Kürt Sorunu bağlamında “sancılı güncel”, sorunun yakın tarihidir dense yeridir. Praksis’in “Kürt Meselesi/Dinamiği II” başlıklı 29’uncu sayısının Sunuş’unda kullanılmıştı bu ifade: “Praksis’in Kürt meselesini daha tarihsel ve kuramsal bir çerçevede ele almaya yönelik çabaları, bu kadar fazla aktör, gelişme, olasılık ve bilinmezin olduğu bu dinamik ve sancılı “güncele” fazlasıyla odaklanmaktan kaynaklanabilecek kimi aşırı genellemeler…” denirken. Yine de bazen, genellemeler gerekli olabiliyor: Bu dava, siyasi bir dava…
Kamuoyunda Kobani davası olarak bilinen ve Halkların Demokratik Partisi’nin farklı dönemlerde eş genel başkanlıkları dahil, milletvekilliği, merkez yürütme kurulu, parti meclisi ve diğer yönetici kademelerinde görev yapanların yargılandığı 108 sanıklı davada ilk derece mahkemesi tarafından eş başkanlar Selahattin Demirtaş’a 42, Figen Yüksekdağ’a 30 yıl hapis ve diğer sanıklara da hapis cezaları içeren, temel hak ve hürriyetlerin, siyasi hakların ve ceza hukukunun temel ilkelerinin ağır ihlali mahiyetinde bir “karar” verildi.
Karar karşısında Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanı Mehmet Uçum, “Milli yargımızla ne kadar gurur duysak azdır…” dedi. İçişleri Başkan Yardımcısı -uzun yıllar TBMM’de Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilliği yapan Bülent Turan sosyal medya hesabından “hayırlı olsun” dedi: “Hesabı sorulur demiştik! (…) Birilerini memnun etmese de adalet yerini buldu, beraatta var ceza da var. Hayırlı olsun.”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, bu dava siyasi bir dava diyerek değerlendirdi: “Dava, siyasi dava. Olay olduktan 5 yıl sonra açıldıysa dava, iddianamesi de doğrudan bir partinin genel başkanı tarafından yıllarca yazıldıysa, sonra da dava açıldıysa bu dava siyasi davadır. Uzamasıyla, zamanlamasıyla, karar duruşmasının seçimden sonraya bırakılmasıyla falan her yönüyle siyasetten kullanılmaya elverişli bir dava.” Özgür Özel, “Yargılama süreci hukuki değil.” diye ekledi.
Ceza hukuku bakımından hükmün çok çeşitli saiklerle tartışmalı olduğu açık ama bu davanın, esası itibari ile “Türkiye’de siyasal hayat” derslerinin konusu olacak “siyasi bir dava” olarak tarihe şimdiden geçtiğini, kaydedebiliriz. Bölge Baroları da yaptıkları ortak açıklamada davanın siyasi niteliğine vurgu yaptı: “Bu dava kapsamında, siyasal meselelerin yargısal faaliyet kapsamında suçlamalara konu edildiği, böylece siyasal alanı daraltmak ve sonuçta yargıyı siyasal karar mercii haline getirmenin amaçlandığı görülmektedir. Kobane Davası, yargı süreci ve alınan karar ile toplumun muhalif kesimleri, seçilmişleri yargı aracılığıyla cezalandırılmıştır.” Bu siyasi davanın temelinde ise, bir siyasal birlik olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin çözülmemiş ve/ya çözülemeyen sorunu, ulusal sorun, “Kürt Sorunu/Dinamiği” yer alıyor.
