Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Madalyonun iki yüzü: Nafaka ve kıdem tazminatı (I)

Bu içeriği paylaş:

Bugünlerde çok önemli iki hakkın kaldırılması tartışılıyor. Söz konusu adımların yeni rejimin rengini daha fazla vurgulayacak kadar önemli düzenlemeler olduğunu düşünüyorum. Bu süreç bizler için son derece aşına olduğumuz ataerkil kapitalizmin çıplak şiddetini ortaya döküyor. Bugüne kadar uygulamasında pek çok sorun da olsa muhafazakarlaşarak savunmak zorunda kaldığımız ama gerçekte kısmen uygulanan, Türkiye’deki gibi bir sosyal refah devletinin iki kalıntısı olan koruma tedbirlerinin kaldırılması gündemde.

Söz konusu koruyucu düzenlemelerden ilki kıdem tazminatı diğeri ise nafaka hakkı. Ataerkil kapitalist sistemin egemenlerine, yani erkeklere ve sermayeye (ve elbette devlete) sınırsız hareket alanının önünde kısmi bariyer olan ve ilki için sermayedarların, ikincisi için boşanmış erkeklerin bir kısmının  ağladığı” ve üstünde fırtınalar kopardığı bu iki düzenleme için öngörülen değişiklikler, mekanizmaları ve sonuçları bakımından bir kabus, bir gerilim filmi kıvamında.

Erkek egemenliği ile kapitalist sistemin nasıl beraber işlediğini ele alan ve iki kısımdan oluşan bu yazının ilk kısmında nafaka, ikinci kısımda kıdem tazminatına odaklanacağım.

Şiddet ve Boşanma

Bir daha tecavüze maruz kalmamak için bir özsavunma ile tecavüzcüyü öldüren ve 7 senedir hapiste bulunan Nevin Yıldırım’ın, indirimsiz müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından onaylanmasının bu döneme denk gelmesi şaşırtıcı değil. Nevin, itaat etmediği ve tecavüze uğradığı halde kendini savunduğu için hepimize ibret olsun diye cezalandırılırken, kravatlı katiller öldürdükleri kadınların bakire olmamasını öne sürüp indirim alabiliyor mevcut hukuk sisteminde. Nafaka hakkını bu ortamda konuşuyoruz.

Nafaka, kadınların ekonomik hakkıdır. Çünkü, kadınlar, evlendikleri dönemde çeşitli nedenlerle iş hayatlarından koparlar. Eğitimlerini bırakabilirler. Çoğu erkek, halen, kadının çalışmasını kendisinin gelirinin ve “aile geçindirme kapasitesine” yani iktidarına yönelik bir aşağılama olduğunu düşünüyor.. Kadınların çalışmasından ve kendilerine ait bir bütçesinin olmasından tedirginlik duyuyorlar. Eğer kadın kendi kendine ayakta kalabilme becerisine sahip olduğuna inanırsa ne yaşadığı şiddete ne de baskıya tahammül etmek zorunda kalır, bunu biliyorlar. Zira pek çok kadını, baskı, şiddet, işsizlik, yoksulluk ve emek sömürüsünün ortasında yaşamaya mahkûm eden pek çok dinamik var. Bunlar sadece söylem veya halkın “eğitilememiş-geri kalmış küçük bir azınlığına ait” durumlar değil.

Yapılan pek çok araştırma kadınların yaşadığı ev içi fiziksel ve psikolojik şiddetin boyutlarını ortaya koyuyor. Mesela, Türkiye’de medyaya yansıdığı kadarıyla günde 3 kadın öldürülüyor. Hatta şiddetin bahanesi de çok çeşitli. Yıllar önce Şefkat-Der’in yaptığı bir araştırmada erkeklerin kadınlara fiziksel şiddet uygulamak için gerekçeleri arasında olan nedenler, su borusunun donmasından, faturaların yüksek gelmesine; şiddet görürken acıyla bağırmasından, para biriktirmesine kadar uzuyordu. En dikkat çekici neden ise erkeklerin kendi aralarında kim karısını daha iyi döver rekabeti idi. (1)

