Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Canavarlardan İş(çi) Cinayetlerine

Bu içeriği paylaş:

O habis hayal hala gözlerinin önündeydi. Canavar hışırdıyor, hırıldıyor ve takırdıyordu” (King, 1989, s. 187).

Bu yazının ana odağında Stephen King’in 1978 yılında Hayaletin Garip Huyları (Orijinal adı: Night Shift) isimliyle yayımlanan kitabındaki “Canavar” (The Mangler) adlı kısa öykünün barındırdığı makineleşme, yabancılaşma ve kapitalist sistem ile ilgili tasvirleri eleştirel bir gözle okuyucuya sunmak yer almaktadır. 1995 yılında Tobe Hooper tarafından The Mangler (Mengene) ismiyle beyaz perdeye de uyarlanan bu kısa öykü esin kaynağını yazarın yaşam hikâyesinden alıyor. Okuldan mezun olur olmaz Maine’de endüstriyel bir çamaşırhanede işçi olarak çalışmaya başlayan yazar bu yönüyle tanınmasa da güvencesiz ve çok zor şartlarda çalışan işçi sınıfının deneyimini burada olduğu gibi birçok eserinde yansıtmaya çalışmıştır. Bu yazıda öykünün ana hatlarını günümüz kapitalizminin değişmeyen karanlık yüzü olan iş cinayetleriyle ilişkilendirerek tartışmaya çalışacağım. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), hazırladığı raporlarda iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenebilir olması, sürekli tekrar eden bu ölümlerin basit ve umulmadık şekilde gerçekleşmemesi sebebiyle “iş kazası” yerine “iş cinayetleri” kavramını kullanıyor. Ayrıca iş cinayetleri çalışmanın devamında da görüleceği üzere iş süreçlerinin yapısal dizaynındaki aksaklıklar sebebiyle de meydana geliyor. Ben de bu açıklamaları takip ederek olguyu bu şekilde tanımlıyorum.

“Hunton ölüyü gördü. Makine hala çalışıyordu. Kimse kapatmamıştı. Hunton makineyi sonradan çok iyi öğrenecekti. Hadley-Watson modeli 6-Hızlı Pres ve Katlama makinesiydi. Birimin adı uzun ve biçimsizdi. Burada bu nemli ve buharlı yerde çalışanlar makineye daha uygun bir ad bulmuşlardı. Canavar adını” (s.189).

Öykü, Mavi Kurdele Çamaşır Fabrikası’nda çalışırken katlama makinesi tarafından yutulan Adelle Frawley isimli genç kadının korkunç ölümü ile başlıyor. Olay sıradan bir iş kazası değil, oldukça sıra dışıdır ve hatta kadının bedeni onu yutan makineden çıktığı zaman bir çamaşır sepetine sığabilecek boyuttadır. Olayda bir ihmal olup olmadığını araştırmak için görevlendirilen polis memuru Hunton ıslak, nemli, kasvetli ve eski makinalarla dolu olan fabrikayı görünce bir ihmalin bu kazaya sebep olduğundan emin bir şekilde soruşturmayı başlatır. Ancak yapılan soruşturmaların hiçbirinde bir ihmale rastlanmaz, Hadley-Watson modeli 6-Hızlı Pres ve Katlama makinesi çalışanların ona taktığı isimle Canavar, sorunsuz bir şekilde çalışmaya devam etmektedir.

Kafasındaki soru işaretlerini gideremeyen Hunton soruşturmasına devam ederken Anette Gillian isimli bir kadının da Canavar’ın başında çalışırken bir kaza geçirdiği bilgisine ulaşır. Saat 03:45’te katlama işlemi yapan genç kadın makinenin hiçbir sebep yokken bir ejderha gibi buhar salmaya başladığını anlatır. Hunton, genç kadın ile konuşurken makinenin bu hale gelmesine başka bir kazanın sebep olduğunu öğrenir. Fabrika çalışanlarından olan Sherry Oulette’in makinenin dişlilerinde elini kesmesinin ardından kanı makinenin içine damlar. Bu önemsiz görünen yaralanmamın akabinde fabrikada çalışan kızların etekleri ansızın makinaya sıkışır, makine onları avlamaya çalışan bir canavar hale gelir.

“(…) Ve genç polis o kısacık sürede her şeyin doğru olduğunu anladı. Bir iblis canavarın cansız çelik parçalarını, dişlilerini ve silindirlerini ele geçirmişti. Ona kendi canından vererek makineyi bambaşka bir hale sokmuştu (s.211).