Bu “siyasi davada” yargılanan siyasi geleneğin temsilcilerinden, hali hazırda TBMM Başkan Vekilliği yapan ve davada hakkında 38 kez ağırlaştırılmış müebbet istenirken beraat eden Sırrı Süreyya Önder, kararlar açıklanırken TBMM’yi yönetiyordu ve; “Kobani davasında yağdırılan cezalar, bu cezaya muhatap olan arkadaşlarımın hiçbiri tarafından hak edilmiş bir şey değil. Olan memleketin barış umuduna ve birlikte yaşam umuduna yöneliktir; birincisi bu. İkincisi, maalesef, bütün uyarılarımıza rağmen Ak Parti cenahı bunun farkına varmadı ama günbegün ortaya çıkan şeylerle görüyoruz, bu da Ak Parti’nin ilerideki yargılanmasının ön iddianamesidir çünkü çözüm sürecine ait tüm şeyler kriminalize edilmiştir, cezanın konusu yapılmıştır. Başkanlık Divanı teşekkül etmediğinden çalışmalara devam etmiyorum. (…) zindandaki bütün arkadaşlarımı selamlıyorum.” diyerek, oturumu kapatmaya karar verdi. Siyasi davanın asli muhataplarından olan Selahattin Demirtaş’ın savunması da artık bir “kitap”… Muhtemelen karardan daha uzun ömürlü olacak.
Praksis dergisi olarak, sorunun görece demokratik sayılabilecek bir ortamda tartışılmaya çalışıldığı “çözüm süreci” döneminde, “Kürt Sorunu/Dinamiği” başlıklı iki sayı yaptık. İsmail Beşikçi’nin Doğu Anadolu’nun Düzeni ile başlayarak devam eden serüveninden “akademinin yasaklı bir alanında” olduğumuzu biliyorduk ama yine de tartışabileceğimizi umuyorduk. “Görece demokratik dönemde” bu sayıları hazırlarken dahi, akademinin soruna ilgisizliğinden, sessizliğinden, ürkekliğinden sorunun “azameti” ve “çözümsüzlüğü” ağır şekilde kendisini hissettiriyordu. Şöyle dedik: “…devletle Kürt hareketinin değişik tarafları asgari bir zeminde anlaşsalar dahi, Kürtlerin her kesiminden farklı şekillerde dillendirilen ulusal kimliğe dayalı taleplerle, Kürt halkının yoksul kır ve kent emekçilerinin toplumsal adalet taleplerinin etkileşimi içinde bu sorun uzunca bir süre Türkiye halklarının gündeminde yer almaya devam edecektir.”
Bu siyasi davada alınan karar, “sancılı güncel”in devam ettiğini ve devam edeceğini gösteriyor. Türkiye’nin tüm diğer demokratik sorunları gibi ulusal sorunun çözümü de Türkiye’deki siyasal birliğin “gerçek demokrasi” yolunda alacağı mesafeye bağlı.
Demokrasilerde siyasi sorunların çözüm yeri, mahkemeler değildir; siyasi davalarla tarihsel ve toplumsal sorunlar çözülemez. Aksine, daha da karmaşık hale gelir.
***
“Kürt Sorunu/Dinamiği I” başlıklı -Editörleri Ali Ekber Doğan ve Cenk Saracoğlu olan- ilk sayımızın Sunuş yazısından bir bölüm şöyle:
“AKP iktidarı altında 10. yılını tamamlamakta olan Türkiye’nin ideolojik, politik ve iktisadi anlamda hızlı bir dönüşüm süreci içerisine girdiği bir dönemde Praksis Dergisi’nin üst üste iki sayısını Kürt meselesine/dinamiğine ayırıyor olması şüphesiz bilinçli bir tercihten kaynaklanıyor. Böyle bir tercih Kürt meselesini sadece yaygın deyişle, Türkiye’nin bugünkü en yakıcı ve en acil çözüm gerektiren “sorunlarından” birisi olarak görmenin ürünü değil. Bu tercih bundan da öte Kürt meselesinin; Türkiye kapitalist formasyonunun tarihsel gelişimini, güncel durumunu ve sosyal kurtuluş dinamiklerini bir bütün olarak kavramanın verimli başlangıç noktalarından birisi olduğu düşüncesinden de beslendi.
Kürt meselesi Türkiye kapitalizminin gelişiminden etkilenmekle kalmayıp onun siyasi/ideolojik yapılanmasına tesir eden ve onun kriz alanlarından birisini oluşturan, 1960’lardan beridir de sol/sosyalist muhalefetin temel bileşenlerinden biri olmuş sosyal-siyasal dinamiktir.
