Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Ortadoğu’da iktidar mücadelelerinin yeni aşaması: HTŞ iktidarı

Şam'da Yapılan Demokratik Laik Suriye talepli gösteriden
Bu içeriği paylaş:

Ortadoğu, yerel ayaklanmalar, bölgesel rekabetler ve küresel iktidar mücadelelerinin şekillendirdiği karmaşık bir çatışma ağına dolanmış durumda. Suriye’de Hay’at Tahrir al-Şam’ın (HTS) iktidara yükselişinden, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a, Suriye’nin güneyine yayılan işgalci saldırganlığına kadar, Bölge, sınırları aşan çok boyutlu ve kapsamlı bir savaşın odak noktası haline geldi. Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörler ile ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin stratejilerinin kesişimi, bu çatışmanın karmaşık jeopolitik boyutlarını gözler önüne seriyor.

Bu makalede, bu dinamiklere yakından bakıyor; Suriye’nin bu daha geniş savaştaki rolünü şekillendiren tarihi köklerini, çağdaş mücadelelerini ve ideolojik alt akıntılarını inceliyor. Baas rejiminin yükselişinden Arap Baharı’nın Suriye üzerindeki etkisine, Suriye İç Savaşı’nın dönüştürücü etkisinden Rojava gibi alternatif yönetim modellerinin ortaya çıkışına kadar bir dizi konuyu ele alıyor. Son olarak, HTŞ’nin Ebu Muhammed el-Golani liderliğinde yükselişini ve bunun Ortadoğu savaşları içindeki önemini değerlendirerek, bölgenin on yıllardır süregelen çalkantılarında kendi kaderini tayin, barış ve demokratik sosyalizm mücadelesini anlamaya yönelik bir mercek sunuyor.

Baas Rejiminin Kuruluşu

Baas rejiminin kuruluşu, ideolojik temelleri ve siyasi yükselişiyle dikkat çeken önemli bir tarihsel süreçtir. 1940’larda Michel Eflak, Salahaddin el-Bitar ve Zeki el-Arsuzi gibi düşünürlerin liderliğinde ortaya çıkan Baas ideolojisi, Arap milliyetçiliğini sosyalist bir retorikle birleştiren bir çerçeve sundu. Eşitlik ve özgürlük vurgusuyla bu ideoloji, bağımsızlık sonrası Ortadoğu halkları arasında geniş bir yankı uyandırdı. Ancak Baas’ın sosyalizm anlayışı, Sovyetler Birliği yanlısı, bürokratik bir devlete ve güçlü bir liderin otoritesine dayalı bir modeldi.

1947’de Şam’da kurulan Baas Partisi, 1950’lerde ordu içinde önemli destek kazandı. 1963’te bir darbeyle iktidara geldiğinde sosyalist politikalar ve reformlar vaat ediyordu. Toprak reformları ve kamulaştırma çabaları kırsal kesimde olumlu karşılandı, ancak parti içindeki artan otoriterlik, bu iddialarını zayıflattı.

1970’te Hafız Esad’ın “Düzeltici Hareket” adını verdiği bir parti içi darbe, Baas rejimi için yeni bir dönemin başlangıcını işaret etti. Esad, merkeziyetçi bir hükümet kurarak parti içindeki muhalefeti bastırdı ve rejimi askeri bir diktatörlüğe dönüştürdü. Bu dönemde Sovyetler Birliği’nden gelen destek, rejimin gücünü artırdı.

Baas rejiminin sosyalizm anlayışı, eşitlik ve sosyal adalet temalarını vurgulasa da, pratikte nüfusun geniş kesimlerini siyasi süreçlerin dışında bıraktı ve sistematik olarak muhalefeti bastırdı.

Hafız Esad ve Beşar Esad dönemlerinde Baas rejiminin baskıcı politikaları kapsamlı hale geldi ve ağır insan hakları ihlallerine yol açtı. Bu politikalar, ulusal ve uluslararası birçok kaynağın verilerle desteklediği üzere, hem fiziksel hem de psikolojik baskı yöntemlerini içeriyordu.

