Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Trump’ın gümrük tarifelerinin arkasında sermayenin işçi sınıfına karşı savaşı var

Bu içeriği paylaş:

“Trump’ın gümrük vergileri ABD’li işçilerin sömürülmesini ve çaresizliğini arttıracaktır. Amaç da bu zaten.”

 “Ülkelerin 20. yüzyılın başlarında uyguladığı, yabancı kapitalistleri dışarıda tutmayı ve yerli sanayiyi geliştirmeyi amaçlayan korumacılığın aksine, bu yeni korumacılık “yabancı sermayeyi” dışarıda tutmaya değil, ulusötesi kurumsal ve finansal yatırımcıları çekmeye yöneliktir”

 

Donald Trump’ın Meksika, Kanada ve Çin’e karşı başlattığı ve tüm dünyaya yayma vaadinde bulunduğu gümrük vergisi savaşının arkasında ne var? Sis perdesinin ötesine geçebilmek için geri adım atmalı ve şu üç şeye odaklanmalıyız. Birincisi, gümrük tarifeleri savaşı küresel kapitalizmin hızla derinleşen krizine bir yanıttır. İkincisi, ABD’ye ve küresel işçi sınıfına karşı yukarıdan yürütülen sınıf savaşının radikal tırmanışının bir bileşenidir. Üçüncüsü, gümrük vergisi politikası o kadar çok çelişkiyle doludur ki, sonunda krizi daha da ağırlaştıracak ve Trump koalisyonunun çözülmesine katkıda bulunacaktır.

Küresel kapitalizmin krizi hem iktisadi hem de siyasidir. İktisadi açıdan sistem aşırı birikim ve kronik durgunluktan kaynaklanan yapısal bir krizle karşı karşıyadır ve bu durum uluslararası ve jeopolitik çatışmaları arttırırken küresel finans piyasalarında çalkantılar yaratmaktadır. Geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca her ülke küresel bir üretim, finans ve hizmet sistemine entegre oldu. Hem sol hem de sağdaki milliyetçi ve popülist hareketler ülkelerini bu küresel ekonomiden çıkarmak isteyebilir, ancak geri çekilmek imkansızdır – ya da en azından kaos ve çöküş yaratacak büyük bir bozulma olmadan mümkün değildir. Örneğin, küresel tedarik zincirlerini kesintiye uğratan 2020’deki COVID-19 kapanması, 1930’lardaki Büyük Buhran’dan bu yana eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik erimeyi ve sosyal felaketi tetikledi.

Trump’ın tarifeler savaşı iktisadi çalkantıyı şiddetlendirecek, ancak sistem aynı zamanda devlet meşruiyeti, kapitalist hegemonya ve kitlesel toplumsal hoşnutsuzluk sarmalı içinde siyasi bir krizle de karşı karşıyadır. Krizin bu siyasi boyutları, küresel kapitalizmin örgütlenmesindeki temel bir çelişkiyi yansıtmaktadır: küresel olarak bütünleşmiş bir ekonomi ile ulus-devlet temelli bir siyasal otorite sistemi arasındaki uyumsuzluk. Ekonomik karşılıklı bağımlılığımıza rağmen, siyasi otorite 200’den fazla ayrı ulus-devlet arasında bölünmüş durumda. Bu kapitalist devletler çelişkili yetkilere sahiptir. Bir yandan her bir devletin kendi vatandaşları nezdinde siyasi meşruiyet tesis etmesi ve kendi ulusal toplumsal düzenini istikrara kavuşturması gerekmektedir. Öte yandan, diğer devletlerle rekabet içinde kendi toprakları üzerinde ulusötesi sermaye birikimini teşvik etmeli ve bu sermayenin ihtiyaç duyduğu kaynak ve hammadde akışını güvence altına almalıdır.

