Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Hortumun gözü: Türkiye’deki deprem sonrası kırsal kadınlar üzerine

Bu içeriği paylaş:

6 Şubat sabahı Türkiye ve Suriye’yi etkisi altına alan iki büyük deprem oldu ve bu depremler yaklaşık 2.5 milyon kişiyi etkiledi. Türkiye’deki resmi verilere göre, depremler 58.000 kişinin hayatına mal oldu ve aynı anda, “toplumsal sözleşme”nin uzun süredir enkaz altında gömülü olduğunu ortaya koydu. Devlet ve kurumları, hayat kurtarmak, hayatta kalışı sağlamak ve halkın geçimini yeniden inşa etmekle sorumlu olanlar, gözle görülür şekilde “orada değillerdi”.

O 11 ilde depremden etkilenen kırsal alanlara gitmek pek çok kişi ve kurumun en son düşündüğü şeydi. Herkes kendi kayıpları, evleri ve yiyecekleri ile ilgileniyordu; çünkü devlet kurumları dahil hiçbir aktör acil duruma yeterince yanıt verecek donanım ve altyapıya sahip değildi. Aynı zamanda kırsal alanların kendi kendine yeterliliği algısının ve kırsalın kentsel alanlar gibi katmanlandırılmamasının (örneğin çocukların okul problemi, kadınların yeniden üretim yükü, gıda tedarik zincirine özgü problemler vb.), kentten kıra göç olacağı gerçeğinin gözden kaçırılmış olmasının ve elbette nesnel olarak kırsal bölgelere ulaşım zorluğunun bunda önemli bir etmen olduğunu düşünüyorum. Nitekim, benzer biçimde depremin özellikle ilk günlerinde kırsal alanlarda neler olduğu ve depremin ardından kırsal kadınların karşılaştığı sorunlar konusunda az araştırma yapıldı.

Deprem sonrasındaki ilk ayda Diyarbakır’ın 6 ilçesindeki 12 köyde dört kişilik bir ekip ile bir hızlı değerlendirme çalışması yapma fırsatım oldu[1]. İlk ve herhangi bir sorgulamaya gerek kalmaksızın yapılabilecek bir gözlem olarak, cinsiyet rollerinden dolayı kadınların erkeklere göre farklı etkilendiğini gördük. Ayrıca, kırsal kadınlar depremden, kentte yaşayan kadınlara göre de farklı bir şekilde etkilendi.

Kırsal bölgelerde depremin etkisi, fay hattına olan uzaklık, binalarda kullanılan yapı malzemesinin türü ve köyün dağlık veya düz arazide olup olmaması gibi faktörlere bağlı olarak değişiyordu. Şurası kesin ki, kırsal alanlarda kentsel alanlara göre daha az can kaybı yaşanmıştır. Hızlı ve plansız kentleşmenin ölüm sayısının artmasındaki önemli bir faktör olduğunu biliyoruz. Bu fenomen, deprem tarafından ortaya çıkarılan konut sorunu ile birleşince, etkilenen şehirlerdeki köylerine bağlantısı olan insanları köylerine geri dönmeye zorladı. Bu, kırsal kadınların toplumsal yeniden üretim emeğinde inanılmaz bir artışa neden oldu. Diyarbakır’da ziyaret ettiğimiz köylerden birinde, depremde aile üyelerini kaybetmiş toplamda 20 kişiyi içeren üç kentli ailenin tek bir evde bir arada yaşadığı bir durumla karşılaştık. Bu kişilerden sekizi benzer yaşlardaki çocuklardı. Köydeki okul da depremde çökmüştü. Ev sahibi kadın, depremin üzerinden bir ay geçtiği durumda 20 kişiye bakıyordu: Taziyeleri kabul etme, ön bahçede bulunan ve hazır olan ürünleri toplama ve hazırlama, yeni ürünler dikme, hasta bakma ve okula gidemeyen çocuklara bakma. Kadın, o ayda 10 kilo verdiğini söyledi. Evdeki bir misafir, bu kadınla ilgili “kendine bakmıyor” diyordu. Aslında, kırsal kadınların bedeninde toplumsal yeniden üretim krizi ifadesini buluyordu.

