansal spekülasyon artışıdır. Finansal endüstrinin deregülasyonu ve son yıllarda küresel olarak bütünleşmiş bir finans sisteminin oluşturulması, UKS’nin trilyonlarca doları spekülasyona yöneltmesine olanak verdi. Gayri-safi dünya hasılası ya da dünya çapında üretilen mal ve hizmetlerin 2017’deki toplam değeri 75 trilyon dolar iken (Dünya Bankası, 2017: 1), o yıl tek başına döviz spekülasyonunun günde 5.3 trilyon dolara ulaştığı (McLeod, 2018) ve küresel türev piyasasının akıllara durgunluk verecek biçimde 1.2 katrilyon dolar değerinde olduğu tahmin edildi (Maverick, 2018).

Dördüncü mekanizma, günümüzde kapitalist küreselleşmenin öncüsü olan ve tüm küresel ekonominin dijitalleşmesini yönlendiren aşırı değerlenmiş teknoloji sektöründe devam eden yatırım dalgalarıdır. Kurumsal yatırımcılar, özellikle spekülatif hedge ve yatırım fonları, durgunluk karşısında yatırılmamış sermaye için büyük bir yeni pazar yerine dönüşen teknoloji sektörüne 2008 Büyük Durgunluğu’ndan beri milyarlarca dolar akıttı. Bilgi teknolojisi sektörüne yatırım 1970’lerde 17 milyar dolardan 1990’da 175 milyar dolara, 2000’de 496 milyar dolara yükseldi ve ardından 2017 sona ererken 700 milyar doları aştı (Federal Reserve Bank, 2017). Dijitalleşme büyümeyi hızlandırabilirken, finansal aracılar gibi kimi platformlar, bu değerin esas parçasının kaymağını yemek için üretimin çevrimi ve değerlerin dolaşımına aracılık etmek eğilimindedir. Teknoloji sektöründe biriken devasa nakit rezervi ve kârlar, artı-değerdeki aslan payını kiralar aracılığıyla dijital kapitalistlere temellük etse bile yeni bir değer üretimini temsil etmemektedir (mükemmel tartışma için bkz. Srnicek, 2017). Aynı zamanda, küresel ekonominin başlıca sektörlerinin dijital olarak yok edilmesi için hazırız. Her şey dijitalleştirilebilir ve bu giderek neredeyse her şey demektir. Otomasyon artık sanayi ve finanstan tüm hizmet dallarına, hatta hazır yemek sektörüne ve tarıma yayılıyor, çünkü UKS üyeleri ücretleri düşürmeyi ve rakiplerini yenmeyi amaçlıyor.

Sonuçta, dijitalleşme – emeğin yerine teknoloji koyduğu ölçüde – maliyetleri sıfıra yaklaştırır. Kapitalizmin tüm çelişkileri yoğunlaşıyor. Kâr oranı azalıyor. Realizasyon sorunu ağırlaşıyor. Emek piyasalarına esaslı devlet müdahalesi ve yeniden dağıtım politikalarına teşvik olmaksızın, yeni gelişen dijital ekonomi aşırı birikim sorununu çözemez. Ayrıca dijitalleşmenin, devletlerin, ulusötesi hareketli sermayeye, özellikle küresel olarak sermayenin hegemonik fraksiyonu olan ulusötesi finans sermayesine herhangi bir düzenleme dayatma kabiliyetini zayıflatacağına inanmak için her türlü neden vardır. Dolayısıyla bu, devletin meşruiyet sorunlarını ağırlaştırır. Sonuç, küresel ekonomide her zamankinden daha büyük olan temelde yatan istikrarsızlıktır.

Ulusötesi elitler, krize nasıl yanıt verileceği konusunda fazlasıyla bölünmüştür. UKS ve pek çok siyasi temsilcisi, krizin aşağıdan kontrol edilemeyecek bir isyana yol açacağından endişe duyuyor. Lüks mücevher şirketi Cartier’in sahibi milyarder Johann Rupert, yoksullar arasındaki toplumsal ayaklanma düşüncesinden geceleri uyuyamadığını itiraf etti (Roberts ve Mulier, 2015). Eşi görülmemiş küresel eşitsizlikler ancak daha baskıcı ve her yerde mevcut olan toplumsal kontrol sistemleriyle sürdürülebilir. Sistemin toplumsal kontrole olan siyasal ihtiyacı ile birikimi sürdürmek için elzem iktisadi ihtiyacı etrafında bir yakınlaşma var. UKS’nin bir birikim aracı olarak savaşta, çatışmada ve baskıda bir çıkarı vardır. Savaş ve devlet destekli baskı giderek özelleştirildi, çok sayıda kapitalist grubun çıkarı, siyasi, toplumsal ve ideolojik iklimi, Ortadoğu’da olduğu gibi, toplumsal çatışmanın yaratılması ve sürdürülmesine ve savaş, baskı, gözetim ve toplumsal kontrol sistemlerinin genişletilmesine doğru kaydırıyor.

“Küresel polis devleti” terimi, birbiriyle ilişkili üç gelişmeye işaret eder. Birincisi, küresel işçi sınıfının ve “artık insanlığın” gerçekleşmekte olan ve potansiyel isyanını zapt etmek için yönetici gruplarca desteklenen kitlesel toplumsal kontrol, baskı ve savaşa ilişkin her zamankinden daha çok her yere yayılmış sistemlerdir. İkincisi, küresel ekonominin durgunluk karşısında kâr elde etmenin ve sermaye birikimini sürdürmenin araçları olarak daha çok bu savaş, toplumsal kontrol ve baskı sistemlerinin geliştirilmesi ve uygulanmasına giderek daha fazla dayanıyor olmasıdır. Buna askerileştirilmiş birikim ya da baskı yoluyla birikim adını veriyorum. Üçüncüsü, 21. yüzyıl faşizmi veya daha geniş anlamda totaliter olarak nitelendirilebilecek siyasi sistemlere doğru artan yönelimdir (“küresel polis devleti” kavramı hakkında ayrıntılı tartışma için bkz. Robinson, 2018a; 2018b).

ABD’de 11 Eylül 2001’de yaşanan olaylar küresel polis devletinin inşasında bir dönüm noktasıydı. ABD, küresel ekonominin militarizasyonunu büyütmek için saldırılardan yararlandı. ABD ve dünyadaki diğer devletler çok acımasız terörizm karşıtı güvenlik yasalarını geçirdi ve askeri (“savunma”) harcamaları artırdı. Pentagon bütçesi 1998 ve 2011 yılları arasında reel olarak %91 artarken, askeri endüstrinin kârı neredeyse dört katına çıktı. Dünya genelinde toplam savunma harcamaları (askeri, istihbarat teşkilatları, Ulusal Güvenlik/Savunma) 2006’dan 2015’e %50 arttı, 1.4 trilyon dolardan 2.03 trilyon dolara yükseldi (Project on Defense Alternatives, 2011; Robinson, 2017; Fahey, 2011). Uyuşturucu ve terörizme ilişkin düzmece savaşlar; göçmenlere, mültecilere ve çetelere (ve daha genel olarak yoksul, koyu tenli ve işçi sınıfı gençlerine) beyan edilmemiş savaşlar; sınır duvarlarının ve göçmen gözaltı merkezlerinin inşası; hapishane-endüstriyel kompleksinin yayılması; sınır dışı etme rejimleri ve polise bağlı, askeri ve diğer güvenlik aygıtlarının genişlemesi – tüm bunlar devlet tarafından organize edilen başlıca kâr elde etme kaynaklarıdır.

Askerileştirilmiş birikim çevrimleri, ya askeri gücün hemen ardından ya da devletlerin ulusüstü şirket sermayesine toplumsal kontrol ve savaşın imali ve yürütülmesini ihale etmesi aracılığıyla, dünya çapında sermaye birikimi için cebren fırsatlar yaratmaktadır. Bu nedenle dünya çapında çatışmaların yaratılması ve toplumsal hareketlerin ve savunmasız nüfus gruplarının baskı altına alınması siyasal hedeflerin ötesinde bir birikim stratejisi haline gelir (tartışma için bkz. Robinson, 2014, özellikle bölüm 5; 2018a; 2018b). Askeri harcamaların küresel ekonominin açık damarlarından akmasının tali etkileri –yani küresel üretimin, hizmetlerin ve finansal sistemin bütünleşmiş ağ yapıları– nedeniyle küresel savaş ekonomisinin askeri ve askeri olmayan boyutlarını birbirinden ayırmak giderek zorlaşıyor. Bu bağlamda ve küresel polis devleti için hayati öneme sahip olan, dijitalleşme ile ilgili yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve şimdi dördüncü sanayi devrimi olarak adlandırılan şeydir. Bu yeni teknolojiler, bu teknolojilerin askeri bakımdan uygulanması ve özel birikimin devletin askerileşmesiyle daha fazla birleşmesi de dâhil olmak üzere, savaşı, toplumsal kontrolü ve yeni yüzyıldaki özel ve devletin şiddet yöntemlerini kökten değiştirdi (bkz. Levine, 2018).

Dijitalleşme böylece küresel bir polis devletinin oluşturulmasını mümkün hale getirmektedir. UKS ve devlet aygıtları, hem elindeki aşırı birikimden kaynaklı ekonomik krizi çözmeye ve hem de bu krizin siyasal koşullarını, yani küresel isyanın yayılmasını ve bu küresel isyanın (henüz gerçekleşmemiş olan) sistemi ortadan kaldırma potansiyelini  yönetmeye çalışmaktadır. Dijitalleşme, sermayeyi yoğunlaştırdığı, kutuplaşmayı arttırdığı ve artık emek kesimini büyüttüğü için, egemen gruplar gerçekleşen ve potansiyel direniş karşısında kitlesel toplumsal kontrolü sağlamak ve bastırmak için yeni teknolojileri kullanmaya yönelmektedir. Daha gelişmiş dijitalleşmeyle mümkün olan yeni savaş, toplumsal kontrol ve baskı sistemleri, her hareketin izlenmesine ve kontrol edilmesine olanak sağlayan küresel elektronik gözetimi içermektedir. Bu sistemler şimdi dünyadaki çatışma alanlarını aktif savaş bölgelerinden askerileştirilmiş şehirlere ve kırsal bölgelere yaymaktadır (bkz. Graham, 2011). Bunlar, yeni mekânsal çevreleme biçimlerine ve dışlanmışların kontrolüne olanak sağlayan bir alanın yeniden yapılandırılmasıyla birleşir. Sonuç, isyan eden topluluklara, özellikle de ırksal olarak ezilen ve etnik açıdan zulmedilen, dini azınlıklar, göçmenler, mülteciler ve diğer savunmasız topluluklara karşı kalıcı düşük yoğunluklu savaştır.