Ulusötesi Kapitalist Sınıf (UKS) belirli ulus-devletlere tabi değildir. Üyeleri, kar elde etme fırsatlarını arttırdığı takdirde bir devlet tarafından sunulan her türlü teşviki memnuniyetle kabul eder ve birikim elde etmek için en iyi koşulları buldukları her yerde yatırım yapar. Kriz derinleştikçe, her devlet küresel mali çalkantı ve siyasi istikrarsızlık karşısında ulusötesi şirketleri kendi iç pazarına yatırım yapmaya teşvik eden ya da zorlayan politikaları artırarak riskleri azaltmaya çalışmaktadır.

Korumacılık savaşlarında ve diğer devletlerarası rekabet biçimlerinde ortaya çıkan kapitalist devletin bu iki – birikim ve meşrulaştırma – işlevi, çoğu zaman birbiriyle bağdaşmaz. Ulusötesi yatırımları çekebilmek, sermayeye düşük ücretler ve emek disiplini, gevşek bir düzenleyici ortam, vergi imtiyazları, yatırım sübvansiyonları, özelleştirme, deregülasyon ve benzeri teşvikler sağlamayı gerektirir. Bunlar tam da küreselleşmenin başlangıcından bu yana dünya çapında izlenen neoliberal politikalardır. Sonuç, emekçi ve halk sınıfları için artan eşitsizlik, yoksullaşma ve güvencesizliktir ki bunlar da tam olarak devletleri meşruiyet krizlerine sürükleyen, ulusal siyasal sistemleri istikrarsızlaştıran ve seçkinlerin kontrolünü tehlikeye atarak neo-faşist sağın yükselişine ivme kazandıran koşullardır.

Trump Devrede

Bu, ABD işçi sınıfının sosyal ve ekonomik krizine ve bunun ürettiği devletin meşruiyet krizine aşırı sağcı, neofaşist bir yanıt olarak görülmesi gereken Trumpizmin yükselişinin daha geniş bağlamıdır. İşçi sınıfı, geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca yaşam koşullarında süregelen bir istikrarsızlaşma yaşadı. 2008’deki mali çöküşten bu yana ve COVID-19 salgınının ardından özellikle keskin bir bozulma yaşandı. Emekçi sıınflar giderek artan güvencesizlik, iş istikrarsızlığı, yaygın ve büyüyen işsizlik ve eksik istihdam, yoksulluk ücretleri, marjinalleşme ve sosyal ayrışma, gıda güvensizliği ve sağlık hizmetleri, standartların altında konut ve evsizlik krizleriyle karşı karşıya.

Trump, bu artan sosyoekonomik güvensizlik ve kitlesel sosyal kaygıya hitap eden popülist, milliyetçi, ırkçı ve neofaşist bir söylemle ikinci dönem için seçilmeyi başardı. Demokrat Parti’ye ve statükoya yönelik kitlesel hoşnutsuzluğu, her şeyden önce kitlelerin sosyoekonomik sorunlarını çözeceğine dair sahte bir vaatle manipüle etti. Aşırı milliyetçilik, özellikle kriz ve sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde, kitlesel hoşnutsuzluğu sistemdeki kaynağından uzaklaştırmak ve göçmenler ve “yabancı düşmanlar” gibi günah keçisi ilan edilen gruplara yönlendirmek için egemen sınıfların her zaman önemli bir ideolojik silahı olmuştur.