Sayının başlığını tasarlarken Kürt sorununun yanına “Kürt dinamiği” ifadesini eklememizin arkasında da yaklaşık 20 yıldır bir siya sal hareket olmanın ötesine geçip bir sosyal harekete dönüşmüş bulunan –ve çok boyutlu-aktörlü bir bütünlük olarak- Kürt hareketinin Türkiye’de son yıllardaki İslamcı-neoliberal hegemonyanın kuruluş sürecinde belirginlik kazanan dönüştürücü potansiyelini hesaba katmaya çalışan bu perspektif yatmaktadır.
Hem böyle bir perspektifin gerekliliğini kavramada hem de bu perspektifin beslediği çalışmalar/ üretimler ortaya koymada Praksis’in kimliğini oluşturan tarihsel materyalizm ve sınıfsal bakış açısı Kürt meselesinde de temel referans noktamız.
Marksizm, Praksis Dergisi için, sadece, belirli konularda doğru siyasal konumlanışı inşa etmenin te mel unsurlarını sağlayan bir ilkeler manzumesini değil aynı zamanda toplumsal gerçekliğe derinle mesine nüfuz etmeyi mümkün kılan bir epistemolojik konumlanışı ifade ediyor. Bu bakımdan Kürt meselesine sınıfsal bir pencereden bakmak demek, onun bugüne kadar anaakım sosyal bilimlerin görüş alanına girmemiş boyutlarını mercek altına almak, bu boyutları birbiriyle ilişkilendirmek ve buradan bütüncül bir kavrayışa ulaşmaya çalışmak demektir. Bu açıdan Praksis Dergisi için “Kürt meselesi” sadece, Marksistlerin “ulusal soruna” dair siyasal ilkelerini sıraladıkları bir polemik düzle mi değil, kendi özgüllüğü ve tarihselliği içinde anlaşılması ve açıklanması gereken ve bu açıklama çabası içerisinde tarihsel materyalist yöntemin işler kılınabileceği bir toplumsal gerçekliktir. Türki yeli Marksistlerin ve sosyalistlerin Kürt meselesi konusunda bu teorik konumlanış üzerinden “bilgi” üretme konusunda bugüne kadar yeterli bir birikim ortaya koyamadıkları düşünüldüğünde Praksis Dergisi 28. ve bundan sonraki 29. Sayısıyla mevcut sosyal bilimsel ilginin artmasını teşvik ederek, bu açığın kapatılmasına bir nebze de olsun katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Dergimizin daha önceki sayılarında çıkan yazılarda vurgulandığı gibi tarihsel materyalistler için sınıf, toplumsal tabakalaşmada bir konum veya kategori olmanın ötesinde toplumsal gerçekliğin ve değişimin yapıcı öğesi ve ilişkisidir. Sınıf kavramı bu açıdan bir bütün olarak toplumsal üretim ilişkileri içerisindeki konumlanışları, çelişkileri, mücadeleleri ve bunların genel olarak siyasal ve ideolojik düzeylere yansımalarını içerecek derecede geniş bir kapsama sahiptir. Bu haliyle sınıfsal bakış açısı öncelikle içinde yaşadığımız toplumsal gerçekliğin mahiyetine, yapısına ve değişim dinamiklerine yönelik üretim ilişkilerine odaklı genel bir kavrayışa ve çerçeveye sahip olmamızı, daha sonra da bu gerçekliğin öğelerini (ya da parçalarını) bu genel çerçevenin içerisine yerleştirmeyi içerir. Konumuz özelinde ise bu bakış açısı Kürt meselesini Türkiye kapitalizminin genel özellikleri ve onun sınıf temelli politik ve ideolojik yapılanması içerisine yerleştirmek, yani Kürt meselesini bir bütün olarak Türkiye’deki kapitalist toplumsal formasyonun sınıfsal ilişki ve çelişkilerini yansıtan bir alan olarak görmek anlamına gelir. Bu perspektifin “sınıfı” etnisiteyi açıklayacak veya onunla ilişkilendirilecek bir kimlik, kategori veya sabit değişken olarak görmeyi dışladığı, bunun yerine sınıfı Kürt meselesinin içerisine yerleştirileceği toplumsal bütünlüğün yapıcı ve dönüştürücü ilişkisi olarak kavramayı içerdiğini belirtmek gerekir.