Küresel ekonomi, militarizasyona ve çatışmaya ne kadar çok bel bağlarsa, savaşa o kadar çok yol açar ve insanlık için tehlike o kadar artar. Mevcut kapitalist küreselleşme sürecine gömülü bir savaş dürtüsü var. Tarihsel olarak savaşlar, kapitalist sistemi krizden çıkarır ve aynı zamanda dikkatleri siyasi gerilimlerden ve meşruiyet sorunlarından uzaklaştırmaya yarar. Şimdi bu savaş dürtüsü, dijitalleşme aracılığıyla yeni bir dünya kapitalist yeniden yapılandırma süreci ile birlikte ölümcül bir bileşime doğru ilerliyor. Özel birikim devletin militarizasyonu ile birleştiğinde, Silikon Vadisi ve Wall Street’in kaderi savaş ve baskıya bağlı hale gelir. Küresel polis devleti ile 21. yüzyıl faşizmi iç içe geçmiş durumdadır. Küresel polis devleti, faşist projelerin yükselişi için elverişli koşullar yaratmaktadır. Yukarıda tanımlanan küresel polisliğin üç boyutu bir birlik teşkil etmektedir; o halde 21. yüzyıl faşizmi küresel polis devletiyle ilişkili biçimde analiz edilmelidir.

 

20. ve 21. Yüzyıl Faşizmi

Faşizm, ister klasik ister 20. yüzyıl biçiminde ister 21. yüzyıl neo-faşizminin muhtemel biçimlerinde olsun, kapitalist krize özel bir yanıttır. ABD’de Trumpizm, İngiltere’de BREXIT, Avrupa genelinde (Polonya, Almanya, Macaristan, Avusturya, İtalya, Hollanda, İngiltere, Danimarka, Fransa, Belçika ve Yunanistan)[5] ve İsrail, Türkiye, Filipinler, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde neo-faşist ve otoriter parti ve hareketlerin artan etkisi, küresel kapitalizmin krizine aşırı sağın yanıtını temsil etmektedir. Bunlar kapitalist egemenliğin genel krizinin belirtisidir. Kapitalizmin organik krizlerinin nesnel ve öznel boyutları vardır. Herhangi bir ülkedeki özel koşullar her zaman küresel sistemdeki daha genel koşullarla bağlantılıdır. Bu örnekte, söz konusu genel koşullar, tümüyle bütünleşmiş bir küresel ekonominin ve toplumun yükselişi ve yeni küresel kapitalizmin derin yapısal ve kültürel krizidir. Yukarıda tartışılan aşırı birikimin ve durgunluğun yapısal boyutu, devletin meşruiyeti ve kapitalist hegemonyanın kriziyle birlikte ağırlaştı.

Burada, tabi grupların kendi “aktif rıza”larını hâkimiyet sistemine ödünç verdikleri özel bir toplumsal hâkimiyet ilişkisine, hegemonyaya, gönderme yapan Gramsci’ye başvurmalıyız. Hegemonya projeleri sadece yönetmeyi değil, sınıfsal ittifaklara dayanan siyasal ve ideolojik liderliği içermektedir. Böyle bir hegemonya sürekli yeniden kurulmalıdır, çünkü hegemonik veya konsensüse dayalı hâkimiyet olasılığı hem ideolojik hem de maddi temellere dayanmaktadır. Bu nedenle hegemonya, tabi gruplar arasında yeterli sayıda insanın toplumsal yeniden üretimine imkân tanıyan maddi bir temeli ya da maddi koşulları, kurumları ve buna eşlik eden normları gerektirmektedir. Hiçbir hâkim sınıf, çeşitli meşruiyet mekanizmaları geliştirmeden ve toplumsal bir temeli teminat altına almadan hegemonya tesis edemez – kimilerinin maddi ödül aracılığıyla konsensüse dayalı bütünleşmesi ve sistemin soğurmaya isteksiz olduğu veya soğuramadığı diğerlerinin zor aracılığıyla dışlanmasının bileşimi.

Bunun ötesinde, Gramsci’ye göre, bir sınıf veya sınıf fraksiyonu, kendi çıkarlarını genel çıkar olarak sunabildiği ölçüde ve “hâkim grubun çıkarlarının hüküm sürdüğü, ancak sadece belli bir noktaya kadar, yani kurumsal ekonomik çıkarlarından imtina ettiği” (Gramsci, 1971, 182, vurgu benim) müddetçe hegemonyaya ulaşır. Başka bir yerde uzun uzadıya tartıştığım gibi (bkz. Robinson, 2004), 1980’lerde ve 1990’larda yeni ortaya çıkan ulusötesi elitler küresel bir kapitalist tarihsel blok inşa etmek üzere işe koyuldu. Tarihsel blok, hâkim tabaka ve yöneten grubun ötesinde toplumsal bir temeli içeren tümel bir kümedir ve burada bir grup liderliği ve bloğa dâhil edilenlerin rızasıyla projesini uygular. Tarihsel bloğu inşa ederken başarılı olmak için, yönetici grubun sınıf projesini genel çıkar olarak sunabilmesi ve maddi mükafat ve ideolojik liderliğin bileşimiyle blokta yer alanların aktif desteğini kazanabilmesi ve dolayısıyla, Gramsci’nin verdiği adla, genişlemeci hegemonyayı elde edebilmesi gerekir.

Küreselleşme, neoliberalizm ve “TINA” (“başka alternatif yok”) sendromunun “ortak duyu” olduğu haline gelir gibi göründüğü 1990’larda bir müddet ulusötesi elitler bu tarihsel bloğu tesis etmeye muktedir olarak belirdi. Ancak bloğu sağlamlaştırma çabalarının karşılık bulmasının zor olduğu anlaşıldı. UKS, ulusal düzenleyici kontrollerin sınırlandırmadığı ve aşağıdan kitlesel baskıya karşı görünüşte dayanıklı görünen kendi kurumsal yalın çıkarlarının peşinde koşmaya yöneldi. Küresel kapitalizm, gerçek bir gangster, daha yırtıcı bir kapitalizm haline geldikçe, artık hegemonyasını teminat altına almak için küresel işçi sınıfının toplumsal yeniden üretimini güvence altına almak şöyle dursun; “genel çıkarı” temsil edemez; hatta ediyormuş gibi bile davranamaz. Bu koşullar altında, baskıcı tahakküm ve zor aracılığıyla dışlama, konsensüse dayalı içerme karşısında üstün görünmektedir. Yüzyılın başlarında, karşı-hegemonik güçler neoliberalizmin tahribatına karşı ve küresel adalet için, ulusötesi bir hareketi bir araya getirmeye başladı, bunu 2008 finansal çöküşünün ardından küresel bir isyan izledi.

Gramsci, bir siyasi otorite veya hegemonya krizi organik bir çözüm bulamadığında, bu durum “faktörlerinin benzeşmediği ancak asıl belirleyicisi ilerici güçlerin olgunlaşmamışlığı olan statik bir dengenin var olduğu anlamına gelir” diye yazdı. “Bu, hiçbir grubun -ne muhafazakârların ne de ilericilerin- zafer kazanacak gücünün olmadığı anlamına gelir. Öyle ki muhafazakâr grup bile bir ustaya ihtiyaç duymaktadır” (Gramsci, 1971, 221). Gramsci, bu uğraklarda, “krizin, kısa vadede tehlikeli durumlar yarattığını, çünkü nüfusun çeşitli katmanlarının, kendilerini hızla aynı anda yönlendirme ya da aynı ritimle yeniden düzenleme kabiliyetine sahip olmadığını” belirtir (1971, 210). Gramsci’nin analizi, mevcut konjonktürü, krize verilen sol/ilerici ve aşırı sağ yanıtlar arasındaki keskin bir siyasi kutuplaşmanın (ve aslında “ilerici güçlerin olgunlaşmamasının”) tanımlanmasında çok başarılıdır; buna rağmen 1920’lerde ve 1930’larda Avrupa’da faşizmin yükselişine atıfta bulunmuştur.

Bu durumda 21. yüzyıl faşizmi 20. yüzyıldaki selefiyle ne paylaşıyor ve farklı olan nedir? Her şeyden önce, 20. yüzyıldaki faşizm, gerici siyasal iktidarın ulusal sermaye ile birleşmesini içeriyordu. Kısmen, 19. yüzyılın başlarında emperyalist fetihlerde ve I. Dünya Savaşı’nda Alman yenilgisini müteakip 1930’larda faşist bir tepkiye yol açan husus, kriz tam tekmil vurduktan sonra, Alman ve İtalyan ulusal sermayelerinin diğer Avrupalı güçlerin ulusal sermayeleriyle daha fazla rekabet edememesiydi. Buna karşıt, 21. yüzyıl faşizmi ulusötesi sermayenin, ulusötesi sermaye diktatörlüğünün bir ifadesi olan gerici ve baskıcı siyasal iktidarla birleşmesini içermektedir.