Trump şimdi de “Önce Amerika” söylemini tırmandırarak Meksika ve Kanada’ya – geçici olarak askıya alınan – yüzde 25, Çin’e yüzde 10 gümrük vergisi getirdi ve Avrupa Birliği (AB) ile tüm ABD ithalatına gümrük vergisi getirme sözü verdi. Aslında Trump’ın göreve gelmesinden çok önce, 21. yüzyılda birbirini izleyen ABD yönetimleri ulusötesi yatırımcıları cezbetmek için sübvansiyonlar, vergi kredileri ve gümrük tarifeleri uygulamış ve ABD, AB ve Çin arasında süregelen sübvansiyon ve korumacılık çatışmalarını tetiklemiştir. Devletlerin korumacı tedbirleri, UKS’ye belirli bir ülkenin sınırları dışında yatırım yapmak yerine içeride yatırım yapma teşvikleri sunmaktadır. ABD’nin ötesinde, devlet sübvansiyonları, gümrük tarifeleri ve diğer milliyetçi iktisat politikaları, kronik durgunluk karşısında yatırım fırsatları arayan ulusötesi sermayeyi çekmek amacıyla dünya çapında yükselişe geçmiştir. Dünya genelinde hükümetler, kendi sınırları içinde belirli sektörleri özendirmek için 2020’lerin başında 1.500’den fazla politika uygulamaya koyarken, bu sayı 2010’larda neredeyse sıfırdı.

Ülkelerin 20. yüzyılın başlarında uyguladığı, yabancı kapitalistleri dışarıda tutmayı ve yerli sanayiyi geliştirmeyi amaçlayan korumacılığın aksine, bu yeni korumacılık “yabancı sermayeyi” dışarıda tutmaya değil, ulusötesi kurumsal ve finansal yatırımcıları çekmeye yöneliktir. Trump, ilk döneminde, Çin, AB ve diğer ülkelere gümrük vergileri uygulamadan kısa bir süre önce, İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu (DEF) için küresel elitin 2018 toplantısında bu yatırımcılara “Amerika iş yapmaya her zaman açık” dedi. “Şimdi işletmenizi, iş imkânlarınızı ve yatırımlarınızı ABD’ye getirmek için mükemmel bir zaman.”

Hızlıca 2025’e ilerleyelim. Göreve başlamasından sadece iki gün sonra Trump bu yılki DEF toplantısında şunları söyledi “Eğer malınızı Amerika’da üretmiyorsanız, ki bu sizin ayrıcalığınızdır, o zaman basitçe bir gümrük vergisi ödemek zorunda kalacaksınız.”

Dolayısıyla Trumpizm 2.0, son dönemdeki eğilimlerden bir kopuşu değil, radikal bir tırmanışı temsil etmektedir. Denklemin bir parçası UKS yatırımlarını çekmek için gümrük tarifeleri ve diğer korumacı önlemleri içeriyorsa, diğer parçası da UKS’nin diktatörlüğü pekiştikçe ve dünyanın dört bir yanındaki yönetici gruplar daha açık bir şekilde otoriter ve faşist siyasi eğilimlere yöneldikçe Amerikan ve küresel işçi sınıfına karşı sınıf savaşının topyekün tırmanmasıdır.

Trump programı, kapitalist küreselleşmenin ve neoliberal karşı devrimin başlangıcında, 1973 yılında kurulan Heritage Vakfı tarafından hazırlanan meşhur Proje 2025’te ortaya konan senaryoyu takip ediyor. Bu senaryo, düzenleyici devletten geriye kalanları parçalamayı; kamusal alanın son kalıntılarını özelleştirmeyi; Sosyal Güvenlik sistemini budama ve özelleştirme tehdidi de dâhil olmak üzere sosyal harcamaları büyük ölçüde kısmayı; sermaye ve zenginler üzerindeki vergileri azaltmayı; devletin baskı ve gözetim aygıtlarını genişletmeyi ve tüm bunları geriye kalan birkaç demokratik hesap verebilirlik mekanizmasını geçersiz kılarak yapmayı gerektiriyor.