Hafız Esad’ın iktidarında, rejim 1982’de Müslüman Kardeşler’in Hama’daki ayaklanmasına yanıt olarak geniş çaplı bir askeri operasyon düzenledi. Bu operasyon on binlerce insanın ölümüne yol açtı. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve diğer kaynaklara göre ölü sayısı 25.000’i aştı. Bu olay, rejimin muhalefete karşı acımasız yöntemlerinin bir sembolü haline geldi.

Arap Baharı

Suriye’de Arap Baharı, 2011 yılında diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi, kapsamlı sosyo-ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Suriye’deki protestoları ve ardından gelen çatışmayı anlamak için ülkenin tarihsel, ekonomik, siyasi ve demografik dinamiklerinin derinlemesine analizi gereklidir.

2000 yılında Hafız Esad’ın ölümüyle iktidara geçen oğlu Beşar Esad, kısmi ekonomik reformlar ve daha liberal bir ortam vaat etmiş ancak vaatlerini yerine getiremediği gibi, hayal kırıklığının da artmasına neden olmuştu.

2000’li yıllarda Suriye’nin ekonomik yapısında neoliberal ekonomi yönünde önemli değişiklikler yaşandı. Beşar Esad yönetimi, piyasaya yönelik ekonomik reformlar benimseyerek devletin ekonomideki rolünü azalttı ve özel sektörün büyümesini teşvik etti. Ancak bu reformlar, toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kaldı. Özelleştirme ve neoliberal politikalar, zenginler ve fakirler arasındaki uçurumu derinleştirdi.

Tarım sektörünün zayıflaması, kırsal nüfusu kentsel merkezlere göç etmeye zorladı. 2006-2010 yılları arasında yaşanan şiddetli kuraklık, tarımsal üretimi tahrip ederek özellikle doğu bölgelerinde yüz binlerce insanı yerinden etti. Kuraklık, işsizlik ve yoksulluk oranlarını daha da artırdı. Hükümetin bu krize etkili bir şekilde yanıt verememesi, rejime olan güveni daha da azalttı.

Suriye’nin demografik yapısı, toplumsal ve siyasal dinamiklerini şekillendirmede önemli bir rol oynadı. Ülke; Araplar, Kürtler, Türkmenler ve Asuriler gibi çeşitli etnik grupların yanı sıra Sünniler, Aleviler, Hristiyanlar ve Dürziler gibi dini topluluklardan oluşuyor. Alevi azınlığa dayanan Esad rejimi, Sünni çoğunluk arasında bir dışlanmışlık duygusu yaratarak rejime olan memnuniyetsizliği derinleştirdi.

Bunun yanı sıra, geniş bir genç nüfus işsizlik oranlarını artırdı. Gençler için fırsatların eksikliği, toplumsal huzursuzluğu daha da körükledi. Eğitimli ancak işsiz gençler, rejime karşı muhalefetin en güçlü kaynaklarından biri haline geldi.

Suriye’deki durum, bölgesel Arap Baharı dalgasından da etkilendi. Özellikle Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalar, benzer hareketlerin Suriye’de de başarılı olabileceği inancını güçlendirdi.

Bölgesel ve küresel aktörler de Suriye çatışmasına müdahil oldu. İran, Hizbullah ve Rusya, Esad Rejimini desteklerken; Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ve Körfez ülkeleri muhalif gruplara destek verdi. Bu müdahaleler, Suriye krizini daha geniş bir uluslararası çatışmaya dönüştürdü.

2011 yılında Deraa’da bir grup çocuğun duvara rejim karşıtı sloganlar yazması nedeniyle tutuklanıp kötü muameleye maruz kalması, ilk protestoları tetikledi. Güvenlik güçlerinin sert tepkisi durumu tırmandırarak ülke genelinde gösterilere yol açtı. Başlangıçta reform taleplerine odaklanan hareket, hızla rejim karşıtı bir ayaklanmaya dönüştü.