Deprem sonrası kırsal alanlarda gıdaya erişim büyük bir sorundu. Köylerde şehirlere göre daha fazla gıda stoku olmasına rağmen, yerel çiftçilerin kâr odaklı hükümet tarım politikaları nedeniyle gıda üretimi konusundaki egemenliklerini kaybetmeleri ve tedarik zincirlerindeki büyük aksaklıklar, kırsal kadınları birçok şekilde etkiledi. Örneğin, süt çiftliklerine verilen zarar, kadınların hayvanları günlük olarak sağmalarını, süt ürünlerini kendileri üretmelerini ve genellikle kalan sütü dökmelerini beraberinde getirdi.

Okulların kapanması ve pandemi ile yerleşen uzaktan eğitim, kırsal alanlarda en belirgin eşitsizliği işaret ediyordu. İnternete erişimin olmaması, köylerdeki çocuklar için eğitime erişim olmaması anlamına geliyordu. Diyarbakır’da şehirden bir köye taşınan üç çocuklu bir aile durumunda, ailenin bu zorluklarla başa çıkmaktan kaçınmak istemesi nedeniyle kız çocuğu bu durumu en çok hisseden oldu. Ayşe bir süreliğine (en az bir yıl) okuldan çıkarıldı. Ailede sadece iki internete erişimi olan telefon vardı ve üç çocuktan Ayşe kız olandı.

Deprem sonrasında etkilenen bölgelere yardım göndermekle ilgili büyük zorluklar vardı.  Özellikle gıda ve su gibi ihtiyaçların genellikle kapalı yollara sahip dağ köylerine ulaşması gecikiyordu. Bu, kadınların (ve kız çocuklarının) kendi kaynaklarını kullanmak ve genellikle mutfak olmadan yemek hazırlamak zorunda kalmasına neden oldu. Yardım alamayan bir dağ köyünde kadınlar, ortasında bir fay hattı olan ve evin duvarını ikiye bölen orta veya ağır hasar görmüş evlere nöbetleşe girerek mutfakta yemek pişirdiklerini anlattılar.

Deprem tarlalardaki tüm ürünlere zarar vermediyse de, gıda tedarik zincirini bozdu, ürünleri yerde bıraktı. Aynı anda, toprak sahipleri işgücü sıkıntısıyla karşılaşırken, birçok tarım işçisi, çoğunlukla kadın ve çocuklar, çalışamıyordu. Zaten ekonomik sıkıntılı bir sektörde geçim sıkıntısı çeken nüfus, deprem tarafından tetiklenen bir finansal felaketle de karşı karşıya kaldı. Deprem sonrası formel işgücüne ilişkin yaşamları ve iş düzenleri ile ilgili çeşitli tedbirler alındıysa da çiftçilerin ve tarım işçilerinin gelir kaybı, evin ihtiyaçlarını karşılamak için kadınların emeğini daha da sömürgeleştirdi.

Endişe, özellikle neoliberal tarım politikaları ve buna bağlı olarak endüstriyel çiftçiliğin gelişmesiyle, zaten köylülerin yaşamlarında yaygın bir duygu haline gelmişti ve deprem, bu duyguyu daha da şiddetlendirdi. Kırsal alanlara, psikososyal destek mekanizmalarına erişimleri olmaması nedeniyle, travmaya bağışıklarmış gibi davranılması eğilimi halen devam ediyor.

Kırsal bölgelerin ve özellikle kırsal kadınların depremden daha önemli ve benzersiz bir şekilde etkilendiği gerçeği, bu doğal olmayan felaketten çıkarılması gereken en önemli derslerden biriydi. Deprem, daha fazla işbirliğine dayalı, adil, emeğe saygılı, afetlere dayanıklı ve doğayla uyum içinde bir sistem oluşturmak için cinsiyet eşitliğinin ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha gösterdi.

*Bu yazının ilk versiyonu 23 Ekim 2023 tarihinde Wilson Center web sitesinde yayınlanmıştır.

[1] Elbette ekipteki sevgili Meryem, Lezgin ve Zehra’yla da özellikle bu konudaki gözlemlerimizi sıklıkla paylaştık ve tartıştık.

Ecehan Balta

Sosyoloji eğitiminin ardından siyaset bilimi doktorası yaptı. Araştırmacı. Praksis dergisi Yayın Kurulu Üyesi. Yerküre Yerel Çalışmalar Kooperatifi Kurucu Ortağı.

Yazıyla ilgili yorumlar

  1. hi!,I like your writing very much! share we communicate more about your article on AOL? I need a specialist on this area to solve my problem. Maybe that’s you! Looking forward to see you.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.