Olayların polis memuru tarafından çözümlendiği ve katlama makinesinin canavara dönüşme süreci kara büyü öğeleri ile tasvir ediliyor. Çalışmada üzerinde çok durulmasa da King etkileyici betimlemelerle kara büyü yapılan makinenin canavara dönüşme sürecini uzun uzadıya anlatıyor. Yaptığı araştırmalar sonucunda yanılmadığını gören Hunton, bakire kanı, belladona (güzelavratotu) ve yarasa kanının bir araya gelerek makineyi Canavar’a dönüştürdüğünden emin oluyor. Bu ıslak, rutubetli ve kasvetli fabrikada da bu bileşenlere ulaşmak çok da zor olmuyor elbette. Liseden yeni mezun olup çalışmaya başlayan Sherry’nin elini kesmesi ile bakire kanı, etken maddesi belladona (güzelavratotu) olan ve şehirde herkesin kullandığı mide ilacı E-Z Gel paketinin kazara makinaya düşmesi, çatı katında yaşayan yarasalardan birinin makine tarafından yutulması ile kara büyü bileşenleri bir çırpıda tamamlanıyor.  Öykünün sonunda polis memuru kara büyüyü bozmaya çalışsa da makine tüm azametiyle hiçbir zarar görmeden çalışmaya devam ediyor.

“Makine betondan çıkmaya, kurtulmaya çalışıyordu. Zift kuyusundan kurtulmaya çalışan bir dinozor gibi. Ve artık tam anlamıyla ütü presi de değildi. Hala değişiyor, eriyordu. 550 voltluk kablo mavi alevler tükürerek düştü. Ve eriyerek kayboldu. Bir an alevlenen iki top, ışıklı bir çift göz gibi onlara baktı. Müthiş soğuk bir açlıkla dolu birer göz gibi” (s.211).

Öykü kapitalist sistemin sürekliliğini sağlayan unsurları oldukça güçlü bir kalemle kurgunun içerisine yediriyor. Genç bir kadının kanını tadan makinanın canavarlaşması, kendine yeni kurbanlar araması sermayedarların dur durak bilmeyen kar hırsını vurguluyor. Her ne kadar makineleşme ve seri üretime geçilse de kapitalist sistem yeni işçiler istemekten; onlar üzerinden artı değer kazanmaktan vazgeçmiyor.

Okuyucuların aklına gelebilir, öyküde Canavar oldukça azametli ve tüm işçileri bir çırpıda yutabilecek kudrete sahip olmasına rağmen neden bunu yapmıyor, neden fabrikayı ele geçirmiyor? King’in hangi amaçla bunu kurguladığı bilinemez fakat Kapital okumuş, Marx’ın düşüncelerinden haberdar olan okuyucular az çok tahmin edebilir. Kapitalist üretimin asıl itkisini artı değeri çoğaltmak oluşturur bu sebeple de sermayeye dayalı üretim, makine sistemini ve teknolojisini göreli artı değeri arttırmak için geliştirir. Sermayenin elindeki teknoloji işçiye kolaylık sağlıyor gibi görünse de aksine sömürüyü arttırır. Teknolojik gelişmenin ilerlemesiyle, beklenenin tam tersine işgünleri artar, çalışma saatleri uzar. Makineler yalnızca sermayenin el koyacağı artı değeri arttırır, işgününden arta kalan zamana da artı değer olarak el koyar. Kısacası sermaye artı değer üretimine dayandığı için canlı emek üretimden tamamen çıkarılamaz ve tam otomasyon kapitalist üretimde olanaklı değildir. Tıpkı bu öyküde olduğu gibi kapitalist düzende Canavar herkesi bir anda yutmaz, yavaş yavaş, sindire sindire işçiyi kendine bile yabancılaştırır.

Öyküyü özetlerken yazının ilk kısmında da bahsettiğim, kadın işçinin bir çamaşır sepetine sığacak boyuta gelmesi belki de öykünün en sert betimlemelerle bezenmiş kısmını oluşturuyor. Ölen kadın işçinin bedeninin bu şekilde makineden çıkması, kapitalist işliklerde çalışan işçilerin ürettikleri metalara ve kendilerine yabancılaşması ile bağdaştırılabilir.