Bunun yanı sıra, 1930’larda Almanya, İtalya ve İspanya’da iktidara gelen ve birçok Avrupa ülkesinde iktidarı elde edemeyen (bkz. Paxon, 2004; Eco, 1995) ve ABD ve bazı Güney Amerika ülkelerindeki faşist projelerin, güçlü işçi sınıfı ve sosyalist hareketleri bastırmak gibi temel bir amacı vardı. Ancak ABD, Avrupa ve başka yerlerde, sol ve örgütlü işçi sınıfı şimdi tarihsel olarak zayıf bir noktada. Bu örneklerde, 21. yüzyıl faşizmi, küresel bir polis devletinin genişlemesi aracılığıyla işçi sınıfına ve kitlesel direnişin yayılmasına önleyici bir saldırı olarak ortaya çıkmaktadır. Dördüncü sanayi devrimi, “artık insanlığın” sayısını artırmayı ve ayrıca UKS’ye daha fazla rekabet baskısı yapmayı taahhüt etmekte, böylece UKS’nin küresel işçi sınıfına daha baskıcı ve otoriter çalışma disiplini biçimleri dayatma ihtiyacını arttırmaktadır.

Üstelik küresel bir polis devleti, “artık insanlığı” zor aracılığıyla dışlamayı merkezi olarak hedeflemektedir. Dünya kapitalizminin küreselleşme yoluyla yeniden yapılandırılması,   artık emek nüfusunu büyük ölçüde arttırdı. Artık emeğin üretildiği süreçler küreselleşme sürecinde ivme kazandı. Mekânsal yeniden örgütlenme, ulusötesi sermayenin, örgütlü emeğin toprağa bağlı gücünü kırmasına ve parçalanma, esnekleşme ve emeğin ucuzlamasına dayalı yeni sermaye-emek ilişkileri kurmasına yardım etti. Krizler, sermayeye, daha az sayıda işçiyi daha çok üretkenliğe zorlama sürecini hızlandırma fırsatı vermektedir. Yeni devasa bir ilk birikim süreci ve yüzlerce milyon insanın yerinden edilmesiyle birleşen bu gelişmeler, Marx’ın tartıştığı geleneksel yedek işgücü ordusunun ötesine geçen yeni bir küresel artık işgücü ordusuna yol açtı.

Küresel kapitalizm “artık insanlığı” doğrudan kullanmaz. Ancak, her yerde ücretleri baskı altında tutmak ve 21. yüzyılın yeni kölelik sistemlerini mümkün kılmak (yeni kölelik için bkz. Patel ve Moore, 2017: 30) için dolaylı olarak kullanır. “Artık insanlık” tüketemez ve dolayısıyla ulusötesi sermaye için önemli bir pazar oluşturmaz. Hâkim gruplar, “artık insanlığın” hem gerçek hem de potansiyel isyanının nasıl içerileceğine ilişkin çetin meseleyle karşı karşıyadır. Dünya kapitalizmi büyük genişlemesinin sınırlarına ulaştığında, yeni alanlar şiddet marifetiyle açılmalı ve bu alanlardaki halklar küresel polis devleti tarafından bastırılmalıdır. Zor aracılığıyla dışlama mekanizmaları; kitlesel tutuklamaları ve hapishane-endüstriyel komplekslerinin yayılmasını, her tarafa yayılan polisliği, göçmen karşıtı yasaları ve sınır dışı etme rejimlerini ve mekânın yeni yollarla çıkar amaçlı kullanımını içermektedir. Böylece hem güvenlikli siteler hem de gettolar özel güvenlik görevlileri ordusu ve teknolojik açıdan gelişmiş gözetleme sistemleri, her yerde mevcut olan, genellikle paramiliterleşmiş polislik, “öldürücü olmayan” kitle kontrol yöntemleri ve kültür endüstrilerinin ve devletin ideolojik aygıtlarının küresel kapitalizmin kurbanlarının tehlikeli, ahlaksız ve kültürel olarak yozlaşmış olarak insanlıktan çıkarılması için seferber edilmesiyle kontrol edilmektedir. Devletler, bu artık nüfus içinde meşruiyeti elde etme çabalarından vazgeçmekte ve bazı durumlarda soykırım eğilimiyle birlikte yoksullara ve mülksüzleştirilmişlere suçlu muamelesi yapmaya yönelmektedir.

Ancak bu mekanizmalar, dışlananlar arasında ayartma ve pasifliği hedefleyen ideolojik kampanyaları da içerir. Entelektüel üretim araçları, kitle iletişim araçları, eğitim sistemi ve kültür endüstrileri üzerindeki kontrolü aracılığıyla siyasal egemenliği sağlamadaki ulusötesi sermayenin yeni yeteneği, kültür ve toplum alanlarına, yaşam dünyasının kendisine, daha derin ve topyekûn nüfuz etmesini sağlamaktadır. Kurumsal pazarlama stratejileri, arzu ve libidoyu manipüle ederek depolitize eder, böylece dışlananların şikâyetleri ve gerçekleşmemiş özlemleri toplu seferberlik yoluyla sisteme siyasal talepler olarak iletilmek yerine küçük tüketime ve fanteziye yönlendirilir.

Bu bağlamda, daha önceki çalışmalarımda, bu dijital çağda medya üzerindeki kontrol ve imge ve sembollerin akışı aracılığıyla siyasal ve ideolojik tahakkümün artan rolünün herhangi bir 21. yüzyıl faşizmi projesini daha karmaşık hale getireceğini ve yeni panoptik gözetim ve toplumsal kontrol teknolojileri ile birlikte, aşağıdan bir isyan, UKS egemenliğini gerçekten tehdit etmediği sürece 21. yüzyıl faşizminin genelleştirilmiş baskıdan daha seçici baskıya muhtemelen olanak sağlayacağını ileri sürdüm. Bu yeni toplumsal kontrol ve ideolojik tahakküm tarzları sınırları bulanıklaştırır, böylece (resmi temsili kurumlar, anayasa, siyasi partiler ve seçimlerle birlikte) anayasal ve normalleşmiş bir neo-faşizm söz konusu olabilir, aynı zamanda siyasi sistem, ulusötesi sermaye ve temsilcileri tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilir ve sistemi tehdit eden herhangi bir muhalefet tasfiye edilmediği takdirde etkisizleştirilir (bkz. Robinson ve Barrera, 2012). Küresel polis devleti ve 21. yüzyıl faşizmine yönelik dürtü frenlenmediği takdirde, kopuştan ziyade anayasal düzeninin “sönümlenmesine” tanık olabiliriz.

 

21. Yüzyıl Faşizminin Toplumsal Temelleri

Yirminci yüzyıl faşizmi, nüfusun önemli bir bölümünü temsil eden orta sınıfların ve küçük burjuvazinin statülerinin istikrarsız bir hal aldığı ve proletaryanın saflarına doğru hareket etme tehlikesi söz konusu olduğu bir zamanda, kapitalist gelişmenin daha erken bir aşamasında kök saldı. Faşist hareketler egemen gruplara, her ne kadar bu hareketler işçi sınıfı içinden devşirilse de, orta sınıfların ve küçük burjuvazinin sadakati için kitlesel işçi sınıfı partileriyle başarılı bir şekilde rekabet edebilme yeteneğini sağladı. Bu tabakalar,  kapitalizmin krizini çözmeye çalışan ulusal kapitalist sınıfların elindeki araçlar, faşist hareketlerin temel toplumsal tabanı olarak görülmeye başlandı (Rosengarten, 2014). Orta sınıflar ve küçük burjuvazi, kendi geçim kaynaklarına sahip olan ve dolayısıyla emeklerini sermayeye satmak zorunda olmayan katmanlardır; aralarında küçük esnaflar, iş insanları, bağımsız zanaatkârlar ve profesyoneller, aile çiftçileri ve diğer küçük meta üreticileri yer alır. Bu tabakalar, 20. yüzyılın ikinci yarısında ve özellikle küreselleşme çağında proleterleşmenin hız kazanmasıyla dünya kapitalizminin merkezlerinde giderek önemsiz hale geldi. Küçük burjuvaziye ilişkin analiz mevcut siyasi süreçlerin değerlendirilmesinde önemini korumakla birlikte, bu sınıf, 21. yüzyıl faşizminin zafer kazanması için uygun bir toplumsal temel sağlayabilecek kadar yeterli sayıda kitle oluşturmaz.

Bugün bu rolü, dünya kapitalizminin merkezlerinde işçi sınıfının belli kesimi oynuyor. Yirmi birinci yüzyılın faşist projeleri, güvensizlik ve aşağıya doğru hareketlilik ve sosyo-ekonomik istikrarsızlaşma korkusu yaşayan Küresel Kuzey’deki beyaz işçilerin ve Küresel Güney’deki kentsel orta tabakalar gibi küresel işçi sınıfının tarihsel olarak ayrıcalıklı kesimleri arasından bir kitle temeli yaratmaya çalışıyor. 20. yüzyılın selefinde olduğu gibi, proje de keskin kapitalist kriz zamanında kitlesel korku ve endişeyi, ABD ve Avrupa’daki göçmen işçiler, Müslümanlar ve mülteciler, Güney Afrika’daki Güney Afrikalı göçmenler, Hindistan’daki Müslümanlar ve alt kastlar, Filistin’deki/İsrail’deki Filistinliler veya Brezilya’daki daha koyu tenli ve aşırı yoksul nüfus gibi günah keçisi ilan edilmiş topluluklara yöneltmenin psiko-sosyal mekanizmasına dayanmaktadır. Aşırı sağ güçler; yabancı düşmanlığına ilişkin söylemsel repertuvar, idealize edilmiş ve efsanelere dayanan bir geçmiş, binyılcılık (millennialism), savaşı, toplumsal şiddeti ve tahakkümü normalleştiren hatta yücelten militarist ve eril kültür ve en savunmasız olanlara yönelik empati yerine onları aşağılayan ırk/kültür üstünlüğünü içeren mistikleştirici ideolojiler aracılığıyla bu projeyi sürdürür. Bu neo-faşist cazibenin anahtarı, aşağı doğru hareketliliği ve toplumsal istikrarsızlığı önlemek veya tersine çevirmek; istikrar ve güvenlik duygusunu iyileştirmek için verilen sözdür.