Suriye’deki İç Savaş Dönemi

Suriye İç Savaşı, 21. yüzyılın en yıkıcı çatışmalarından biridir. Rejim karşıtı grupların toplu katliamlar, keyfi gözaltılar ve 21 Ağustos 2013’te Guta’da 1000’den fazla insanın ölümüne neden olan kimyasal silah kullanımı gibi yöntemlerle bastırılması iç savaşı sona erdirmemiş, tam tersine deerinleştirmiştir. Birleşmiş Milletler’e göre rejim güçlerinin sivillere yönelik saldırıları ve keyfi gözaltılar, yüz binlerce insanın yerinden edilmesine ve on binlercesinin hapsedilmesine yol açtı. BM İnsan Hakları Konseyi raporları, rejim kontrolündeki hapishanelerde işkence nedeniyle 20.000’den fazla kişinin öldüğünü bildirmektedir.

İç savaş sırasında rejim, Rusya ve İran’dan önemli destek aldı. 2015’ten itibaren Rusya, binlerce asker, savaş uçağı ve S-300 hava savunma sistemlerini Suriye’ye konuşlandırarak askeri müdahalede bulundu. İran ise yaklaşık 20.000 Hizbullah militanı ve Devrim Muhafızları personelini çatışmaya gönderdi. Bu dış destek, rejimin askeri kapasitesini güçlendirdi ve baskıcı politikalarını sürdürmesini sağladı.

Çatışma derinleştikçe, Suriye farklı gruplar arasında parçalandı. Rusya, İran ve Hizbullah tarafından desteklenerek önemli kentsel merkezlerin kontrolünü elinde tutan Esad yönetimine karşı, Özgür Suriye Ordusu (FSA) gibi ılımlı grupların yanı sıra, daha sonra radikal örgütlere dönüşen İslamcı gruplar, örneğin Nusra Cephesi ve Kuzey Suriye’de yoğunlaşmış olan Kürt gruplar üç ana gücü temsil etmektedir. 

İç savaşın insani maliyeti felaket boyutlarına ulaşmıştır: Çatışmaların başlamasından bu yana 500.000’den fazla insanın öldüğü tahmin edilmektedir. 13 milyon Suriyeli, yani ülke nüfusunun yarısından fazlası, yerinden edilmiştir. Yaklaşık 6,8 milyon kişi mülteci olarak Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi komşu ülkelere sığınmış, 6,5 milyon kişi ise ülke içinde yerinden edilmiştir. Savaş, altyapıyı yok etmiş, Suriye’nin GSYH’sini %60’tan fazla azaltmış ve milyonları yoksulluğa sürüklemiştir. 

Bir Parantez: Rojava Modeli

Suriye İç Savaşı sırasında Rojava bölgesinin kurulması, Kürt nüfus tarafından yürütülen önemli bir girişimi temsil eder. 2012 yılında Esad rejiminin kuzey Suriye üzerindeki kontrolünü kaybetmesiyle Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri (YPG), bölgenin yönetimini üstlenmiştir. Bu gelişme, Kürtlerin tarihsel baskıya karşı bir yanıtı olarak görülmüş ve Rojava, demokratik özerklik modeliyle öne çıkmıştır.

Rojava’daki yönetim modeli, “demokratik konfederalizm” olarak tanımlanmıştır ve doğrudan demokrasiye dayalı, merkezi olmayan bir yönetim anlayışını benimsemiştir. Bu model, kadın hakları, ekolojik sürdürülebilirlik ve etnik-dini gruplar arasındaki eşitlik gibi ilkeleri vurgulamıştır. Bu ilkeler, Rojava Anayasası olarak da bilinen Sosyal Sözleşme ile resmileştirilmiştir ve kapsayıcı, çoğulcu bir çerçeve oluşturmayı hedeflemiştir.