AKP iktidarından önce Türkiye’de uzun süredir hâkim olan tarihsel bloğun yaşadığı hegemonya kriziyle birlikte son yıllarda özellikle akademide Kürt meselesi ele alınırken ülkedeki Kürt kimliğini ve varlığını inkar eden devlet yaklaşımının itibarını yitirmeye yüz tuttuğu ve ciddiye alınmamaya başladığı bir gerçek. Öte yandan kategorik inkara dayalı eğilimin alternatifi olarak ortaya çıkan “otoriter devlet-mağdur Kürt kimliği” ikiliği merkezinde ilerleyen, siyasal demokrasicilik diye adlandırabileceğimiz yaklaşımların sınırlılıklarını ortaya koyma ve bu yaklaşımları aşacak bir çerçeve geliştirme işi de hala bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor. Bu ihtiyaç, Kürt meselesi tartışılırken başvurulan çeşitli olgulara ve kavramlara tarihsel materyalist bir içerik kazandıran ve sınıfsal bakış açısının için den yeni kavramlar ve çerçeveler çıkaran üretimler ortaya konulduğu oranda giderilebilir. Bu ihtiyacı karşılayacak tarihsel materyalist bir yaklaşımın Kürt meselesinin taraflarından biri olarak tanımlanan “devlete” baktığında gördüğü şey kendine ait bir rasyonaliteye ve geleneğe, bağımsız çıkarlara ve hiç değişmeyen otoriter bir öze sahip soyut bir kendilik değil Türkiye’deki sınıf oluşum süreçleri içeri sinde şekillenen ve kurumsallaşan, sınıf ilişkilerinin ve mücadelelerinin gelişim seyri içerisinde sürekli kendisini yeniden üreten ideolojik ve politik aygıtlar bütünü olacaktır. Marksistlerin Kürt meselesin de sorunsallaştırdığı “devlet” böyle bir devlettir. Keza bu yaklaşımın içinden Kürtlere bakıldığında görülen şey de salt devletin otoriter politikalarının nesnesi, onun sorunlarının yansıdığı türdeş ve pasif bir etnik grup ya da kategori değil, Türkiye kapitalizminin çelişkili gelişimi içerisinde sürekli değişen ve aynı zamanda bu çelişkili yapıya engeller çıkaran ve dönüşmeye zorlayan, içerisinde onu aşmaya katkıda bulunacak unsurlar barındıran karmaşık bir toplumsal-siyasal dinamik olacaktır. Bu dinamik bugün savaşın yarattığı zorunlu göçler neticesinde ülkenin dört bir yanına saçılan binlerce mülksüzleştirilmiş Kürt emekçisinin/proleterinin Türkiye kentlerinin siyasal, demografik ve mekansal yapılanmasında tetiklediği büyük ölçekli değişimlerde kendisini açığa vurmaktadır. Kürt hareketinin Diyarbakır, Van ve Hakkari gibi şehirlerde dahi bir yerel iktidar unsuru haline gelmesinde rol oynayan bu dinamik, aynı zamanda hareketin kendisini emek odaklı mücadelelerin bir parçası olarak konumlandırmasında önemli pay sahibidir. Tarihsel materyalist yaklaşım bu dinamiği Türkiye kapitalizminin bütünsel gelişimi içerisinde değerlendirebildiği oranda, Kürt meselesinin sürekli değişen yapısını ve bu değişen yapı karşısında geliştirilebilecek özgürlükçü/eşitlikçi siyasi stratejinin ne olabileceğini daha doğru bir temelde kavramanın aracı olabilir.