Trumpizm’in hedefi, zaten ciddi bir krizle karşı karşıya olan ABD-merkezli emeği radikal bir şekilde geriletmektir. Ulusötesi şirket yatırımcıları, ABD dışında yer almaları halinde gümrük vergileriyle cezalandırılacak, ancak savunmaya çekilmiş ve sömürülmeye hazır bir emek kitlesinin teşvikiyle ülke sınırlarının içine taşınmaya ikna edileceklerdir. Trumpizm, UKS’ye çaresiz ve kolayca sömürülebilir bir işçi sınıfı sunmayı önererek, bu sınıfın sömürülebilirliğini diğer ülkelerdeki işçi sınıflarının sömürülebilirliği ile rekabet edebilir hale getirmektedir. Pek çok kişinin belirttiği gibi, gümrük tarifeleri sermayeye değil işçilere zarar verecektir. Şirketler gümrük tarifelerinin maliyetini daha yüksek fiyatlar üzerinden yansıtacaktır. Fiyatlardaki bu artış işçi sınıfı tüketimini daraltacaktır. Bu, kitlesel hoşnutsuzluğun ve sınıf mücadelesinin yükseldiği bir dönemde işçileri bölüp parçalayarak emeği zayıflatmak için tasarlanmış bir stratejidir.

Bu aldatıcı retoriğin ötesinde, göçmenlere karşı savaş ve kitlesel sınır dışı tehdidi, grev faaliyetlerinin, protestoların ve örgütlenme girişimlerinin ekonominin hem eski hem de yeni sektörlerindeki işçiler arasında yayıldığı bir dönemde, işgücü piyasalarında ve toplumsal kurumlarda korku ve kaos yaratmayı amaçlayan, çok etnisiteli, çok uluslu işçi sınıfının tamamına yönelik bir saldırıdır. Tarihsel olarak, şu anda Trumpizm tarafından kullanıldığı gibi aşırı milliyetçilik, işçi sınıfı birliğinin altını oymaya ve farklı ülkelerden işçileri birbirine düşürmeye hizmet etmektedir. İşçi sınıfını bölmek ve örgütsüzleştirmek için göçmenleri günah keçisi ilan ederek ya da çeşitliliği, eşitliği ve kapsayıcılığı ortadan kaldırarak ırkçılık da körüklenmelidir.

Ulusötesi Sermayenin Diktatörlüğü

Trumpizm, devlet iktidarını faşist liderlik altında kapitalist tahakkümün daha doğrudan bir aracı haline getirerek, başkanlık gücünün muazzam bir şekilde genişletilmesini ve yoğunlaştırılmasını içerecek şekilde derinlemesine yeniden yapılandırmayı amaçlamaktadır. Amaç, 1930’ların Büyük Buhranı sırasında ortaya çıkan ve New Deal ya da sosyal demokrat refah devleti ile sonuçlanan “büyük sınıf uzlaşmasının” kalan unsurlarını ortadan kaldırmaktır. Trump yönetiminde, UKS’nin ABD’deki üyeleri devletin doğrudan kontrolünü daha da fazla ele geçirdi. Trump, yönetimine eşi benzeri görülmemiş bir şekilde 13 milyarderi aldı ve dünyanın en zengin adamı Elon Musk’ı seçilmemiş eş başkan olarak atadı. Özellikle teknoloji, finans ve enerji sektörlerinden şirketler ve milyarderler, çıkarlarının temsil edileceğinden emin olmak için Trump Göreve Başlama Komitesi’ne şimdiye kadar görülmemiş miktarda para aktardılar.

Trump’ın seçilmesinin ardından borsanın yükselişe geçmesi ve göreve başlamasından önceki günlerde daha da yükselmesi, ulusötesi sermayenin Trump hükümetinin kendi çıkarlarını temsil etme ve işçi sınıfını daha fazla disiplin ve kontrol altına alma becerisine duyduğu baş döndürücü güveni yansıtmaktadır. Trump’ın göreve gelmesinden sadece birkaç gün önce bankalar neredeyse rekor düzeyde kar açıkladılar. JPMorgan Chase 2024 yılı için 54 milyar dolar gibi çarpıcı bir rekor yıllık kâr açıkladı. Fosil yakıt milyarderleri, Trump’ın göreve gelmesinin ardından servetlerini 3 milyar dolar arttırdı. Özel, kar amaçlı göçmen hapishaneleri işleten iki şirketten biri olan GEO Group’un hisse senedi değeri, Trump’ın Kasım ayında seçilmesinin hemen ardından yüzde 32 artarken, diğer şirket CoreCivic’in hisse senedi değeri yüzde 30’un üzerinde yükseliş gösterdi.