Marx’a göre yabancılaşma, kapitalist üretim ilişkilerinden emekçiye zorla dayatılan bir iş bölümü nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu üretim ilişkileri içerisinde üretim süreci mühendislik bilgilerine dayanarak hesaplanır. Emekçiler de hiçbir katkılarının olmadığı bir iş bölümü içerisinde zorla işe koşulur (Narin, 2017, s.281-283). Modern sanayi ise sürekli yeni iş bölümü kolları oluşturur. Sonunda da emekçiler makinenin canlı bir parçası haline gelir. Bu durum geleneksel imalathanelere oranla çağdaş üretim sürecinde çok daha yüksek oranlara ulaşır (Demir, 2018, s.65).İşçi bir meta düzeyine inmiştir ve aslında metaların en zavallısı haline gelmiştir, işçinin zavallılığının kendi üretiminin gücü ve büyüklüğü ile ters orantılı olduğu görülmektedir” diyor Marx. Çünkü üretim aynı zamanda bir tüketimdir. Üretimde işçi yalnızca meta üretmekle kalmaz kendi yeteneklerini de zamanla harcar ve tüketir (s. 23-187). Yalnızca hayatını idame ettirebilmek için zorla çalıştırılan işçi kendisinden uzaklaşarak, Marx’ın da sıklıkla vurguladığı gibi “hayvanlaşır”. Yalnızca bir hayvan gibi nefes almak için çalışan ve tüketen bir insan elbette ki yalnızca somut olarak değil bilinç düzeyinde de bir yabancılaşmaya uğrar. İnsanı diğer canlılardan ayıran niteliklerinin çoğu kapitalist süreçler tarafından sıyrılıp atılan insandan geriye yalnızca bir et yığını kalır. Marx’ın terminolojisi ile de bu bir soyutlama sürecidir. Artık işçi sadece hayatta kalmanın bir aracı olarak çalışır, kendini kendinden bile o kadar soyutlar ki makinenin bir parçası haline gelir (Ollman, 2008, s.242).

“Makine her şeyi katlamaya çalışmış diye açıklarken boğazında safran tadı vardı. Ama insan bir çarşaf değildir. Gördüklerim… kadından geriye kalanlar…Sonra usulca ekledi. Kadını bir sepetle götürdüler” (s.191).

Bu çalışmada amacım bir kitap tanıtımı yapmak ya da bu öyküyü zorlama bir çabayla politik bir düzleme oturtmak değil. 1978 yılında kaleme alınan bu eserdeki kurmaca yapılar Türkiye’de iş cinayetleri ile gerçeğe bürünüyor.

9 Kasım 2022de Hatay’ın Erzin ilçesinde 14 yaşındaki Dicle Nur Selçuk bir narenciye fabrikasında paketleme makinasının başında çalışırken kıyafetinin ucunun makineye takılması sebebiyle ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Dicle Nur, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtulamadı.

Arda Tonbul, 9 Ocak 2024te iş yerinde, saç büküm makinesinde çalıştığı sırada kafasını sac büküm makinasına sıkıştırdı. Kafası sıkıştığı yerde 16 dakika boyunca kurtarılmayı bekleyen ve sonra hastaneye kaldırılan Tonbul, 7 gün sonra hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.

Manisanın Alaşehir ilçesinde, 26.09.2023 tarihinde çalıştığı inşaatta beşinci kattan düşen 16 yaşındaki Alaşehir Sümer Oral Mesleki Eğitim Merkezi Elektrik Tesisatları ve Pano Monitörlüğü dalı 11. sınıf öğrencisi Zekai Dikici hayatını kaybetti.

Dicle Nur, Arda, Zekai ve 2023 yılında hayatını kaybeden 1932 işçi kurmaca karakterler değil. Çoğunun hikayesine bakıldığı zaman emek sömürüsü, insani olmayan çalışma şartları, kendilerine ve emeklerine yabancılaşma görülüyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) yayınladığı 2023 yılı iş cinayetleri raporu da onların hikayesini doğrular nitelikte. Raporda emekçilerin yaş gruplarına bakıldığı zaman 14 yaş ve altı 22 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 32 çocuk/genç işçi olduğu görülüyor. İSİG’in 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde açıkladığı rapora göre 2013 yılından 2022 yılına kadar “en az” 616 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. Çalışan çocukların yüzde 79,7’sini 15-17 yaş grubu oluştururken 14 yaş ve altında bu oran yüzde 20,3.