Kadın cinayetlerini durduracağız platformunun topladığı verilere göre ise 2018 yılında 440 kadın patronları, kocaları, eski kocaları, sevgilileri, babaları, kardeşleri, nişanlıları veya karşılıksız aşk olarak tanımladıkları takıntılı durum içindeki erkekler tarafından veya sadece ceza verme hakkını kendinde gören erkekler tarafından şiddete maruz bırakılarak öldürüldü. 317 kadına ise cinsel şiddet uygulandı. Sadece kadınlara mı, hayır yine aynı raporun verilerine göre 217 çocuk istismarı basına yansıdı, 26 çocuk öldürüldü (2). Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre ülke genelinde yaşamının herhangi bir döneminde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı yüzde 39.3. Yaşadıkları fiziksel şiddet sonucunda yaralanan kadınların oranı yüzde 25. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı ise yüzde 48.5. Bu da gösteriyor ki bu verilerdeki şiddet gerçeğin çok çok altında. Cinsel şiddet birçok durumda fiziksel şiddet ile birlikte yaşanıyor, kadınların yüzde 42’si fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtiyor (3). Erkeklerin kışkırtılmış tahakkümünün, şiddet veya başka biçimlerde oluşturduğu çember bu. Ekonomik gücü ve hayata dair deneyimi olmayan kadınları ne yazık ki içinden çıkılmaz şekilde sarıyor. Şiddetin kadınların fiziksel varlığının yanı sıra psikolojik sağlığına da saldırı olması, kadınların kendi hayatlarına yön verebilecek güçlerini elinden alıyor ne yazık ki. Şiddet, boşanmanın temel nedenlerinden biri olmakla birlikte boşanmak veya ayrılmaya çalışmak da şiddetin nedenlerinden biri aynı zamanda.

Şiddet, sadece bireysel olarak erkeklerin bir davranışı değil, tahakküm biçimi olarak iktidarla ve devletle ilişkisi var. Örneğin, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan’a göre, terör, çocuk istismarı, uyuşturucu bağımlılığı ve kadına yönelik şiddetin aile yapısının bozulmasından kaynaklandığını düşünüyor ve “Bu sorunlar nedeniyle toplum parçalanıyor. Yılda 500-600 bin evlilik olurken, 130 bin boşanma yaşanıyor. Bu terördür, çocuk hakkının ihlali demektir” diyor (4). Kadın cinayetlerinin, şiddetin medya ve hukuk tarafından nasıl bir tolerans içinde karşılandığı ise kadınların en çok yazdığı konu son günlerde. Bu koşullar altında nafaka, kadınların zorbalığa rağmen aile, ev ve mahallelerdeki sıkışmışlığına çok küçük bir çıkış yolu. Bu açıdan nafakanın kaldırılmasına dair her teşebbüs temelinde kadın düşmanlığından besleniyor.

Patriyarkal Pazarlık

Biraz daha akut olan şiddet sorunun altını kazıyalım. Zira, evlilik aynı zamanda ekonomi politiğin alanına giren emek, emekgücü ve sömürü kavramları ile de yakın temas içinde. Dolayısıyla yine üzerinde magazinel haberlerin üretildiği nafaka konusu aynı zamanda ekonomik bir yüze de sahip.

Öncelikle konuyu açmak için birkaç istatistikle başlayalım:

Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göreyse erken evlilik ve nişanlılık nedeniyle eğitime devam edemeyenlerin yüzde 97.4’ü kız öğrenciler (5). TÜİK 2019 işgücü verilerine göre çalışabilir yaşta (15-65 yaş arası) 30 milyon 908 bin kadın var. İstihdamdaki kadın sayısı ise 8 milyon 740 bin, üçte birden az. Dahası geçen yıl yüzde 13.4 olan kadın işsizlik oranı bu yıl yüzde 16.9 olmuş. Genç kadın işsizlik oranı yüzde 29.3 iken ne istihdamda ne de eğitimde olan gen. Kadınlar toplam kadın nüfusunun yüzde 32.2’sini oluşturuyor (TÜİK, 2019 Şubat). 2015 yılı itibarıyla 1 milyon civarında kadın çocuk bakımı ile uğraştığı için, yaklaşık 112 bin kadın ise yaşlı bakımı yüzünden ‘eve döndü.’(6) 2019 rakamlarına göre ise 11 milyon 127 bin kadın  ev ve bakım işleri nedeniyle iş aramıyor (TÜİK, 2019 Şubat). Kadınlar, çalışma hayatına yeni başlamışken çocuklar yüzünden, çalışmaya başladıktan sonraki zamanlarda ise bu sefer de yaşlı ya da engelli bakımı yüzünden eve dönüyorlar. ’Çocuk bakımı’ gerekçesiyle çalışamayan 260 bin kadın ‘Kreşler çok pahalı’ gerekçesiyle, 900 bin kadın ise ‘Çocuğuma kendim bakmak istedim’ diyerek açıklıyor durumu. (7) Ancak pek çok araştırmada kadınların kendileri için en iyisinin çalışmamak olduğu fikrinin gerçekliğini sorgulamak için sorulan, “kız çocuğunun evde oturmasını veya esnek çalışmasını ister misin?” sorusuna verdikleri yanıtının çok büyük oranda “hayır” olması, kadınların aslında insani koşullarda olmadığı için çalışmadığını ortaya koyuyor. Kadınlar maalesef ki iş hayatında daha eğreti konuma, patriyarkal pazarlık denilen sistem nedeniyle itiliyorlar. Patriyarkal pazarlık ise bir kadının ancak evdeki işleri mükemmel yapabilmesi durumunda işte çalışmasına izin verilmesi.