Bununla birlikte, Trumpizm 2.0 temelde çelişkili bir programdır. Trump bir Frankeştayn, ulusötesi sermayenin kitlesel hoşnutsuzluğu kontrol altında tutmak ve kronik durgunluk sorununu çözmek için devlete bel bağlamasıyla ortaya çıkan bir canavar. UKS hem bu pastaya sahip olmak hem de onu yemek istiyor. Ücretleri sıkıştırma ve işçileri kontrol etme, sermaye ve zenginler üzerindeki vergileri azaltma ve deregülasyon planları için Trumpizmi benimseyebilir. Ancak Trump’ın ticaret savaşlarının ulusötesi kapitalistleri üretimi ABD topraklarına taşımaya ikna etmekte gerçekten başarılı olacağı oldukça şüphelidir. UKS, korumacılığa ve birikim stratejilerine devlet müdahalesine sürekli olarak karşı çıkmıştır. Sermayenin küreselleşme gerekçesi, dünya çapındaki özgürlükleri üzerindeki her türlü ulusal kısıtlamadan kaçmaktı ve bu nedenle ulus-devletin sınırları içerisine geri dönmeye hiç niyeti yoktur.

ABD Ticaret Odası (U.S. Chamber of Commerce), Ulusal İmalatçılar Birliği (the National Association of Manufacturers), Ulusal Perakende Federasyonu (National Retail Federation) ve diğer kuruluşlar ABD’nin Çin’e yönelik gümrük tarifelerine ve diğer önlemlerine karşı çıktılar. Trump’ın Meksika ve Kanada’ya yönelik gümrük vergilerini açıklamasının hemen ardından, büyük iş grupları itirazlarını dile getirdiler. Elon Musk’ın Tesla şirketinin durumu öğreticidir. Musk gölge bir eş başkan olarak görev yapıyor olabilir, ancak küresel iş imparatorluğuna herhangi bir devlet müdahalesine karşı sessizce mücadele ediyor. Örneğin Ocak ayında Tesla, Çin yapımı elektrikli araçlara uyguladığı gümrük vergileri nedeniyle Avrupa Birliği’ne dava açtı. Tesla’nın açtığı davaya Almanya merkezli BMW ve Çin merkezli birkaç firma da katıldı. Tesla, BMW ve Çin firmaları belirli bir ülkede bir ana üsse sahip olabilirler, ancak gümrük tarifeleri veya ulus devletler tarafından dayatılan diğer engeller tarafından engellenen, iç içe geçmiş geniş küresel üretim ve dağıtım zincirleri aracılığıyla faaliyet göstermektedirler.

Trump’ın çekirdek tabanı, 6 Ocak 2021’de Kongre’yi basanlar gibi ırkçı ve neofaşist örgütler ve milisler şeklinde örgütlenmiş aşırı sağcılardan oluşuyor. Ancak aynı zamanda işçi sınıfının önemli bir kesiminde, özellikle de beyaz işçilerde kitlesel bir taban oluşturmayı başardı. Bu işçiler Trump’ın ekonomik durumlarını iyileştirmesini bekliyorlar ama bu olmayacak. Trump’ın hükümeti hem emekçilerin hem de sermayenin çıkarlarını birlikte temsil edemez ve Trump’ın sermayeyi yüzüstü bırakmak gibi bir niyeti asla yoktur. Aksine, Trump’ın programı başarılı olursa, işçilerin durumu daha da kötüleşecektir. Dahası, bazı şirketler üretimi ABD’ye taşısa bile, yapay zeka ve diğer dijital teknolojiler halihazırda üretim süreçlerinin hızla otomasyonuna ve birçok teknoloji ve profesyonel iş kolunun gözden düşmesine yol açtığından, bu durum imalat sektöründe önemli bir istihdam artışı ya da daha yüksek ücretlerle sonuçlanmayacaktır.