Filistin, İrlanda, Bask benzeri gecikmiş bir ulusal mesele olduğu kabul edilen Kürt sorununun kendisi ve çözümü 30 yıllık çatışmalı sürecin sonunda gelinen noktada daha da karmaşık ve uluslararası bir hal aldı. Bugün hangi aracın, talebin asgari, hangilerinin maksimalist olduğunu tespit etmenin güçlüğü de bundan kaynaklanmaktadır. Bir yandan feminist, özgürlükçü, ekolojist, özyönetimci, anti-tekelci vurgularla yüklü, liberal yazarların totaliterlikle suçladığı bir sosyal devrim programına denk düşen “demokratik özerklik” türü çözüm modelleri öne sürülürken, bir yandan da yürütülen müzakerelerde “barış”ın koşulları olarak anadilde eğitim, genel af, anayasal tanınma gibi ulusal demokratik taleplerin öne çıktığı görülüyor. Tüm bu farklı talepler, aktörler ve eğilimlerin varlığında önümüzde Kürt meselesi konusunda koyu bir belirsizliğin durduğu ve sorunun kısa vadeli çözümünün zor olduğu açığa çıkıyor. Zira devletle Kürt hareketinin değişik tarafları asgari bir zeminde anlaşsalar dahi, Kürtlerin her kesiminden farklı şekillerde dillendirilen ulusal kimliğe dayalı taleplerle, Kürt halkının yoksul kır ve kent emekçilerinin toplumsal adalet taleplerinin etkileşimi içinde bu sorun uzunca bir süre Türkiye halklarının gündeminde yer almaya devam edecektir.
1990’lı yılların zorunlu göç dalgası sonucunda Kürt göçmenlerin kentlerdeki kapitalist üretim ilişkilerinin çarklarına daha fazla dahil olması ve böylelikle de aynı kent mekanında kapitalizmin sonuçlarını en ağır bir şekilde deneyimlemeye başlaması sosyalistlerin ve Marksistlerin önüne yeni bir gündemi getirmiştir. Bu gündem Türkiye özelinde sınıf mücadelesine, sermaye birikimine ve iktisadi krizlere yönelik çözümlemeler yaparken etnisiteyi ve sınıfı birbirinden ayrı kimlikler olarak gören yaklaşımın ötesine geçmeyi ve etnisiteyle ilişkili toplumsal süreçleri yukarıda özetlediğimiz sınıfsal bakış açısının temel oluşturduğu bütünlük içinde ele almayı her zamankinden daha fazla gerektirmektedir. Kırda ve kentte en ağır işleri yapan Kürt mülksüzlerinin/emekçilerinin yaşam ve çalışma koşulları Türkiyeli emekçilerle birlikte ortak bir gelecek ve toplumsal kurtuluş perspektifi çevresinde mücadele etmesini gerekli kılıyor.
Praksis’in bu konuya ayıracağı iki sayıyla böyle bir perspektifin dört başı mağrur bir şekilde ortaya koyulacağını söylemek gerçekçi bir iddia olmaz. Öte yandan bu perspektifi tam olarak işletemese de onunla uyumlu yanlar taşıyan, onun geliştirilmesine katkıda bulunan ve bundan sonraki daha kapsamlı teorik çalışmalar için malzeme sağlayacak çalışmalara yer vermenin başlı başına önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz.”
Bu sayımız tükenen sayılarımızdan biri.