İSİG, çocuk işçi ölümlerindeki artışı Milli Eğitim Bakanlığı 2021-2022 döneminden itibaren başlattığı “Mesleki Eğitim Merkezi” (MESEM) uygulamasına bağlıyor. MESEM uygulamasıyla 2 milyona yakın çocuk haftanın bir gününü okulda, dört gününü ise staj adı altında ucuz işgücü olarak çalıştırılıyor. Raporda ölen işçilerin 147’sinin kadın, 1785’inin de erkek olduğu bilgisi yer alıyor. Hayatını kaybeden kadın işçiler tarım, gıda, tekstil, kimya, inşaat, metal, büro, basın, iletişim, eğitim, konaklama ve sağlık kollarında yer alıyordu. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) iş kazası istatistiklerinde kadın işçi ölümlerini toplam ölümlerin yüzde 2’si olarak açıklıyor ancak İSİG raporlarında dört kat daha fazla kadın işçinin öldüğü bilgisine yer veriyor. Sigortasız bir şekilde tarım faaliyetlerinde çalıştırılan kadın işçilerin ölümü, kayıt dışılık sebebiyle kayıtlara yansımıyor. Kadının emeğinin görünmez olduğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği uçurumunun giderek derinleştiği Türkiye’de kadınların iş yerinde maruz bırakıldığı fiziksel ve cinsel şiddet istatistiklere dahi konu olmuyor. Hele ki işverenlerin uyguladığı psikolojik baskı ve yıldırma sonucunda intihar eden işçiler hiç yokmuş gibi davranılıyor. 23 Aralık 2022’de çalıştığı zincir marketin deposunda intihar eden kadın işçinin ardından hiçbir sorun yokmuş gibi market çalışmaya devam etti.  Kadına yönelik şiddet yalnızca hanelerde, kapalı kapılar ardında yaşanmıyor. İş yerlerindeki cinsel şiddet ve taciz vakaları mahkemeye taşınsa dahi ‘somut delil yetersizliği’ gerekçesiyle üstü kapatılıyor. Cezasızlık, sınıfsal eşitsizliğin en yoğun olduğu iş yerlerinde sistematik tacizin ve şiddetin ortaya çıkmasına elverişli ortamlar yaratıyor. İstanbul Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görevli asistan doktor S.E hemşire H.Z’ye cinsel saldırıda bulunduğu iddiasıyla yargılandığı davadan somut delil yetersizliği sebebiyle beraat etti. Kadın işçiler emek sürecinde fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin yanı sıra oldukça ciddi sonuçları olan ancak pek de fark edilmeyen başka bir sömürüye maruz bırakılıyor.  Arslankaya ve Çelik’in yapmış olduğu çalışmaya göre (s. 81) kadınların yaşadığı iş kazaları ergonomik risklerden kaynaklanmaktadır. Firmalarda kullanılan ve ergonomik olmayan araçlar kadınların daha fazla iş kazası geçirmesine sebep oluyor.

Tüm bahsedilen bu sömürü sisteminin bir de göç boyutu var. 2013-2022 yılları arasında en az 828 göçmen iş cinayetinde hayatını kaybetti. Tüm iş cinayetlerine bakıldığında her yirmi iş cinayetinin biri göçmen işçi. Göçmen işçiler güvencesiz, kayıt dışı işlerde oldukça uzun saatlerde çalıştırılıyor.

Konu çocuk işçiliği olunca akla bu yaştaki çocukların örgün eğitim sıralarında ya da evlerinde olması gerektiği saatlerde neden fabrikalarda güvencesiz şekilde çalıştırıldığı sorusu geliyor. Buna sebep olarak yoksulluk mu, eğitim sistemi mi, yoksa küresel kapitalist sistem mi gösterilmeli? Peki ya kadın işçi cinayetleri? Kadın emeğini gün geçtikçe değersizleştiren ‘pederşahi’ politikaları mı, yoksa kadını hane içine hapseden toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren uygulamalar mı suçlanmalı? Göçmen cinayeti dendiğinde aklımıza yalnızca batan botlar mı gelmeli?  Sorulan sorular yanıtsız ancak King’in bu eseri her ne kadar kurmaca olsa da görülüyor ki “Canavarlar” aramızda…

Nilüfer Dilara Ar Mutlu

Atılım Üniversitesi Politik Ekonomi doktor adayı. Doktora çalışmalarının yanı sıra kadın cinayetlerinin önlenmesi üzerine çalışıyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele ve kadının görünmeyen emeği konulu iki kısa filmi 10’dan fazla uluslararası kadın film festivalinde gösterime girdi.

Yazıyla ilgili yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.