Erkeklerin evlilik sürecinde kadınların evdeki işleri yapması ve gündelik hayatı çevirmesinden dolayı pek çok kazanca sahip. Mesela, evde çamaşır, bulaşık, temizlik, çocuk bakımı gibi zaman alıcı işlerden muaf oldukları için kadınlardan fazla zamanları var. TÜİK Zaman kullanım anketi 2014-2015 sonuçlarına göre araştırmasına göre bir kadın ortalama olarak günde en az 4 saat 35 dakikasını bu işlere ayırırken erkek sadece 53 dakika ayırıyor. Çalışan kadın, elde ettiği gelirden pay ayırarak işi bir başkasına devredebildiği veya piyasadan sayın alabildiği için 1 saat kazanıyor, ev ve bakım işleri süresi üç buçuk saate düşüyor. Ancak zaten minimum ölçüde ev ve bakım işi yaptıkları ve bu işleri kadınlara devredebildikleri için çalışan bir erkeğin bu işlere ayırdığı zaman 10 dakika fark ediyor. Ücretli bir işte çalışmayan kadınlar ise için yaklaşık 5 saatini ev ve bakım işlerine ayırırken, aynı koşullardaki erkeklerin ayırdığı süre 1 saat. İstatistiklerde ücretli işte çalışmak için ayrılan ortalama zamana baktığımızda bu vaktin altında bir oran görünüyor. Neredeyse bir çalışma zamanı, üstelik tatil günü, sigortası ve emekliliği de yok.

Ayrıca, erkek kadının evde çalışmasından mali bir kazanç da sağlıyor. Zira evde yapılan işler, ücretsiz. Yani yemek, temizlik ve bakım işleri için alışveriş yapması gerekmiyor. Yapılan bir araştırma, kadının yaptığı her işin piyasadan satın alındığı durumda asgari ücretin üzerinde ödeme yapılmasını gerektirdiğini ortaya çıkarmış. Dahası, kadınlar örneğin evde yoğurt veya reçel yaparak, yırtılmış kıyafetleri yenileyerek, en ucuz ihtiyaç ürünü nerede satılıyorsa orayı bularak alışveriş maliyetlerini de düşürüyorlar. Evde yaptıkları ücretli çalışmayı saymazsak dahi durum bu. Zira esnek çalışma biçimleri de kadınlar arasında oldukça yaygın ve çok farklılaşan örnekleri var. Kadınların sınıfsal olarak da evdeki karşılığı ödenmeyen işleri farklılaşabiliyor. Çocukların bakımı, hanenin ekonomik olanaklarına göre biçim değiştirebiliyor. Çocukların bir sosyal sermaye ile büyümesi, yani piyano çalması, bale yapması, Fransızca konuşması vb. faaliyetleri de kadınların zamanlarına göre planlanıyor çoğu kez. Sadece evin içinde gerçekleşmiyor bu performansa dayalı annelik. Eğitim, sosyal hizmet ve sağlık sisteminin ötesinde devletin kalkınma planlarında da bu düzenek hesaplanmış durumda.

Daha çok kadınların üzerinden işleyen nüfusun artırılmasına dayalı kalkınma planları, makro ve mikro düzeylerde kadınların haneye ve çocuk üretimine dayalı hayatlarını bir performans hedefine dönüştürüyorlar. Sadece Türkiye’de değil pek çok ülkede demografik fırsat penceresi denilen dönemler, kadınları evde kalmaya, kariyerinden vazgeçmeye ve çocuk yapmaya ikna edecek ekonomik tedbiri de içinde barındırıyor.

Kadınların hangi sosyal sınıfa dahil olurlarsa olsunlar, tüm yaşamları öncelikle haneye göre planlanmış durumda kısacası. Etrafınıza bir bakın, politik veya akademik tartışmalarda daha çok kim görünür oluyor, ön plana çıkartılıyor?