2014 yılında IŞİD’in Ezidi topluluğunu hedef alarak Şengal’e (Sincar) yönelik başlattığı saldırı, Rojava Özerk Yönetimi açısından da bir kırılma noktasıdır. YPG, Iraklı müttefiki Peşmerge ile birlikte Şengal Dağı’nda bir insani koridor açarak on binlerce Ezidi’yi kurtarmıştır. Bu operasyon, kadınların ön planda olduğu Kürt güçlerinin hem bölgesel hem de uluslararası alandaki itibarını önemli ölçüde artırmış ve IŞİD’e karşı kritik bir zafer olarak kaydedilmiştir.

Rojava modeli, yalnızca mevcut durumu bozmakla kalmamış, aynı zamanda sosyal ve yönetsel açıdan alternatif bir çerçeve sunarak bölgesel aktörlerin tepkisini çekmiştir.

HTŞ’nin İktidara Yükselişi ve Golani’nin Rolü

Suriye İç Savaşı’nın ilerleyen dönemlerinde, Esad rejiminin zayıflaması ve muhalif güçlerin parçalanması, kuzeybatı Suriye’de bir iktidar boşluğu yarattı. Bu bağlamda, 2017 yılında çeşitli İslamcı grupların birleşmesiyle kurulan Hay’at Tahrir al-Şam (HTŞ), bölgedeki baskın güç haline geldi. HTŞ, eski bir IŞİD militanı olan lideri Ebu Muhammed el-Golani’nin liderliğinde otoritesini pekiştirdi.

HTŞ, İdlib bölgesinde hâkimiyetini sağlamlaştırdı ve 2024 itibarıyla, bölgenin büyük bir kısmında fiili yönetim otoritesi olarak kendini kabul ettirmeyi başardı. Golani’nin “İdlib’de kurumsallaşma deneyimi kazandık” şeklinde ifade ettiği gibi, HTŞ, yalnızca askeri gücüne dayanmakla kalmadı, aynı zamanda yerel bir yönetim sistemi kurmaya çalıştı. “Suriye Kurtuluş Hükümeti” adı verilen bu yapı, eğitim, adalet ve temel idari hizmetler gibi alanlarda hizmet sunmaya başladı.

İlk başlarda HTŞ’nin İdlib’deki yönetimi, katı bir Şeriat hukuku temelinde kurulmuş ve dini mahkemelerin ve kuralların sıkı bir şekilde uygulanmasını yansıtmıştır. Ancak zamanla HTŞ, uluslararası tanınma elde edebilmek için bu yaklaşımını kısmen yumuşatmıştır. Bununla birlikte, yönetim sistemi hâlâ demokratik olmaktan uzaktır; seçimler veya parlamenter yapılar gibi temsilci sistemler bulunmamaktadır. HTŞ, Ebu Muhammed el- Golani’nin merkezi otoritesi altında yönetilmektedir ve kararlar büyük ölçüde kapalı kapılar ardında alınmaktadır.

HTŞ’nin lideri olan Culani, grubun askeri ve siyasi stratejilerini şekillendirmede kilit bir rol oynamıştır. El-Nusra Cephesi’nin kurucusu olarak tanınan Golani, daha sonra HTŞ’yi bağımsız bir güç olarak yeniden markalamak için El Kaide ile bağlarını koparmıştır.

Ortadoğu’daki Yeni Savaşlar

HTŞ’nin Suriye’nin belirli bölgelerindeki kontrolü, yalnızca yerel bir güç değişimi değil, aynı zamanda Ortadoğu’da süregelen daha büyük bir mücadelenin önemli bir parçasıdır. Bu devam eden çatışma, Yemen, Lübnan ve Gazze gibi farklı bölgelerde çeşitli şekillerde kendini göstermektedir ve küresel jeopolitik düzenle yakından bağlantılıdır. Bu bağlamda İsrail’in özellikle Lübnan ve Gazze’deki rolü, Suriye’deki çatışmaların dinamikleri üzerinde önemli etkiler yaratmıştır.