21. yüzyıl faşizminin bu söylemsel repertuvarı, elbette, Umberto Eco’nun “gelenek kültü”, “çeşitlilik korkusu”, kuşatılmışlık duygusu, açık bir toplumsal kimlikten yoksunluk hissi, “seçici popülizm” ve Orwellci “Newspeak” (yeni-dili) (Eco, 1995) olarak nitelendirdiği şey dâhil klasik 20. yüzyıl faşizmiyle ilgili birçok özelliği paylaşmaktadır. Ancak, vurguladığım gibi, bu söylemsel ve duygusal unsurlar dünya kapitalizminde farklı bir tarihsel uğrakta, çok farklı koşullarda ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar kapsamlı tartışmanın yeri burası olmasa da aşırı erilleşmeyle ilgili olarak, genel olarak kadınların aşağılanması ve Trump’ın (ve başkalarının yanı sıra Filipinler’deki Duterte’nin) cinsel saldırganlığı neredeyse onun iflah olmaz tabanı arasında onaylanan bir özellik gibi görünüyor. Bu olgu, toplumsal ve ekonomik hadım edilme korkusu olanların cinsel bir yüceltimi olabilir. Empati yerine aşağılama meselesi konusunda Trump’ın, yoksul ülkelerin “boktan ülkeler” olduğu konusundaki kötü yorumlarını, engelli bir muhabirle alay etmesini ve benzerlerini düşünün. Bu tür kamusal aşağılama gösterilerini savunmasız gruplara yönelik saldırganlık ve baskı politikalarıyla neo-faşist bir projeye kitlesel toplumsal temeli sağlayanların ortak duyuya dayalı bilincinde söylemsel veya psiko-sosyal meşrulaştırmayı sağladıkları süreçle ilişkilendirmek analitik olarak çok fazla genişletmek anlamına gelmez.

Ulusal yeniden doğuş ideolojileri, ulusun/ırkın saflığı ile 20. yüzyılın faşizmini niteleyen kahramanlık gizemi arasında güçlü bir örtüşme vardır (Trump örneğinde, ikincisi kendi benliğe ilişkin aşırı narsisistik gizemi andırmaktadır). Yirminci yüzyıl faşizmi, 20. yüzyıldaki selefi gibi, gerici milliyetçilik ve ırkçılığın vahşi zehirli bir karışımıdır. Benedict Anderson’ın tartıştığı gibi ulus “hayali bir siyasi topluluk”tur, var olan fiili eşitsizlik ve sömürüden bağımsız olarak “daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasavvur edilmektedir” (Anderson, 1983, 15-16). Bununla bağlantılı olarak, Callinicos (1983, 38), ırkçılığın, hâkim ırk veya etnik gruptan işçilere gerçek çelişkilere hayali bir çözüm sunduğunu; çözümü yanlış olsa da, eziyet ve baskının varlığını tanıdığını savunmaktadır. Bu dönemde yükselişte olan neo-faşist projeler, kapitalist küreselleşme karşısında toplumsal ve ekonomik istikrarsızlık yaşayan işçi sınıfının daha iyi kesimlerini örgütlemeye çalışırken tam olarak bu milliyetçilik ve ırkçılık karışımını sunmaktadır. Bu tür projelerle ilişkili partiler ve hareketler, ırksal açıdan ezilen, etnik veya dini azınlıkları, göçmenleri ve mültecileri, özellikle günah keçileri olarak hedef alan, ana akım siyasetçilerin söyleminden daha az kodlanmış ve dolayımlanmış ırkçı bir söylem ortaya koydu.

Kötüleşen sosyo-ekonomik koşulların kendiliğinden ırkçı tepkilere yol açmadığını belirtmek çok önemlidir. Bu koşulların ırkçı/faşist bir yorumu siyasi failler ve devlet kurumları ile dolayımlanmalıdır. Örneğin Trumpizm, böyle bir dolayımı temsil etmektedir. Burada, ABD’nin 2016 başkanlık seçimlerinde hem Bernie Sanders’ın hem de Donald Trump’ın başkanlık kampanyalarının, biri krize dair sol yoruma diğeri aşırı sağ popülist ve açıkça ırkçı yoruma sahip aynı toplumsal tabandan gelen hoşnutsuz işçilere başvurmalarından alınacak önemli dersler var.[6] Aşırı sağa doğru hâlihazırdaki harekette kaçınılmaz bir faşist sonuç olmasa da, mevcut ırkçı seferberlik ne kadar sağlamlaşırsa, böyle bir sonucun tehlikesi de o kadar fazla olur.

ABD’de, aşırı sağ ve neo-faşistler, Soğuk Savaş sonrası yeniden yapılanmanın sona ermesinden 20. yüzyılın sonlarına kadar bir şekilde hüküm süren ancak kapitalist küreselleşmeyle istikrarsız hale gelen beyaz ırkçı tarihsel bloğu yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Avrupa’da, aşırı sağ ve neo-faşist hareketler,  Müslümanları, göçmenleri ve diğer savunmasız kesimleri günah keçisi ilan ederek, krizin vurduğu eskiden ayrıcalıklı kesimleri işçi sınıfı arasından toplamak devşirmek bakımından Trump’a benzer bir yol izliyor. Trump’a benzer şekilde, bu prekaryalaştırılmış kesimler için durumu istikrara kavuşturma sözü veriyorlar. “Ulusal” kimlik, günah keçilerine karşı ırkçı seferberlik için bir kod haline gelir.

Ancak ulusal yeniden doğuş söylemi, sermayenin ulusötesi bütünleşmesi ile büyük kapitalist grupların ve devlet elitlerinin sınıf ve statü çıkarlarının dayandığı küresel olarak bütünleşmiş üretim ve finans sistemiyle keskin bir çelişki içerisindedir. Burada, geçtiğimiz yüzyılın faşist projelerinin konjonktürüyle 21. yüzyılın projelerinin konjonktürü arasında yapılacak çok önemli bir ayrım var. Almanya ve İtalya’daki faşizm ulus-devlet kapitalizminin zirvesinde ortaya çıktı ve seçilen grubun dışında kalan kesimlere soykırım başlatsa bile, korporatist düzenlemelerle işçi sınıfının bir kısmına maddi faydalar (istihdam ve toplumsal ücret) sağladı. Bu küreselleşmiş kapitalizm çağında, ABD’de ya da başka yerlerde bu tür faydalar sağlama olasılığı çok düşüktür, bu nedenle “faşizmin ücretleri” artık tümüyle psikolojik görünmektedir. Bu bağlamda, 21. yüzyıl faşizminin ideolojisi irrasyonalizme, rasyonel değil hislerle ilgili olan güvenliğin ve istikrarın sağlanması sözüne dayanıyor. Gerçek ile yalan arasında ayrım yapmayan ve ayrım yapması gerekmeyen bir projedir. Örneğin Trump rejiminin popülizme ve milliyetçiliğe ilişkin kamusal söyleminin gerçek politikalarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Trump ekonomisi (Trumponomics), ilk yılında, sosyal harcamaların kesilmesi, refah devletinden geriye kalanların parçalanması, özelleştirmeler, şirketlere ve zenginlere vergi muafiyetleri ve sermayeye devlet desteğinin artmasını yani deregülasyonu (düzenleyici devletin fiilen paramparça edilmesini) içeriyordu – kısaca hormonlu neoliberalizm.

Bu, birçok yorumcunun fark edemediği bir ayrımdır. Alman tekelci kapitalistler, güçlü sendikaları, sosyalist ve komünist hareketleri ezmek amacıyla Nazilere yöneldi. Bu kapitalistler aynı zamanda başka ülkelerden kapitalist gruplara karşı, topraksal genişleme de dâhil olmak üzere, rekabet etmesi ve birikim için geniş yeni fırsatlar yaratması amacıyla Nazi devletine, yöneldi. Alman ulusal sermayesinin faşist devletle bu birleşmesine keskin bir karşıtlıkla Trumpizm, ulusüstü sermaye için ABD içinde (ve dünya çapında) kâr elde etmesi amacıyla çok büyük yeni fırsatlar yaratmaya çalıştı. Trump dönemi Beyaz Saray, gerici bir vergi reformu, benzeri görülmemiş bir deregülasyon ve onların arkasında işlemleri yapan dünyanın herhangi bir yerinden gruplara fayda sağlayacak bazı sınırlı gümrük duvarlarıyla ikna edilen tüm dünyadaki ulusötesi yatırımcıları, ABD’ye yatırım yapmaya çağırdı. Trump, İsviçre Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 yıllık toplantısında bir araya gelen küresel elitlerin toplantısında “Amerika’nın iş yapmaya, ticaret yapmaya açık” olduğunu söyledi. “Şimdi işlerinizi ve yatırımlarınızı ABD’ye getirmenin tam zamanı” (Bierman, 2018, A3).

 

Faşizm ve Genişletilmiş Devlet

20. ve şimdi 21. yüzyıl faşizmi için olmazsa olmaz koşul, faşist hareketlerin sivil toplumda yayılması ve devletteki gerici siyasal güçle eninde sonunda birleşmesidir. Sivil ve siyasal toplumun bir birlik olduğunu hatırlayalım; ikisi arasında tekabüliyet olmadan istikrarlı veya hegemonik bir proje olamaz. Faşistlerin iktidarı devralmasının arifesinde Gramsci, “İtalya’da bugün iki baskıcı ve cezalandırıcı aygıt var: faşizm ve burjuva devleti” dedi. Basit bir fayda hesabı, egemen sınıfın bu iki aygıtı bir noktada birleştireceğini düşünmeye sevk eder” (aktaran Santucci, 2010, 85). Gramsci, toplumsal süreçlerin odağını siyasal toplum veya devlet artı sivil toplumdan oluşan genişletilmiş devlet olarak adlandırdı. Aslında herhangi bir toplumsal formasyonda hiçbir devlet kendi kurumları ve diğerleri arasında net sınırlar çizemez; devlet ile sivil toplum arasındaki sınır yapay bir kavramsal çizgidir.