Duygusal emek

Halbuki kadınlar, evdeki işlerin karşılığını “sevgi” olarak bekliyorlar, zira bu emek biçimine duygusal emek denmesi de yapılma motivasyonu ve biçimi ile ilgili. Ancak bu karşılığı da alabildikleri nadir. Daha çok yapılmadığında görünür hale gelen bu işlerin yapılmamasının bedelinin olduğunu da gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde görüyoruz. Özellikle kriz dönemlerinde “krizin toplum üzerindeki psikolojik baskısı, erkekler üzerindeki (işten çıkarılma, ucuza ve kötü koşullarda çalıştırma vb.) iktidar sarsıcı etkisi ve derinleşen cinsiyet eşitsizliği sebebiyle erkek şiddeti çeşitli biçimlerde artıyor. Erkeklik krizini soğurmak için rejimin cezasızlık ve meşrulaştırma temelli kadına yönelik şiddet politikaları derinleşiyor. Bu krizle birlikte muhafazakar ve aile temelli-erkeği güçlendiren politikalar yoğunlaşıyor.”(8)

Kadınların evdeki görünmeyen emeğinin üzerinden yapılan tasarruflar da elbette görünmez. Zira bu tasarrufların ve hane içi emeğin muazzam rolü ile elde edilen mülkler yine erkeğe ait. Hatta erkeğin dışarıdaki çalışmasının bir eseri ve bir sonucu yani erkeğin parasıyla alınmış olduğu fikrinin genel kabul görmesi kadınların en büyük tuzağı. Mülk olsun olmasın ev bütçesinin erkek tarafından yönetilmesi ve kadının kişisel gereksinimlerinin erkeklerden izin alınarak karşılanması erkeğin kadının emeğini sömürmesinin başka bir versiyonu. Zira, boşanmak isteyen erkeğin eşine haber bile vermeden mülkleri elden çıkarması, çocukların bakım sorumluluğu dahil tüm kadının tüm hayatının boşanma sonrası dahi erkekten bağımsızlaşamaması da sözkonusu “sevginin” aldığı başka biçimler olsa gerek.

Yapılan araştırmalar evli erkeklerin kariyerlerinden bekar erkeklere göre daha çabuk yükseldiğini; ancak evli kadınların, bekar kadınlara göre daha fazla bariyere sahip olduğunu gösteriyor. Bu da hem kazancı etkiliyor hem de işe dair gelecek güvencesini. TÜİK’in aşağıdaki tablosu, kadın ve erkek işgücünün eğitim durumları ve medeni hallerine göre işgücüne katılım oranlarını veriyor. Bahsi geçen durum ise son derece açık. Evli erkeklerin işgücüne katılımı en yüksek oranda seyrederken, evli kadınların ki şaşırtıcı olmayacak biçimde en düşük oranlara sahip. Zira erkeklerin istihdamdaki varlığı, kadınların karşılığı ödenmeyen emeği ile son derece bağlantılı.

Sonuç olarak, erkekler evlilik denilen kurumdan son derece yüksek şekilde faydalanıyorlarken kadınlar toplumsal hayatın ve ekonomi politik yapıların tüm eşitsizliklerini bu kurumun ilişkileri altında daha büyük oranda yaşıyor. Bu yüzden kadınlar erkeklerden alacaklıdır. Ancak nafaka bu düzlemde bu alacağın karşılanması veya telafi edilmesi anlamına da gelmiyor.

Nafaka nedir diye baktığımızda bir grup şımarık erkeğin sosyal medyada ve hükümette kopardığı fırtınanın aksime bir tablo ile karşılaşıyoruz. Yanılgılardan ilki, nafakanın sadece kadınlara verildiğine yönelik, oysa nafaka boşanma sonrası ihtiyaç duyan herkese verilir. Nafakayı daha çok kadınların almasının nedeni üstte saydığım gerekçelerdir. Dahası, evliliği boyunca eğitim görmesine, çalışmasına veya hayata dair deneyim elde etmesine izin verilmemiş kadınların, hayatlarını devam ettirmeleri için, nafaka çok önemli ve evlilikleri nedeniyle kaybettikleri hayatlarını geri kazanmaları için bir başlangıç. İkinci yanılgı ise süresizlikle ilgili. Nafaka,ekonomik gücü olmayan eşe, ekonomik durumu düzelene/iş bulana kadar bağlanır.

Hak gaspları her zaman yalan ve talanla beraber gelir. Ancak söz konusu olan kadın hakları olduğunda iğneyi iktidarlar, sermaye ve devlete olduğu kadar, çuvaldızı kendimize de batırmakta yarar var. Zira eşitlikçi bir hayatı hayal ederken, evdeki eşitsizlikten nemalanmak ne yazık ki mümkün.

Nevra Akdemir