İsrail, uzun süredir Lübnan’da Hizbullah’ın varlığını ve Gazze’de Hamas’ın yönetimini kendi güvenliği için büyük tehditler olarak görmektedir. 2006 Lübnan Savaşı’ndan bu yana, İsrail Hizbullah’ı zayıflatmayı ve İran’ın bölgedeki etkisini azaltmayı hedefleyen birçok operasyon düzenlemiştir. Hizbullah’ın Suriye İç Savaşı sırasında Esad rejimine verdiği askeri destek, bu İsrail saldırılarının bahanesi olarak kullanılmıştır. Bu eylemler, Suriye’deki çatışmanın seyrini dolaylı olarak etkileyerek Esad rejiminin kritik müttefiklerinden birini hedef almıştır.

Benzer şekilde, İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı düzenlediği askeri operasyonlar, grubun siyasi ve askeri etkisini azaltmayı amaçlamıştır. Ancak soykırıma dönüşen bu saldırılar, aynı zamanda Ortadoğu’daki diğer İslamcı gruplar, örneğin HTŞ üzerinde dolaylı etkiler yaratmış ve bölgesel dinamikleri yeniden şekillendirmiştir.

İsrail, diğer taraftan da İran ve Hizbullah’a ait varlıkları hedef alan hava saldırıları düzenlemiştir. Bu saldırılar, İran’ın ikmal hatlarını kesmeyi ve Hizbullah’ın gelişmiş silah edinme kapasitesini sınırlamayı amaçlamıştır. Bu müdahaleler, İran’ın bölgedeki etkisini engellemeyi hedeflese de Suriye’deki güç dengeleri üzerinde de etkili olmuştur.

Trump’ın Rolü

Donald Trump’ın başkanlığını karakterize eden unsurlardan biri, özellikle dış politikada öngörülemezliktir, bu bağlamda da Trump’ın yeniden seçilmesi Ortadoğu’da bir belirsizlik faktörü olarak algılanabilir. 

Trump, Ortadoğu’daki ABD müdahalesini azaltma arzusunu sıkça dile getirmiş ve uzun süreli çatışmaların mali ve insani bedellerini vurgulamıştır. 2019’da ABD birliklerini Suriye’den çekme kararı, bu yaklaşımın bir örneğidir ve bölgesel dinamikleri önemli ölçüde değiştiren bir iktidar boşluğu yaratmıştır. HTŞ gibi gruplar ve Türkiye ile Rusya gibi devletler, bu boşluktan faydalanmaya çalışmıştır.

Ancak Trump’ın eylemleri genellikle söylemleriyle çelişmiştir. Bazı bölgelerden çekilme açıklamaları yaparken, aynı zamanda İran’a yönelik askeri ve ekonomik baskıyı artırmış, Suudi Arabistan gibi bölgesel müttefiklere silah satışını genişletmiş ve İsrail’e desteğini yoğunlaştırmıştır. Bu iki yüzlü yaklaşım, izolasyonist eğilimler ile stratejik öneme sahip bir bölgede etkisini sürdürme gerekliliği arasındaki bir yönetimin çelişkilerini yansıtmıştır. Aslında bu çelişkiler, Batı emperyalizminin ve özellikle ABD’nin gerçek ikilemlerini gözler önüne sermektedir. Görece azalan güçleri nedeniyle bu büyük tahakküm mekanizmasını destekleyemezken, taahhütlerinden tamamen vazgeçmek de güçlerini daha da zayıflatacak domino etkileri yaratabilir.

Sonuç

Esad rejiminin HTŞ’ye yalnızca 12 gün içinde ciddi bir direniş göstermeden teslim olması, bu diktatörlüğün uzun süredir baskıyla ayakta kalmasının yarattığı derin çürümeyi ortaya koymaktadır. Bu hızlı çöküş, aynı zamanda daha geniş jeopolitik dinamikleri yansıtmaktadır: İran üzerindeki artan baskılar, İsrail’in Lübnan’daki müdahalelerinin Hizbullah’ı zayıflatması ve Rusya’nın Ukrayna’daki savaşa odaklanması, Esad’ın dış desteklerini önemli ölçüde azaltmış ve bu sonucu doğurmuştur.

