Uzun süredir kıdem tazminatına dair bir düzenleme fikri, ısıtılıp ısıtılıp yeniden önümüze sunuluyor. Güvenceli esneklik kavramının anahtar olduğu aktif istihdam politikaları temelinde düzenlenen sistemin değiştirmeyi vaat ettiği “emek piyasası katılıklarından” biri de buydu. 1980’lerden bu yana aşama aşama gerçekleşen “küçük güzeldir” mitolojisi ile emek piyasasının sermayenin istikrarsız süreçlerine göre yeniden düzenlenmesi fikri, büyük oranda hayata geçti.
Neler oldu diye bakacak olursak, işçilerin hayatlarını sürdürmek için gerekli olan düzenli bir gelir ihtiyacına rağmen, yani düzenli kira, okul masrafları, ısınma, gıda döngülerine rağmen çalışma sürecini, dolayısıyla ücreti esnekleştirecek yöntemler geliştirildi. Örneğin, part-time çalışma, taşeron üzerinden gerçekleşen esnek iş mekanlarını baz alan çalışma, çağrı üzerine çalışma, vb. saymak mümkün. Dahası iş güvencesinin yerini istihdam güvencesi alıyor. Özel istihdam bürolarıyla işsizlik sürecinin de piyasalaşması mümkün hale geldi ve iş başvurularının da kar edilebilen bir yeni piyasa alanı olarak düzenlenmesi gerçekleşti. Ayrıca mesleki eğitimler ile bir meslek edindiğinizi düşünüyorsanız, kötü haberlerim var. Mesleki eğitim sertifikaları üzerinden vasıf da esnekleşebiliyor. İstihdam açığı olan alanlara yönelik kurslara katılarak portatif vasıflarınızı edinebilir ve böylelikle iş güvencesi değil ama istihdam güvencesi elde edebilirisiniz.
Cinsiyetle düşünmek
Ancak, bu süreçler de ne yazık ki cinsiyetsiz değil. Bu yazının ilk bölümünde bahsettiğim zaman ve ev içi bakım yüklerinin dağılımındaki eşitsizlik, bu esnek güvenceleri edinmeniz bile mümkün olmayabilir. Kıdem tazminatının bu noktada anlamını inceleyelim:
Kıdem tazminatı, işçilerin işveren tarafından pat diye işten çıkarılmasının önündeki en önemli bariyerdir. Zira işçi çalıştığı süre boyunca bir tazminat hakkı edinir. Kaç yıl çalışıyorsa o yılların üzerinden bir tazminat hesaplanır, işçinin işten çıkarılması sürecinde, işverene olan maliyeti yükselir. İşçi gelirsiz kalıp, intihara kadar sürüklenirken, işveren sadece maliyet hesabı yapmaktadır. Biz bunu sorumlularından dinleyelim:
Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu: “İşverenin kıdem tazminatı yükü düşecek.” (Referans, 7 Kasım 2006) veya Başbakan Yardımcısı, eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek: “Bakan Şimşek, istihdam artışının önündeki en büyük engellerin kıdem tazminatı yükü ve esnek istihdama geçilememesi olduğunu söyledi. Türkiye’de kıdem tazminatının bu kadar yüksek ve ağır olması nedeniyle istihdamın artırılamadığını ifade eden Bakan Şimşek, Türkiye’nin esnek istihdam uygulamasına geçmeden istihdam artışı sağlayamayacağına dikkat çekti.” (Milliyet, 21 Nisan 2010)
Görüldüğü gibi, iş güvencesinin son kalıntısı, neoliberal saldırılara direnen son kaledir, kıdem tazminatı. Yapılmak istenen ise uzun yıllardır aynı. Kıdem tazminatı işsizlik fonu gibi, fona devredip, esnek güvenceye uyumlu bir yapı ortaya koymak. Türkçesini yazalım: işçinin işveren tarafından kolaylıkla işten çıkarılıp, adaletsizce hakkının gasp edildiği duruma bir yasal zemin yaratmak; üstelik işsizlik fonunun nasıl kullanıldığı ise ortada iken. Dahası özel sigortacılık sistemi (BES) ile entegre edilmiş bir emeklilik sistemi ile birlikte.
Son durum ise 1936 İş Yasası ile kabul edilen kıdem tazminatının, yasanın işçiyi koruyucu en önemli düzenlemesinin 10 Nisan 2019 günü açıklanan Yeni Ekonomik Program Yapısal Dönüşüm Adımları 2019 başlıklı sunuma göre “tarafların katılımı ile kıdem tazminatı reformunun gerçekleştirilmesi ve kıdem tazminatı ile Bireysel Emeklilik Sistemi’nin entegre edilmesi” planlanıyor. Ancak işçi sendikalarının yanı sıra işveren örgütleri de bu planı onaylamamış durumda.
Ortaklıklar
Türkiye’deki gibi otoriter iktidarlar insanların haklarının olmasından, devlet ve sermaye karşısında hak savunusuna girmesinden rahatsız olurlar. Her düzeyde iktidarın otoriterleşme şiddetinin artması işçilik, etnisite, toplumsal cinsiyet, inanç gibi alanlarda kesişimsellikler yaratır. Bu anlamda ortaklıkları büyütür.