***
“Kürt Sorunu/Dinamiği II” başlıklı -Editörleri Ali Ekber Doğan ve Cenk Saracoğlu olan- ikinci sayımızın Sunuş yazısından bir bölüm ise şöyle:
“Praksis Dergisi’nin yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu sayılarını Türkiye’deki Kürt meselesine ayıracağı mızı ve bu meseleye dair teorik-bilimsel üretimlere kendi yaklaşımımızdan katkı yapmaya çalışacağımızı söylemiştik. Kürt meselesine Praksis ile bakmanın teorik olarak neye karşılık geldiğine ilişkin düşüncelerimizi ortaya koymaya çalıştığımız geçen sayımızın sunuş yazısında, çözüme dair koyu bir belirsizliğin olduğunu da vurgulamıştık. Aradan geçen süre zarfında Kürt sorununu farklı bir düzleme sıçratma potansiyeli taşıyan pek çok gelişme yaşandı. (…) Kısacası derginin 28. sayısını hazırladığımız günlerden bu yana geçen kısa sürede gerçekleşen ve her biri Kürt meselesinde birer kırılma noktası teşkil edebilecek pek çok olay, sorunun mevcut Türkiye ve Ortadoğu dengeleri-konjonktürü düşünüldüğünde, kısa süreli bir çözümünün olmadığı yönündeki tespitimizi doğrulamakta. (…) [Tüm bu gelişmeler], halklar arasındaki mesafenin daha da açılması sonucunu doğuruyor. Bu durum çözümü Türkiye ekseninde ve ölçeğinde kurgulayan aktörlerin ve projelerinin altını ciddi biçimde oymaktadır. Nitekim son süreçte, gerek AKP’nin sos yal-kültürel açılımları ve bölgenin burjuva-küçük burjuva unsurlarına sunduğu zenginleşme olanaklarıyla tanımlanan ufkun, gerekse de Kürt Hareketinin “Demokratik Özerklik” önerisinin bölge halkı nezdinde ciddi biçimde güç kaybına uğradığı görülmektedir. (…)
Bu noktada Praksis’in Kürt meselesini daha tarihsel ve kuramsal bir çerçevede ele almaya yönelik çabaları, bu kadar fazla aktör, gelişme, olasılık ve bilinmezin olduğu bu dinamik ve sancılı “güncele” fazlasıyla odaklanmaktan kaynaklanabilecek kimi aşırı genellemelerden kurtulmuş, olgun ve derinlikli eserlerin sayısının artmasına katkı sağlayabilir diye düşünüyoruz.”
Bu sayımız da tükenen sayılarımızdan biri.
***
“Sancılı güncel” içinde, bir yandan da “yeni anayasa” tartışmalarının devam ettirildiğini hatırlayarak, “Kürt Sorunu/Dinamiği II” başlıklı sayımızda yer alan, Mustafa Bayram Mısır’a ait, “Ulusal Sorun Bağlamında Yeni Anayasa Tartışmaları” başlıklı makaleye şuradan erişilebilir: “Ulusal sorunu görmezden gelen bir anayasa tartışmasından, gerçek anlamda yeni bir anayasaya varılamaz. Kürtlerin ulusal varlığını güvence altına alan ve ‘anayasal vatandaşlık’ temelinde, kendi varlıklarını geliştirmelerini ve kendi kendilerini yönetmelerini bölgesel yönetim sistemi ile sağlayacak bir yeni anayasa, Türkiye’nin ulusal sorununun siyasal ve demokratik çözümünü sağlayabilir. Tarihsel bakımdan Kürtlerin kendi kaderini birlikte yaşama temelinde tayini anlamına gelecek olan, BM ve AB normlarından hukuki dayanağını alan bu tür bir çözüm hayal değildir, Türklerin ve Kürtlerin birlikte yaşama koşuludur.”
Its like you read my mind! You appear to know so much about this, like you wrote the book in it or something.
I think that you could do with a few pics to drive the message home a bit, but other than that, this is fantastic
blog. A fantastic read. I will certainly be back.
Can I simply just say what a comfort to discover an individual who genuinely understands what they’re discussing online.
You actually realize how to bring a problem to light and make it important.
More and more people need to check this out and understand this side of the story.
I was surprised you are not more popular given that you certainly have the
gift.
child porn
Hello, i think that i saw you visited my web site so i came to “return the
favor”.I am attempting to find things to enhance my site!I suppose its ok to
use a few of your ideas!!
I keep listening to the news update speak about getting free online grant applications so I have been looking around for the most excellent site to get one. Could you advise me please, where could i find some?
Hi just wanted to give you a quick heads up and let
you know a few of the images aren’t loading correctly.
I’m not sure why but I think its a linking issue.
I’ve tried it in two different internet browsers and both show the
same results.
Very nice post. I simply stumbled upon your blog and
wanted to say that I’ve truly enjoyed browsing your weblog
posts. After all I will be subscribing for your rss feed and I hope you
write once more very soon!