Golani liderliğinde HTS, düzensiz savaş veren milislerden daha organize bir askeri güce dönüşmüş, İdlib başta olmak üzere, kontrol ettiği bölgelerde yönetim ve kurumsallaşma konusunda bir miktar deneyim kazanmıştır. Ancak Suriye’nin geleceği belirsizliğini korumakta ve yeni çatışmaların ortaya çıkma olasılığı yüksek görünmektedir. Golani’nin CNN röportajında bir İslam devleti fikrinden uzaklaştığını ve Suriye’de kurumsallaşmaya odaklandığını dile getirmiş olsa da, bölgede “demokratik” bir devletin ortaya çıkmayacağı öngörülebilir bir gerçektir. Mevcut yapı, demokratik ilkelere bağlılığı olmayan mezhepçi ve militan gündemlerle şekillenen cihatçı hareketlerin hâkimiyetindedir. Bu durum, önümüzdeki aylarda Suriye topraklarında daha fazla çatışma ve artan istikrarsızlığın kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.

500.000’den fazla kişinin ölümünden ve milyonlarca insanın yerinden edilmesinden sorumlu bir diktatörlüğün çöküşü, bu tür rejimlerin kırılganlığını gözler önüne sermekte, ancak halk için ilerleme ya da adalet garantisi sunmamaktadır. İslamcı güçlerin veya diğer gerici hareketlerin yükselişi, anlamlı bir kurtuluş veya istikrar sağlayamaz. Odak noktamız, Ortadoğu’daki vekalet savaşlarını sona erdirmek ve bölgenin geleceğini kendi çıkarları için dikte eden emperyalist bloklardan kurtulmak olmalıdır ki bu kapitalizm altında mümkün değildir. Aynı zamanda yerel aktörlerin gerçek yüzünü açığa çıkarmaya çalışmalı; halkları ezen, kendi çıkarları için savaşan yapılar olduklarını göstermeliyiz.

Şu anda Suriye’de mevcut bulunan yapılar, işçi sınıfının veya ezilen halkların çıkarlarını temsil eden bir nitelikten yoksundur. Bölgedeki durum, uluslararası çıkar çatışmaları ve bölgesel aktörler arasındaki rekabetle şekillenen emperyalist müdahaleler tarafından belirlenmektedir. Demokratik veya ilerici programlardan yoksun gerici hareketler, halkların kendi kaderlerini tayin mücadelesini baltalamaya devam etmektedir. Bu koşullar altında, artan çatışmalar ve derinleşen istikrarsızlık kaçınılmaz görünmektedir. Bu durumun, mevcut devletlerin parçalanmasına yol açma olasılığı göz ardı edilemez ve bunun komşu ülkeler üzerinde zincirleme etkileri olacaktır. Dönüştürücü bir değişim, ancak devrimci bir işçi sınıfı hareketinin liderliği altında gerçekleştirilebilir.

Suriye’deki kriz, küresel kapitalizmin derin çelişkilerinin bölgesel bir yansımalarından biridir. Kaynaklar üzerindeki rekabet ve düzensiz gelişim tarafından yönlendirilen kapitalist sistem, sürekli olarak çatışma ve savaş üretmektedir. Ortadoğu’daki istikrarsızlık, ABD-İsrail merkezli batı emperyalizminin enerji kaynakları ve stratejik hâkimiyetini güçlendirme çabasının doğrudan bir sonucudur. Ancak, bu bölgedeki ulusal meseleler ya da bölgesel çelişki ve çatışmalar uluslararası bir perspektif olmaksızın kalıcı çözümler bulamaz. Filistin-Lübnan halklarının emperyalist tahakküme karşı on yıllardır süren direniş geleneğinde kristalleşen bir bölgesel devrimci damar göz ardı edilemez tarihsel birikimler bırakmış olsa da buradaki anti-emperyalist, ulusal demokratik ve sosyalist mücadelelerin başarısı, işçi sınıfının uluslararası düzeyde örgütlenmesi ve kapitalizmin dayattığı sınırların ötesine geçmesiyle kalıcı kazanımlara dönüşebilir. Örgütlü sınıf mücadelelerini güçlendirmek ve enternasyonalist sosyalist hareketi yükseltmek, bölge halklarının kaderlerini geri kazanmaları için de yüklenmemiz gereken zorunlu bir görevdir. 