Buraya kadar kapitalizmin ataerkil toplumsal yapı üzerine kurulduğunu ve ataerkil sistemin ise kapitalist toplumun oluşumunu belirli düzeylerde belirlediğini ve dönüştürdüğünü vurgulayalım. Zira bu vurgunun nafakayı kıdem tazminatıyla birlikte düşününce önümüze ufuk açan bir çerçeve olduğuna inanıyorum.
2019 yılında yerel seçimlerin ardından İstanbul’un aynı zarfta verilen dört oydan birinin iptal edilerek, yenilenecek yerel seçimleri ve etrafındaki tartışmalar ile gündem yaratılmasaydı; Türkiye’nin gündemine oturması gereken iki düzenleme olacaktı bunlar. Ardından İstanbul sözleşmesinden Türkiye’nin imza çektiğini, toplumsal cinsiyet bağlamlı eşitlik düzenlemelerin rafa kalktığını görmekle kalmadık; sınıf hareketine dair saldırı dalgasıyla, doğal alanların talanı ve işçi sınıfının neredeyse her kesiminin geçinemeyeceği hale gelmesiyle sonuçlanan süreci hali hazırda yaşıyoruz. Bu haliyle de bir madalyonun iki yüzünü temsil ederken aslında egemenlerin tahakküm alanları açısından sermaye ve erkeklere yaratılacak gül bahçesinin araçlarını da temsil ediyor. Dahası en küçük bir adliye kapısında hesap sormadan ve hukukun uygulanmasını, adaletin, liyakatin veya etik değerlerin yerine getirilmesini beklemeye kadar her cümlenizde otoriter devletin tüm kolluk ve yürütme gücünü karşınızda bulmanızı, liberal yaklaşımlarda işçi ile sermaye arasında güvenlik adaleti dengeli şekilde sağlaması gereken taraf iddiasının komediye dönüşmesini görmek mümkün. Zira, daha önceki yazıda belirttiğim gibi, Türkiye’deki gibi otoriter iktidarların, insanların haklarının olmasından, devlet ve sermaye karşısında (vicdan, adalet, saygı, estetik, onur ve haysiyet gibi değerleri temel alarak) hak savunusuna girmesinden duyduğu rahatsızlığı, her mecrada nefret kusarak ve şiddetle yok etmeye çalışmalarından anlıyoruz. Dahası, saldırılar mücadelelerin yürüten insanların tek ortaklığı olan sözkonusu değerlerin aşınması veya içinin yeniden doldurulmasıyla da ilgili. Vicdan, bir bakmışsınız muhafazakar bir çerçeveden etnik ayrımcı bir dil ile birlikte kullanılıyor; saygının koşulları oluşuyor; adalet ise kimin zarar gördüğüne göre değerlendiriliyor. Bu dönemde anlamak, anlatmak, aktarmak ve değerlendirmek her zamankinden zor; yazmak, söylemek, okumak, çizmek, düşünmek her zamankinden tehlikeli ama direngen. Bu açıdan önceki kısımda bıraktığım yerden, yani, her düzeyde iktidarın otoriterleşme şiddetinin artmasının işçilik, etnisite, toplumsal cinsiyet, inanç gibi alanlarda kesişimsellikler yarattığı iddiasından yola çıkıyorum. Ne yazık ki burada sadece değinmekler halinde yazabileceğim, zira konu rafları değil kütüphaneleri dolduracak genişlikte.
Gizli hapishaneler ve gündelik direniş
Kadınların temel olarak yeniden üretimde yerlerinin tanımlanması, yani evin düzeni, çocuk bakımı, hane halkının bakımı ve gündelik hayatın her gün yeniden üretilmesi olarak kısaca ifade edeceğimiz büyük bir iş yığınını kadının “doğal” görevi haline gelmesine yol açar. Kadınların yapmadıklarında görünen işleridir bu işler. Kadınların doğar doğmaz bu işleri becerebilecek bir kapasite ile donatıldığı, ancak erkeklerin dışarıdaki gelir getirici ve yapıldığında görünür olan işlerde yetenek kazandığı dolayısıyla da insanlığın asla değişmeyen bir işbölümüne kendiliğinden sahip olduğu vurgusu aslında gizli bir hapisanedir, kadınları bu kısır döngüye alan. Bu görüş, sadece ev işinde/içinde değil, kadınların kamusal alanda, çalıştıkları yerlerde de kadınların peşini bırakmaz. Kapitalizmde emek süreçleri bu fikri varsayar ve bunu üzerine değer üretimi hesaplamalarını kurar. Pek çok örneği var bu durumun. Kalkınma planları denilen üst ölçekli planlamalarda nüfus stratejilerinden, firmalarda mülkiyet dağılımı ve hangi işleri kimin yaptığına kadar hepsi bu fikri sorgulamadan, üstüne tesis eder toplumsal pratikleri ve müdahaleleri. Ötesi, Dalla Costa’nın (9) iddia ettiği gibi kadınların evde, işgücünün yeniden üretimini sağlayarak sermaye için temel hizmetleri sağlamakla kalmadığını, aynı zamanda bu çalışma yoluyla artı değer yarattığını söylemek de mümkün. Zira evde yapılan her iş, dışarıdan satın almayı gereksiz kılarak ücretlerin düşürülmesi halinde emekçilerin hayatlarını sürdürmelerini mümkün kılmıyor mu? Hane halkının bakımı ve evin çevrilmesi için yapılan tüm işler karşılığı parasal olarak ödenmeden yapılan her şey, kadınların zamanlarını daha fazla çalmıyor mu? Uygularından, gelir elde edecekleri işlerden, kendileri geliştirecekleri zamanlardan… hatta işyerinde dahi masanın temiz tutulması, kahve yapması, ortamı yatıştırması gibi bakım emeğinin dışarıdaki uzantısı olan işlerin talep edilmesine ne demeli… iş tanımımızda bunlar var mı? Her eve çocuk talimatını alarak hayatını, zamanını aile temelli organize etmesi gereken kadınlar, emek-gücünün soyut olarak homojen (aynı) kabul edildiği bir teorinin en zayıf noktası değil mi?