Siyasal ve sivil toplum arasındaki ayrım ve birlik, sağ kanat otoriterizm ile neo-faşizm arasında ayrım yapmamıza olanak sağlar. Bill Fletcher Jr. (2018) “otoriterizmin artmasının faşizm ile aynı şey olmadığını” ve Trumpizm ile diğer yeni ortaya çıkmakta olan aşırı sağ rejimlerin “otoriter devletçilik” olarak nitelendirilmesi gerektiğini savundu. Bir yandan, çünkü tam da ikisi aynı şey olmadığı için ikisi arasında ayrım yapmamız gerekmemektedir. Otoriterizm, burada amaçlarımız açısından, sivil toplumda halkın aşağıdan seferberliğini yasal ve yasal olmayan baskı aracılığıyla kuşatmaya çalışan devletin genişleyen baskıcı bir aygıtı ile yönetmesi anlamına gelmektedir. Latin Amerika’da, belki de bu otoriterizmin en sembolik olanı, aşırı sağ baskıcı ve otoriter rejimlerin son yıllarda intikamla geri dönmesi oldu. Honduras’ta 2009 darbesini,  Brezilya’da iktidardaki İşçi Partisi’ne karşı 2016’daki “meclis darbesi” ve yanı sıra bölge genelinde baskıların artması ve aşırı sağ partilerin ve sermaye çevrelerinin seferber edilmesi izledi. Bölgedeki bu aşırı-sağ dönüşün merkezinde, ulusötesi şirket iktidarını pekiştirmek ve genişletmek amacıyla ırkçı, otoriter ve militarist bir kemer sıkma yer almıştır (bkz. örneğin, Hale, Calla ve Mullings, 2017). Örneğin Meksika ve Arjantin’de silahlı kuvvetlerin polisin işlevlerini yerine getirmesine izin vermek için anayasalar değiştirilirken, ABD özel operasyon kuvvetleri eğitim görevleri 2007 ve 2014 yılları arasında üç katına çıktı (Germanos, 2016). 2017 yılında, özel askeri ve güvenlik şirketleri, yaklaşık 2,4 milyon kişiyi istihdam etti ve genellikle toplumsal hareketleri bastırmak için devlet güçleriyle işbirliği yaptı (Asmann, 2018).

Latin Amerika, siyasi isyanı bastırmak ve kıtayı daha fazla şirket yağmasına açmak amacıyla birleştiren devlet şiddetinin ve özel şiddetin kazanı haline geliyor. Bu, küresel polis devletinin simgesidir. Beinstein, “Mevcut diktatörlükler, siyasi partilerin katılımı ve demokratik rejimlerin diğer özellikleriyle birlikte düzenli seçimler yaparak anayasal ilkelere saygılı bir sivil görüntü sunuyor” demektedir. “Siyasi mahkûmlar neredeyse her zaman keyfi ancak yasal bir görünümüne sahip kararlar veren yargıçların önüne çıkarılır, muhalif figürlerin öldürülmesi şirket medyası tarafından haber yapılmaz ve devletin siyasi muhalefeti bastırması çoğu zaman yoksullara karşı, halk protestolarına karşı, sıradan suçlulara karşı polis şiddetiyle birleşir” (Beinstein, 2018). Oysa burada baskıcı otoriterizm ile neo-faşizm arasındaki kritik ayrım var: Brezilya ve Kolombiya hariç olmak üzere Latin Amerika’da, ABD’de, Avrupa’da veya Hindistan’da olduğu gibi neo-faşist hareketlerin ve ideolojilerin sivil topluma yayılmasına tanık olmuyoruz. Kısaca bölge neo-faşizmden ziyade sağ kanat otoriterizm olarak değerlendirilmesi daha uygun biçimde küresel bir polis devletine sürüklenmektedir.

Otoriterizm ile faşizmi birleştirerek, ikisini birbirinden ayırma yeteneğimizden oluruz. Ayrıca kapitalist küreselleşme ve küresel polis devleti kesinlikle “devletçilik” değildir. Bütün itici gücü, piyasadaki devlet müdahalesini parçalamak ve sermayenin devlet kontrollerinden kurtarmaktır. Devlet, aşağıdan halk güçlerini kontrol etmek amacıyla baskıcı bir aygıta ve askerileştirilmiş birikim ve baskı yoluyla birikim fırsatları da dâhil olmak üzere, ulusötesi birikim için fırsatları yaratma aracına indirgenmektedir. Bu bağlamda 21. yüzyıl faşizmi ve küresel polis devleti – her üçü de neticede ileri teknolojiye veya dijital sermayeye bağımlı ve bunlarla iç içe olan – sivil toplumdaki aşırı sağ, otoriter ve neo-faşist güçlerin, devletteki gerici siyasal iktidarın ve ulusötesi şirket sermayesinin – özellikle spekülatif finans kapital, askeri-endüstriyel-güvenlik kompleksi ve doğal kaynakların çıkarılmasına dayalı endüstrilerin  (extractive industries) nirengilenmesini içerir. Ekstraktif ve enerji komplekslerinin toplulukları yerinden etmesi ve kaynaklarını temellük etmesi gerekmektedir, bu da onları baskıcı ve neo-faşist siyasi düzenlemeleri desteklemeye ve hatta teşvik etmeye en yatkın hale getirmektedir. Askeri-endüstriyel-güvenlik kompleksindeki sermaye birikimi asla sonu gelmeyen savaşlara ve baskı sistemlerine dayanmaktadır. Finansal birikim, uzlaşmaya dayalı mekanizmalar aracılığıyla dayatılması, imkânsız olmasa bile, zor olan daha çok kemer sıkmayı gerektirmektedir.

Bu üç sermaye kesiminin ABD’de devletle ve paramiliter güçlerle nasıl bir araya geldiği 2016’da, yerli eylemcilere ve Kuzey Dakota’da Standing Rock Sioux yerli kabilelerinin kendi toprakları yakınlarında Dakota Access Boru Hattı’nın inşasını barışçıl bir şekilde protesto eden müttefiklerine karşı askeri tarzda bir ayaklanmayı bastırma saldırısında bolca gösterildi. Wells Fargo ve Bank of America’dan oluşan bir konsorsiyumun finanse ettiği boru hattını inşa eden, dünyanın en zengin 500 petrol ve doğal gaz şirketi içinde yer alan Energy Transfer Partners, Ortadoğu savaşları için Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı paralı askerliği olarak kurulan TigerSwan olarak bilinen bir paralı ve güvenlik şirketini kiraladı. TigerSwan, şirket ve Ulusal Muhafız birlikleri de dâhil olmak üzere yerel, eyalet ve federal kolluk kuvvetleriyle eşgüdümlü biçimde protestoculara karşı, isyanı bastırma kampanyası yürütmekle görevlendirildi. TigerSwan, boru hattı karşıtı protestocularını “cihatçı savaşçılar” ve protesto alanını “savaş meydanı” olarak adlandırıp, “savaş meydanının saldırgan istihbarat hazırlığı ve istihbarat ve güvenlik unsurları arasındaki aktif koordinasyonun boru hattı isyancılarını yenmenin kanıtlanmış yöntemi olduğunu” söyledi. Kamu-özel ayaklanma bastırma aygıtının ortaya çıkardığı; plastik mermiler, bilyeli mermiler, LRAD (Long Range Acoustic Device-Uzun Menzilli Ses Silahı) ses dalgası silahı, tomalar, saldırı köpekleri, avcı dronelar, metaveri görüntüleme, karşı istihbarat ve psikolojik operasyonları içeren “daha az ölümcül” bir cephanelikten oluşuyordu (Brown, 2017). Standing Rock sınavı, küresel polis devletinin paramiliterleşmesinde ürpertici bir vaka çalışması olsa da, sosyal adalet hareketlerine karşı dünya çapında yürütülen bu tür operasyonlar artık sıradandır (bkz. Graham, 2011).

Faşizme ilişkin klasik ve güncel tartışmalar, ulusal askeri yayılmacılığı da vurgulamaktadır. Gerçekten de, ABD’de ve dünyadaki birçok ülkede ordunun özerkliğinin ve gücünün artmasını içeren militarizasyon sürecinin tırmanmasına tanık oluyoruz. Ancak küresel polis devleti kavramının daha analitik bir kavrayış gücü olduğunu ve mevcut küresel militarizasyonun doğasını ele almak bakımından daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Bir birlik olarak küresel düzen giderek daha baskıcı ve otoriter nitelik kazanıyor ve 21. yüzyılın faşizmi dâhil olmak üzere istisnai ulusal devletlerin veya ulusal siyasal düzenlerin özel biçimleri, belirli ulusal ve bölgesel tarihler, toplumsal ve sınıfsal güçler, siyasi koşullar ve konjonktürler temelinde gelişiyor. Oysa ABD ve İsrail gibi ülkelerde kentlerin, siyasetin ve kültürün militarizasyonu, neo-faşist hareketlerin Kuzey Amerika ve Avrupa’da yayılması, Türkiye, Filipinler ve Honduras’taki otoriter rejimlerin yükselişi bu ülkelerin küresel savaş ağlarına katılmasından ve askerileştirilmiş ulusüstü birikimden ya da küresel savaş ekonomisinden ayrılamaz.

 

Trumpizm ve Yirmi Birinci Yüzyıl Faşizmi

Sivil ve siyasal toplumun bir birlik olduğunu tekrar edelim; ikisi arasında bir tekabüliyet olmadan istikrarlı veya hegemonik bir proje olamaz. ABD’de, neo-faşist isyan, 1960’lar ve 1970’lerin kitlesel mücadelelerinin, özellikle de Siyah ve Chicano kurtuluş mücadelelerinin ve üçüncü dünya halklarının, feminist, eşcinsel kurtuluş, savaş karşıtı, karşı-kültürel ve militan işçi sınıfı mücadeleleri gibi diğer militan hareketlerin yarattığı hegemonya krizi sonrasında başlayan aşırı sağ seferberliğe kadar geri götürülebilir.[7] Faşist hareketler, yüzyılın başından beri Cumhuriyetçi Parti’nin sağ kanadı aracılığıyla sivil toplumda ve siyasal sistemde hızla yayıldı.