 

Kaynaklar:

Carnegie Middle East Center. “From Revolutionary Fervor to Dictatorial Rule: The Baath Party’s Transformation.” An analysis of how the Baath Party transitioned from an ideological movement to an authoritarian regime. Available at: carnegie-mec.org.

Human Rights Watch (HRW). “Syria: Memories of the Hama Massacre.” An in-depth report on the 1982 massacre in Hama, highlighting the regime’s brutal methods to suppress dissent. Available at: hrw.org.

United Nations Office of the High Commissioner for Human Rights (OHCHR). “Report on Detention Practices and Deaths in Syria.” A detailed report documenting arbitrary arrests, torture, and extrajudicial killings in Syria during the Assad regime. Available at: ohchr.org.

Wilson Center. “Syria and the Arab Spring: A Forgotten Revolution.” A historical perspective on how the Arab Spring uprisings influenced Syria and led to broader unrest. Available at: wilsoncenter.org.

Amnesty International. “Chemical Weapons Use in Syria: Evidence and Accountability.” A report investigating chemical weapons attacks in Syria, particularly the Ghouta attack in 2013. Available at: amnesty.org.

SAGE Journals. “Ideology in Flux: A Critique of Baathist Ideology.” An academic analysis of the ideological contradictions within Baathism. Available at: journals.sagepub.com.

International Crisis Group. “Drought and Discontent: The Roots of Syria’s Crisis.” A study on how economic reforms and environmental stressors like drought contributed to societal unrest in Syria. Available at: crisisgroup.org.

Brookings Institution. “Economic Liberalization in Syria: From State-Led to Market-Oriented Policies.” A critical review of the economic policies under Bashar al-Assad and their social implications. Available at: brookings.edu.

The Guardian. “The Civil War in Syria: A Timeline.” A comprehensive timeline that traces the key events, factions, and turning points of the Syrian Civil War. Available at: theguardian.com.

BBC News. “The Rise of Hay’at Tahrir al-Sham: From Al-Qaeda to Idlib Governance.” An investigative report on HTS’s transformation under Abu Mohammad al-Julani. Available at: bbc.com.

Middle East Institute (MEI). “Rojava and the Kurdish Experiment in Democratic Confederalism.” A deep dive into Rojava’s governance model and its implications for regional stability. Available at: mei.edu.

Al Jazeera. “Turkey’s Military Operations in Syria: Border Security or Expansionism?” A critical analysis of Turkey’s operations in Northern Syria and their impact on the Kurdish population. Available at: aljazeera.com.

Council on Foreign Relations (CFR). “Russia in Syria: Strategic Calculations and Long-Term Goals.” An overview of Russia’s intervention in Syria and its implications for global geopolitics. Available at: cfr.org.

Reuters. “Julani’s Pragmatism: How HTS Seeks Legitimacy in Idlib.” A report on Abu Mohammad al-Julani’s strategy to position HTS as a governing force in Northwestern Syria. Available at: reuters.com.

The New York Times. “The Greater Middle East War: Shifting Alliances and New Conflicts.” An analysis of how the Middle East’s regional wars interconnect with global power dynamics. Available at: nytimes.com.

Bu yazı, ilk olarak İnternationalist Standpoint dergisinde yayınlanmış ve yazar tarafından Türkçe okuyucuya uyarlanmıştır.

Ecehan Balta

Sosyoloji eğitiminin ardından siyaset bilimi doktorası yaptı. Araştırmacı. Praksis dergisi Yayın Kurulu Üyesi. Yerküre Yerel Çalışmalar Kooperatifi Kurucu Ortağı.