Trump koalisyonu, hayal kırıklığı başladıkça çözülecek ve sonunda kitle tabanı dağılacaktır. Sosyal ve siyasi çatışmalar artacaktır. Trump, programının yarattığı kaostan yararlanarak halk direnişine karşı polis devletinin tüm öfkesini serbest bırakacak. Bunlar kitlesel bir sol alternatifin gelişmesi için elverişli koşullar olmakla birlikte, aynı zamanda faşist eğilimin daha açık bir 21. yüzyıl faşizmine dönüşebileceği koşullardır. Trump projesi küresel kapitalizmi istikrara kavuşturmak bir yana, onu parçalayan çelişkileri daha da şiddetlendirecektir. İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzen çatırdarken ve jeopolitik çatışmalar tırmanırken küresel elitler bölünmüş ve giderek parçalanmış durumda. DEF, Trump’ın göreve başlamasının arifesinde yıllık Küresel Riskler Raporunu yayınladı. Raporda, “2025 yılına girerken küresel görünüm jeopolitik, çevresel, toplumsal, ekonomik ve teknolojik alanlarda giderek daha fazla çatırdıyor” uyarısında bulunuldu. Dünya “ anlık, kısa vadeli ve uzun vadeli olmak üzere üç zaman ufkunda da kasvetli bir görünümle” karşı karşıya.

Trump’ın gümrük tarifeleri savaşı, kaynaklarını ele geçirmek için Kanada ve Grönland’ı ilhak etme tehdidi, ABD müttefiklerine yönelik saldırıları ve çok taraflı örgütlerden çekilmesi, uzun süredir devam eden uluslararası ittifakları hızla zayıflatacak ve küresel ekonomiyi parçalayarak dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’na yaklaştıracaktır. Küresel düzenin bozulması ve dünya savaşı tehdidi, tıpkı 20. yüzyıldaki faşizm ve dünya savaşlarının dünya kapitalist krizlerinin sonuçları olması gibi, inatçı bir kriz içindeki küresel kapitalizmin temel çelişkilerinden kaynaklanmaktadır. Felaketten kaçınmak için egemen sınıflara başvuramayız; kurtuluşumuz işçi ve halk sınıflarının kitlesel direnişinden geçmektedir.

 

Bu yazı, 17 Şubat 2025 tarihinde Truthout‘ta yayımlanmıştır. Orijinal metne şuradan erişebilirsiniz.

Görsel bilgisi: Göstericiler, federal işten çıkarmaları protesto etmek ve Elon Musk’ın “Kamuda Verimlilik Departmanı” (DOGE) ile ilişkisinin kesilmesini talep etmek üzere 7 Şubat 2025 tarihinde Washington, D.C.’de Personel İdaresi Ofisi’nin önünde toplandı.

Fotoğraf: Bryan Dozier / Middle East Images / AFP aracılığıyla Middle East Images

Çeviri: M. Gürsan Şenalp

William I. Robinson

Kaliforniya Üniversitesi Santa Barbara'da (UCSB) sosyoloji profesörüdür. Aynı zamanda Latin Amerika ve İberya Çalışmaları ile UCSB'deki Küresel ve Uluslararası Çalışmalar programlarına bağlı olarak görev yapmaktadır Akademik araştırmaları makro ve karşılaştırmalı sosyoloji, küreselleşme ve ulusötesileşme, politik ekonomi, politik sosyoloji, kalkınma ve toplumsal değişim, göç, Latin Amerika ve Üçüncü Dünya üzerine odaklanmaktadır. Son kitabı Can Global Capitalism Endure? 2022'de yayımlanmıştır.

Bu yazı için gösterilecek etiket bulunmamaktadır.