Hartmann’ın feminizm ile Marksizmin mutsuz evliliğinde, patriyarkayı, “maddi bir temeli olan ve erkeklerin kadınlar üzerinde hakimiyet kurmasını sağlayan, erkekler arasındaki hiyerarşik ilişkiler ve dayanışmayı içeren, toplumsal ilişkiler dizisi” olarak tanımlar ve şöyle devam eder: “Ataerkinin maddi temeli, erkeklerin kadınların emek-gücü üzerindeki kontrolüdür. Bu kontrol, kadınları ekonomik olarak üretici kaynaklara ulaşmaktan alıkoymak ve kadınların cinselliğini sınırlamakla sürdürülür. Günümüzde yaşadığımız biçimiyle patriyarkanın önemli unsurları; heteroseksüel evlilik (ve bunun sonucunda ortaya çıkan homofobi), kadınların çocuk bakması ve ev işi yapması, kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı (bu da iş pazarındaki düzenlemelerle artırılır), devlet, erkekler arasındaki toplumsal ilişkiler temeli üzerine kurulu çeşitli kurumlar kulüpler, spor, sendikalar, meslekler, üniversiteler, kiliseler, şirketler ve ordular. Patriyarkal kapitalizmi anlamak istiyorsak, tüm bu unsurların incelenmesi gerekir.”[9]
Nafaka hakkının kaldırılmasına dair düzenleme, kadınların erkeklere bağımlılığını artıran ve evliliklerin şiddet ve öldürücü sorunlar da olsa sürmesini, dolayısıyla kadınların emek-gücünün erkekler tarafından ve dolaylı olarak sermaye ve devlet tarafından daha fazla sömürülmesine olanak sağlamayı hedefliyor. Kıdem tazminatı da işçilerin kolaylıkla ve maliyetsizce işten çıkarılmasını mümkün kılarak sermayenin işçilerin haklarını daha fazla gasp edecek uygulamalara imkan sunmayı hedefliyor. Ekonominin daralma veya kriz dönemlerinde işçi çıkarma dönemlerinde daralmaya öncelikle kadınların işten çıkarılması ise her iki hakkın gaspının kadınların kamusal alandaki varlıklarının yok olması riskini ortaya koyduğu açık.
(1)Ayrıntılı bilgi için link: http://www.radikal.com.tr/turkiye/karisini-en-iyi-doven-erkek-rekabeti-siddet-gerekcesi-1165701/
(2) Veriler için link: http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2869/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-2018-veri-raporu
(3) Veriler için link: https://www.evrensel.net/haber/338724/rakamlarla-kadinlarin-ugradigi-siddet-ve-esitsizlik-tablosu
(4) Haber için link: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/yilda-130-bin-bosanma-yasaniyor-bu-terordur-41040942
(5), (6), (7) Veriler için link: https://www.evrensel.net/haber/338724/rakamlarla-kadinlarin-ugradigi-siddet-ve-esitsizlik-tablosu
(8) Rapor için link: http://www.kuzeyekspres.com.tr/ekonomik-kriz-kiskacinda-kadin-emegi-18211yy.htm
(9) Hartmann, H. I. (1979). The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism: Towards a more Progressive Union. Capital & Class, 3(2), 5-6. https://doi.org/10.1177/030981687900800102
(10) Hartmann, H. I. (1979). The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism: Towards a more Progressive Union. Capital & Class, 3(2), 11-12. https://doi.org/10.1177/030981687900800102
TÜİK Verileri için link: http://tuik.gov.tr/
Ayrıntılı bilgi almak için: http://www.keig.org/kadinlarin-ekonomik-hakki-olarak-nafaka/
Not: Bu yazının önemli kısmı dizi haline kısa versiyonu Özgür Politika gazetesinde 06.2019 tarihinden itibaren 3 hafta boyunca yayınlanlanmıştır.