Trump, beyaz ırkın üstünlüğüne inananlardan, beyaz milliyetçilerden, milislerden ve neo-Nazilerden ve Klanlardan, Oath Keepers’a, Patriot Movement’a, Hıristiyan köktendincilere, göçmen karşıtı yasadışı zorba gruplara (vigilante) kadar farklı neo-faşist güçleri harekete geçirebilecek ve cesaretlendirebilecek karizmatik bir figür olduğunu kanıtladı. Trump’ın emperyal meydan okuması, popülist ve milliyetçi retoriği ve açık ırkçı söylemi, göçmen karşıtı, Müslüman karşıtı, siyah karşıtı ve yabancı düşmanlığı duygularının kısmen tahrik edilmesine dayanıyordu. Bu gruplar Beyaz Saray’da ve ülke genelindeki eyalet yönetimlerinde ve yerel yönetimlerde mevzi kazandıkça, onlarca yıl boyunca görülmemiş bir ölçüde tohumlanmaya başladılar. Paramilitarizm, bu örgütlerin pek çoğuna yayıldı ve devlet baskıcı kurumlarıyla üst üste bindi. Mesela Oregon’daki Cumhuriyetçi Parti, etkinliklerinde güvenliği sağlamak amacıyla silahlı sağcı milisleri kullandı (Southern Poverty Law Center, tarih yok). Southern Poverty Law Center, 2017 yılında, önceki yıldan 917 olmak üzere toplam 954 nefret grubu ve 689 “aşırı hükümet karşıtı grup” olduğunu bildirdi. Merkeze göre, “seçimlerin ardından liberal kentlerde yapılan pek çok protesto eylemi,  hükümet karşıtı büyük kesimin bir parçası olan milis hareketinin, Oath Keepers 2015 yılında Ferguson, Missouri’de çoğunlukla beyazların sahip olduğu işletmeleri koruması amacıyla militanlarını görevlendirdiği için, ilk kez önemli ölçüde kendini kentsel Amerika’nın kentsel alanlarında ön plana çıkarmasına olanak sağladı.” (Buchanan, 2017).

Bununla birlikte Trumpizm ABD ve İngiltere’de Reagan ve Thatcher hükümetlerinin yükselişine kadar uzanan baskıcı kapitalist küreselleşmenin aşırı sağ gündemini terk etmesi demek değildir, bu gündemin (kelimenin gerçek anlamında, tiyatroda olduğu gibi, teatral) dramatik bir biçimde yoğunlaşmasıdır. Küresel kapitalizmin krizine Trumpizm ve diğer aşırı sağ yanıtlar, şimdi kısa ömürlü küresel kapitalist tarihsel bloğun çöküşü karşısında yeni bir siyasi güç dengesi yaratmaya çalışmaktadır. Gramsci’nin tartıştığı, toplumsal ve siyasal güç dengesinde veya hegemonik çöküş konjonktüründe istikrarsız yenişememe durumunu çözmek için karizmatik bir figürün öne çıktığı Sezarizm’in yükselişini görüyor olabiliriz. Gramsci,  Sezarcı bir çözümün, Sezar olmadan, herhangi bir büyük “kahraman” ve sembolik kişilik olmadan ve doğrudan kitle baskısının yokluğunda ortaya çıkabileceğini belirtmektedir. Bu, anayasal düzenden daha fazla bir kopuş içermesi veya içermemesi muhtemel daha otoriter parlamenter yönetim biçimlerini kapsayabilir.

Trumpizm ve benzer diğer hareketler, kapitalist küreselleşmenin istikrarsızlaştırıcı koşullarında devletin meşruiyetini yeniden inşa etmek yolunda çelişkili bir girişimdir. Ulus devletler, kendi topraklarında ulusötesi sermaye birikimini teşvik etme ihtiyacı ile siyasi meşruiyet elde etme ihtiyacı arasında bir çelişkiyle karşı karşıya kalmaktadır. Sonuç olarak, dünyanın dört bir yanındaki devletler, çelişkili veya tutarsız unsurlar anlamında kelimesi kelimesine şizofrenik görünen, şaşırtıcı ve görünüşte çelişkili bir kriz yönetimi siyaseti üreten meşruiyet krizleri sarmalı yaşamaktadır. Bu şizofrenik kriz yönetimi, neoliberalizmi teşvik etse bile, milliyetçilik ve korumacılık retoriğini destekleyen aşırı sağ ve neo-faşist güçlerin yeniden canlanmasını açıklamaya yardım eder. Trumpizm ve Avrupa’daki ve başka yerlerdeki benzer hareketler, UKS’nin yeni doğan diktatörlüğünden kopuş değil onun yeniden vücut bulmasıdır. ABD’de, UKS Trump’ın neoliberal politikalarından memnundur, ancak küstah, soytarıca tavırları ve neo-faşist siyasal eğilimleri fikir ayrılığı yaratmaktadır.[8] “Savaşın siyasetin başka yollarla/araçlarla sürdürülmesi” olduğunu söyleyen Prusyalı büyük askeri stratejist Carl von Clausewitz’i başka sözcüklerle anlatırsak, Trumpizm ve dünyadaki çeşitli aşırı sağ hareketler kapitalist küreselleşmenin başka yollarla/araçlarla, yani büyüyen küresel polis devleti ve neo-faşist bir seferberlik ile sürdürülmesidir.

Milliyetçi söylemine rağmen Trump rejimi, kapitalist küreselleşmeye karşı değildi (Trump’ın kendisi de UKS’nin üyesidir), ancak aslında hormonlu neoliberalizm ve “başka yollarla/araçlarla küreselleşme” (bkz. Robinson, 2017a; 2017b; 2017c) programını takip etmektedir. Bu, ABD’de neoliberalizmin yoğunlaşmasını ve devletin durgunluk ve aşırı birikim karşısında ulusötesi sermaye birikimini desteklemekteki rolünün artmasını içermektedir. Trump’ın popülizmi ve korumacılığının politika özü yoktur; neredeyse tamamen semboliktir – bu nedenle, fanatik “duvarı inşa etme” retoriğinin önemi, devletin çok az maddi rüşvet verebileceği veya hiç vermeyeceği toplumsal bir temeli sürdürmek için sembolik bakımdan esastır. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün (1984) adlandıracağı gibi bu “sembolik sermaye”, UKS ve temsilcilerinin maddi egemenliğini yeniden üretmek için bu koşullarda gereklidir. 2016 BREXIT referandumunda ve Avrupa çapında küreselleşme süreçlerinden çekilme çağrısı yapan sağcı popülist hareketlerin yükselişinde de görüldüğü gibi, halk ve işçi sınıfları ve elitlerin daha ulusal yönelimli kesimleri ve sağ kanat popülistler arasında kapitalist küreselleşmeye karşı artan bir geri tepme söz konusudur. Bu gelişmeler, küresel kapitalizmin son derece çelişkili doğasının ve patlamaya hazır çelişkilerinin ve yarattığı yaygın muhalefet karşısında daha çok küreselleşmeye ilişkin belirsizliğin altını çizmektedir.

Trump, Mart 2018’de çelik ve alüminyum ithalatına gümrük vergisi ve birkaç ay sonra başka vergiler getirdiğinde, örneğin Cumhuriyetçi Parti’nin büyük kısmı ve hatta ara ve nihai çelik ürünleri üretimi için daha ucuz ithal çeliğe bağımlı olan çelik endüstrisi sektörü de dâhil olmak üzere ABD’deki UKS’nin ve siyasi elitlerin çoğu Trump’a karşı çıktı. Öyle ki aşırı sağ milyarder Koch kardeşler, gümrük vergilerine karşı milyonlarca dolarlık bir kampanya başlattı (Schwarz, 2018). Buna karşın gümrük vergisine destek, esasen sendika bürokratlarından geldi; Trump’ın hamlesi, kendi endişeli işçi sınıfı toplumsal tabanını gerçekten yatıştırmaya dönüktü. Üçü de neoliberal küreselleşmeyle özdeşleşmiş Clinton’dan Bush ve Obama’ya kadar Trupm’ın seleflerinin de yönetimleri döneminde bir şekilde gümrük vergisi koyduklarını hatırlayın. Daha genel olarak, büyüyen küresel polis devletine, neo-faşist seferberliğe ve şizofrenik kriz yönetimine yönelme eğilimi, Trumpizm’den çok önce apaçık ortadaydı ve Trumpizm’e bağlı değildir – Trump’ın Pentagon, Ulusal Güvenlik aygıtı içinde ve küresel polis devletindeki şirket yatırımcılarında ciddi bir desteğe sahip olduğundan söz etmiyorum bile (Trump hükümetine özgü bir şey olmayan ulusal güvenlik çevrelerinde açık çatışmalar ve bölünmeler olsa da).

Yirmi birinci yüzyıl faşizmi, bu küresel kapitalizm çağında ulus-devlet projesi olarak anlaşılamaz. Bu önemlidir zira neo-faşizme ilişkin en son tartışmalar onu sadece bu terimlerle çerçeveler ve milliyetçiliği faşizmin içkin bir özelliği olarak vurgular. Değişen kriz koşullarına ve hegemonyanın çöküşüne rağmen, Trumpizm ve devleti ele geçirmek isteyen diğer aşırı sağ güçlerin programatik içeriği kesinlikle ulusal değil küresel olduğu sürece yukarıda vurguladığım gibi ve 20. yüzyılın aksine, aşırı sağ gruplar arasındaki bugünkü milliyetçi söylem, tamamen siyasal-ideolojiktir. ABD’deki beyaz milliyetçiler gibi sivil toplumdaki neo-faşist gruplar, içe dönük bir ulusal programı destekleyebilir, ancak bu sivil toplum gruplarının tek başlarına bir sistem olarak faşizm olduğu anlamına gelmez. Faşizmin ortaya çıkması için, daha önce tartıştığım gibi, bu grupların sermaye ve devletle birleşmesi gerekir; ancak UKS’nin ekonomik milliyetçilikte bir çıkarı yok.

 

Son Sözler: Anti-Faşist Mücadelede Kimlikçi Siyasetin Ötesinde

UKS, ulusal piyasalardan ve birikim çevrimlerinden farklı olarak temellerini küresel olanda bulduğu ve üyeleri kapitalist küreselleşmeyi ilerletmek ve yerel, ulusal ve bölgesel sermaye fraksiyonlarıyla rekabet etmek için ortak bir sınıf çıkarı ve bakış açısını paylaştıkları ölçüde yapısal olarak tanımlanmaktadır. Bu ortak sınıf çıkarlarının ötesinde, hiçbir zaman içsel olarak yekpare veya siyasal olarak birleşmiş bir grup olmadı. Küresel ekonominin kırılganlığından endişe duyan ulusötesi elitler arasındaki reformcular, küresel finansal sisteminde ılımlı yeniden dağıtım önlemleri alınması ve ulusötesi düzenlenmesi çağrısı yaptılar (detaylı tartışma için bkz. Robinson, 2018c). 21. yüzyıl faşizmi ihtimallerine ilişkin uyarıda bulundular. Ancak bu reformcular krizin yoğunlaşmasıyla zemin kaybediyor gibi görünmektedir. Küresel kapitalist tarihsel blok çözüldükçe egemen gruplar içindeki bölünmeler ve iç çatışmalar tırmanmaktadır, bölünmeler faşizme karşı mücadelesinde tabi sınıflara siyasi ittifaklar kurma fırsatı sunabilir.

Kanımca, küresel polis devletine ve 21. yüzyıl faşizmine karşı mücadelenin başarılı olması için faşizme karşı birleşik cephe inşa etmemiz gerekmektedir. Ancak, herhangi bir geniş anti-faşist ittifak stratejisi, halk ve işçi sınıfı güçlerinin önderliğinde karşı hücumla birlikte küresel kapitalizmin ve krizinin net ve keskin bir analizini ön plana çıkarmalıdır. Bu,  krize verilen daha aşırı sağ yanıtlara şu ana kadar karşı çıkan liberal ve reformcu siyasi elitler meselesini gündeme getiriyor. Elit reformculuğunun başarısız olmasının ve ulusötesi elitin küresel sermayenin yırtıcılığına ve açgözlülüğüne karşı çıkma konusundaki isteksizliği krize aşırı sağ yanıtın önünü açtığı ileri sürülebilir.

Krize verilen burada incelemeyeceğim sol yanıtın aşırı sağın yanıtına göre neden çok cılız olduğu konusunda daha geniş bir tartışma var. Kanımca, son on yıllardır UKS’nin bir temsilcisi olarak iktidarda olan siyasi sınıfın müflisten daha fazlası olduğunu (aşırı sağa yönelimi beslediğini) belirtmek hikâyenin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Şirket dünyasının elitleri, siyasal ve kültürel “çokkültürlülüğü” ve “çeşitliliği” kucaklamaya başladığında, stratejileri, sosyal adalet ve anti-kapitalist dönüşüm taleplerini soğurma politikasıyla hadım etmeyi amaçladı. Strateji, işçi sınıfının, halk sınıflarının ve anti-kapitalizmin dilinin karanlığa gömülmesine yaradı. Devam eden aşağıdan isyanları yolundan döndürmeye, beyaz işçileri beyaz milliyetçiliğin bir “kimliğine” zorlamaya ve neo-faşist sağın kendilerini siyaseten örgütlemesine yardım etmektedir. (bu konularla ilgili geniş literatür söz konusu bkz. Haider, 2018; Historical Materialism, 2018; Johnson, 2017; Michaels, 2016; Reed, 2001; Kelley, 2016; Darder ve Torres, 2004; Street, 2017).

Peki ya akademi? Herhangi bir karşı-hegemonya, küresel sermayenin gücüne meydan okuyan özgürleştirici projelere bağlı organik entelektüelleri gerektirmektedir. Entelektüel elitin çoğu, kesinlikle Batı’da, 20. yüzyılın sonlarında, “farklılıklar” ve sonsuz parçalanma dünyasını göklere çıkaran, baskıcı sistemlerin çokluğu arasında kapitalizmin “sıradan” bir sistem haline geldiği yeni kimlik siyasetinden çıkan post-modernizme döndü. Bu postmodern kimlik siyaseti, farklı grupların karşı karşıya kaldıkları belirli sömürü biçimlerine ve baskıya karşı mücadeleleriyle karıştırılmamalıdır. Etnik, ırksal, toplumsal cinsiyete dayalı ve cinsel baskı yüzeysel, tali değil, kapitalizmin kurucusudur. Bu baskı biçimlerinden kurtulmadan genel bir özgürleşme olamaz. Tüm özel baskı biçimlerinin, bu baskıları sürekli olarak yeniden yaratan küresel kapitalizmin daha geniş toplumsal düzenine dayandığı da aynı ölçüde doğrudur. Herhangi bir birleşik cephe hedefine proto-faşist sağı koysa da, radikal bir kapitalizm eleştirisine düşman olan liberal bir elit ve onların organik entelektüellerinin hegemonyasında bu sağa karşı zafer kazanamayız.

Postmodern anlatılar ve kimlikçi siyaset, 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında bütün bir genç kuşağı, küreselleşme momentinde kapitalizmin son derece ihtiyaç duyulan Marksist eleştirisini benimsemekten uzaklaştırdı. En iyi kimlikçi siyaset, sembolik doğrulamayı , (çoğunlukla egemen bloktaki çeşitlilik anlamına gelen) çeşitliliği, hâkim toplumsal kurumlarda ayrımcılık yapmamayı ve küresel kapitalizmin içinde eşit katılımı ve temsili amaçlamaktadır. Ulusötesi elitler, kitlesel mücadeleleri, doğrudan soğurma değilse bile içermek için tehdit edici olmayan taleplere yönlendirmede etkili olan kanıtlanmış bir strateji olarak bu tür “çeşitlilik” ve “çokkültürlülük” siyasetini benimsemeye çok hevesliydi. Mesele yanlış anlaşılmasın diye, ben ve yukarıda anılan diğerlerinin onları anladığı gibi kimlikçi siyasetin kökenleri hâkim grupların aşağıdan radikal hareketleri ehlileştirme ve ezilen topluluklardan doğan elitleri soğurma stratejisine dayanmaktadır. Ancak bu topluluklar içerilemez. Çok önemli isyan her yerde patlak veriyor; parçalanmış mücadelelerin ve kendiliğindenciliğin çeşitliliğinin ötesine geçmek, küresel bir polis devletine doğru gidişi geri püskürtmek ve bu direniş üzerinde işçi sınıfı hegemonyası kurmak için, küresel kapitalizmin ve krizinin yeniden canlandırılmış bir Marksist eleştirisini, 21. yüzyıl faşizminin toplumsal temellerini kazanabilecek özgürleştirici bir işçi sınıfı siyasetine bir rehber olarak öne sürmeliyiz.


[1] Özgün metnin künyesi: W. I. Robinson, “Global Capitalist Crisis and Twenty-First Century Fascism: Beyond the Trump Hype”, Science & Society, 83(2), 2019: 155-183. Science & Society dergisi metnin çevirisiyle ilgili olarak telif haklarından feragat etti. Yazar William I. Robinson’a ve derginin editör David Laibman’a teşekkür ederiz.

[2] Bu makalenin ilk taslağı üzerinde eleştirel yorum ve önerileri için Mario Fletcher’a, Bill Fletcher Jr.’a ve yedi anonim hakeme teşekkür etmek istiyorum.

[3] California Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, Santa Barbara, CA 93106, w.i.robinson1@gmail.com

[4] Örneğin, kendim de dâhil olmak 14 akademisyenin, araştırmacının, siyasal düşünürün ve eylemcinin “faşizm geri mi dönüyor?” sorusuna verdiği yanıta bkz. (State of Nature, 2017).

[5]Avrupa’da yüzyılın başında bu ülkelerin çoğunda neo-faşist hareketlerin yükselişine dair bkz. Paxon, 2004. 21. yüzyılın ikinci on yılında ve özellikle Trump’ın ABD’deki seçilmesiyle aynı anda, bu yeni aşırı sağ ve neo-faşist hareketler, ulusal meclislerde koltuk kazanarak yükselişe geçti. Bunlar arasında Avusturya’daki Freedom Party, Fransa’daki National Front, Yunanistan’daki Golden Dawn, Almanya’daki Alternative for Germany, Jobbik Parti (Movement for a Better Hungary) ve ayrıca Başbakan Viktor Orban’ın Macaristan’daki Fidesz partisi, Slovakya’da People’s Party Our Slovakia, Hollanda’da Party for Freedom, İtalya’daki Forza Nuova (Kuzey Birliği aşırı sağdır, ancak aşırı sağ/neo-faşist olarak nitelendirilmeyeceğini düşünüyorum [örneğin bkz. Marini, 2017])

[6] Her ne kadar bu meseleleri burada ele almasam da, beyaz işçilerin ve küçük burjuvazinin ırkçı seferberliği Trump’ın seçim zaferi hikâyesinin sadece bir kısmıydı. Bu seferberliğin diğer yüzü, büyük çapta seçmenin bastırılması ve ırksal olarak ezilen topluluklardan seçmenlerin haklarından mahrum bırakılmasıydı.

[7] Elbette, faşist hareketler 1930’lara ve bundan önce çok farklı bir tarihsel bağlama, Yeniden Yapılanma sonrası siyahi nüfusa karşı başlatılan tedhişe kadar uzanır.

[8] Economist’in 26 Mayıs 2018 tarihli baskısının kapak sayfasına bakın: “Sorun: Neden Kurumsal Amerika (Corporate America) Donald Trump’ı Seviyor?”


Kaynakça:

Anderson, B. (1983) Imagined Communities, Londra: Verso.

André, C. (2016) “Household Debt in OECD Countries: Stylized Facts and Policy Issues.” OECD, Economics Department Working Papers, No. 1277. http://www.oecd.org/officialdocuments/publicdisplaydocumentpdf/?cote=ECO/WKP(2016)1&docLanguage=En

Asmann, P. (2018) “Unregulated Private Security Firms Fuel LatAm Crime, Violence” (27 Mart), Insight Crime, https://www.insightcrime.org/news/brief/unregulated-private-security-frms-fuel-latam-crime-violence-report/

Beinstein, J. (2018) “Las Nuevas Dictaduras Latinoamericanas”, Agencia Latinoamericana de Informacion. (16 Mart), https://www.alainet.org/fr/node/191654

Beirich, H. ve S. Buchanan. (2018) “2017: The Year in Hate and Extremism”, Southern Poverty Law Center, https://www.splcenter.org/fghting-hate/intelligencereport/2018/2017-year-hate-and-extremism

Bourdieu, P. (1984) Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste, Cambridge: Harvard University Press.

Brown, A., W. Parrish ve A. Speri (2017) “Leaked Documents Reveal Counterterrorism Tactics Used at Standing Rock to ‘Defeat Pipeline Insurgencies’”, The Intercept (27 Mayıs).

Darder, A. ve R. D. Torres. (2004) After Race, New York: New York University Press.

Eco, U. 1995. “Ur-Fascism.” The New York Review of Books (22 Haziran), http://www.nybooks.com/articles/1995/06/22/ur-fascism/

Fahey, J. (2011) “Defense Industry Faces Proft Losses as Golden Decade
Ends”, Associated Press, (15 Ağustos), http://2013rainbowroundtable.ning.com/
profles/blogs/defense-industry-faces-proft-losses-as-golden-decade-ends-about

Federal Reserve Bank of St. Louis. (2017) “Private Fixed Investment in Information Processing Equipment and Software”, Graph compiled from U. S. Bureau of
Economic Analysis, https://fred.stlouisfed.org/series/A679RC1Q027SBEA

Federal Reserve Bank of St. Louis. (2018) “Federal Debt: Total Public Debt”, (12 Mart), https://fred. stlouisfed.org/series/GFDEBTN

Germanos, A. (2016) “US Special Ops Training in Latin America Tripled, Docs Reveal”, Common Dreams (31 Ağustos), https://www.commondreams.org/
news/2016/08/31/us-special-ops-training-latin-america-tripled-docs-reveal

Graham, S. (2011) Cities Under Siege: The New Military Urbanism, Londra: Verso.

Gramsci, A. (1973) Selections from Prison Notebooks, New York: International Publishers.

Haider, A. (2018) Mistaken Identity, Londra: Verso.

Hale, C., P. Calla ve L. Mullings. (2017) “Race Matters in Dangerous Times”, NACLA Report on the Americas, 49(1): 81-89.

Historical Materialism. (2018) Special Issue on Identity Politics, 26(2).

Johnson, C. (2017) “The Panthers Can’t Save Us Now”, Catalyst 1(1), https://catalyst-journal.com/vol1/no1/panthers-cant-save-us-cedric-johnson

Kelley, R. D. G. (2016) “Black Study, Black Struggle”, Boston Review (7 Mart), http://bostonreview.net/forum/robin-d-g-kelley-black-study-black-struggle

Levine, Y. (2018) Surveillance Valley: The Secret Military History of the Internet, New York: Public Affairs.

Marini, T. (2017) “Neo-Fascist and Far-Right: Conquering Europe”, BlogActiv/ EU-Logos (12 Nisan), https://eulogos.blogactiv.eu/2017/12/04/neo-fascists-andfar-right-conquering-europe/

Maverick, J. B. (2018) “How Big is the Derivatives Market?” Investopedia (22 Ocak),
https://www.investopedia.com/ask/answers/052715/how-big-derivatives-market.asp

McLeod, G. (2014) “Forex Market Size: A Traders Advantage,” DailyFX (23 Ocak), https://www.dailyfx.com/forex/education/trading_tips/daily_lesson/2014/01/24/FX_Market_Size.html

Michaels, W B. (2006) The Trouble with Diversity: How We Learned to Love Identity and Ignore Inequality, New York: Metropolitan Books.

O’Bryne, Mark. (2015) “$100 Trillion Dollar Global Bond Market Poses ‘Systemic Risk’ to Financial System”, GoldCore (31 Mart), https://www.zerohedge.com/news/2015-03-31/100-trillion-global-bond-bubble-poses-%E2%80%9Csystemicrisk%E2%80%9D-fnancial-system

OECD. (2018) “Household Debt” (2 Şubat). https://data.oecd.org/hha/householddebt.htm

Oxfam. (2015) Wealth: Having It All and Wanting More, http://policy-practice.oxfam.
org.uk/publications/wealth-having-it-all-and-wanting-more-338125

Oyedele, A. (2017) “Americans Have $12.58 Trillion in Debt – Here’s What It Looks Like”, Business Insider (17 Şubat), http://www.businessinsider.com/us-household-debt-credit-ny-fed-q4-2016-2017-2

Patel, R. ve Jason W. Moore. (2017) A History of the World in Seven Cheap Things, Berkeley, California: University of California Press.

Paxon, R O. (2004) The Anatomy of Fascism, New York: Vintage Books.

Project on Defense Alternatives. (2010) “An Undisciplined Defense: Understanding the $2 Trillion Surge in US Defense Spending”, (8 Ocak), Washington, D. C.: Commonwealth Institute.

Project on Defense Alternatives. (2011) “The Pentagon and Defcit Reduction”, PDA Briefng Memo #47 (1 Mart 1), Washington, D. C.: Commonwealth Institute.

Reed, A. (2001) Class Notes, New York: The New Press.

Roberts, A., ve T. Mulier. (2015) “Billionaire Cartier Owner Sees Wealth Gap Fueling Social Unrest”, Bloomberg (8 Haziran), https://www. bloomberg.com/news/articles/2015-06-08/billionaire-cartier-owner-sees-wealth-gap-fuelingsocial-unrest

Robinson, W. I. (2004) A Theory of Global Capitalism: Production, Class and State
in a Transnational World
. Baltimore, Maryland: Johns Hopkins University Press.

Robinson, W. I. (2008) Latin America and Global Capitalism, Baltimore, Maryland: Johns Hopkins University Press.

Robinson, W. I. (2011) “Global Capitalism and 21st Century Fascism”, Al Jazeera. https://www.aljazeera.com/indepth/opinion/2011/04/201142612714539672.html

Robinson, W. I. (2014) Global Capitalism and the Crisis of Humanity, New York: Cambridge University Press.

Robinson, W. I. (2017a.) “Trumpism, 21st Century Fascism, and the Dictatorship of the Transnational Capitalist Class”, Social Justice (20 Ocak), http://www.socialjusticejournal.org/trumpism-21st-century-fascism-and-the-dictatorship-of-the-transnationalcapitalist-class/

Robinson, W. I. (2017b) “Global Capitalist Crisis and Trump’s War Drive”, Truthout (19 Nisan), http://www.truth-out.org/opinion/item/40266-global-capitalist-crisis-andtrump-s-war-drive

Robinson, W. I. (2017c) “What Is Behind the Renegotiation of NAFTA? Trumpism and the
New Global Economy”, Truthout (24 Temmuz), http://www.truth-out.org/news/item/41365-what-is-behind-the-renegotiation-of-nafta-trumpism-and-the-newglobal-economy

Robinson, W. I. (2018a) “Accumulation Crisis and Global Police State”, Critical Sociology, 1-14.

Robinson, W. I. (2018b) “The Next Economic Crisis: Digital Capitalism and Global Police State”, Race and Class, 60(1): 77-92.

Robinson, W. I. (2018). “Capitalism in the Twenty-First Century: Global Inequality, Piketty, and the Transnational Capitalist Class”, Langman, Lauren ve David A. Smith (der.), Piketty, Inequality and 21st Century Capitalism içinde, Boston: Brill.

Robinson, W. I. ve J. Sprague. (2018) “The Transnational Capitalist Class”, M. Juergensmeyer, S. Sassen ve M. Steger (der.), Oxford Handbook of Global Studies içinde, New York: Oxford University Press.

Robinson, W. I. ve M. Barrera. (2012) “Global Capitalism and Twenty-First Century Fascism”, Race and Class, 53(3): 4-29.

Santucci, A. A. (2010) Antonio Gramsci, New York: Monthly Review Press.

Schwartz, B. (2018) “Billionaire Koch Brothers Network Unveils Phase One of Multimillion-Dollar Ad Campaign Against Trump’s Tariffs.” CNBC (20 Haziran),
https://www.cnbc.com/2018/06/20/koch-brothers-unveil-first-ads-fromcampaign-against-trumps-tariffs.html

Scutt, D. (2017) “Global Debt Has Hit an Eye-Watering $215 Trillion”, Business Insider (4 Nisan), http://www.businessinsider.com/global-debt-staggering-trillions-2017-4?&platform=bi-androidapp

Southern Poverty Law Center. 2018 [?] “Active Antigovernment Groups in the United States”, Southern Poverty Law Center, https://www.splcenter.org/activeantigovernment-groups-united-states

Srnicek, N. 2017. Platform Capitalism. Cambridge: Polity.

State of Nature: Conversations on Social and Political Theory. (2017) “Is Fascism Making a Comeback?”, https://stateofnatureblog.com/one-question-fascism-part-one/

Street, P. (2017) “Race v. Class? More Brilliant Bourgeois Bullshit from TaNehesi Coates”, Counterpunch (15 Eylül), https://www.counterpunch.org/2017/09/15/race-v-class-more-brilliant-bourgeois-bullshit-from-ta-nahesicoates/

The Economist. (2016) “The Problem with Profts.” 11 (26 Mart).

The Economist. (2018) “The Affair: Why Corporate America Loves Donald Trump”, Kapak Sayfası (26 Mayıs).

World Bank. (2017) World Development Indicators Data Base (15 Aralık), http://databank.worldbank.org/data/download/GDP.pdf


Çeviren: Gökhan Demir


Görsel: Recession by Elchinator from Pixabay


William I. Robinson

Kaliforniya Üniversitesi Santa Barbara'da (UCSB) sosyoloji profesörüdür. Aynı zamanda Latin Amerika ve İberya Çalışmaları ile UCSB'deki Küresel ve Uluslararası Çalışmalar programlarına bağlı olarak görev yapmaktadır Akademik araştırmaları makro ve karşılaştırmalı sosyoloji, küreselleşme ve ulusötesileşme, politik ekonomi, politik sosyoloji, kalkınma ve toplumsal değişim, göç, Latin Amerika ve Üçüncü Dünya üzerine odaklanmaktadır. Son kitabı Can Global Capitalism Endure? 2022'de yayımlanmıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.