Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Yerel seçimlerde sadece yerel yönetimler için mi oy verilecek?

Bu içeriği paylaş:

Ara vermeden önceki son yazımda “Türkiye’de yeni bir büyüme modelinin ortaya çıkıp çıkmadığı ve 2020-21’de buraya geçiş olup olmadığı sorusuna büyük olasılıkla 2024 yılında yerel seçimler sonrasında (yeni bir plebisit sonrasında) yanıt verebileceğiz” iddiasında bulundum. Mehmet Şimşek’in akıbetinden faiz politikasının seyrine birçok gelişme için de aynı iddiada bulunulabilir. Dolayısıyla 2024 baharındaki seçimler son yıllardakilere benzer biçimde o günkü oy verme işleminden daha fazla anlam taşıyacak.

Üç önemli gelişme

Erdoğan yönetimi (2018 öncesindeki rejimi dikkate alırsak da AKP) en uzun seçimsiz dönemine girerek yeni bir anayasayı başta Meclis’teki partilere şöyle bir tartıştırıp sonra kamuoyuna bir kez daha müjdelemeden önceki son dönemece yaklaşıyoruz. Bu dönemeç öncesinde Türkiye siyasetindeki taşları yerinden oynatma kapasitesi taşıyan üç gelişme gerçekleşti. İlki Özel’in, CHP’nin tekrar İstanbul adayı olan İmamoğlu’nun ve bazı eski Kılıçdaroğlu kurmaylarının desteğiyle sistem içi muhalefetin başına geçmesiydi. Bir kaybetme formülü olduğu artık açık hale gelmiş bulunan, “beni seçerseniz, layıkıyla bırakacağım” yaklaşımı Kılıçdaroğlu’na yine kaybettirdi.

İkinci gelişme Kılıçdaroğlu’nun (Türkiye siyaseti ve AKP-Erdoğan hakimiyeti düşünüldüğünde) kısa erimli planlarıyla önünü açtığı İYİ Parti’nin kimlik krizinin derinleşmesiydi. Devletten nemalanamayan, 2019’da yerel yönetimlerde ikincil planda kalmayı 2023 planları nedeniyle sineye çeken bu kotarılmış muhalefet, benzer konjonktürlerde düzen içi muhalefetin yaşadığı krizlerin bir türevini yaşadı ve yaşıyor. Ana akım siyasal partilerin taraftarlarına kaynak aktarımı mekanizmaları yaratmaksızın var olamadığı Türkiye siyasetinde yerel seçimler İYİ Parti’nin tamam devam sınavına dönüşme potansiyeli taşıyor.

Üçüncü gelişme Demirtaş’ın tamamladığı savunma ile bu topraklardaki siyasi savunma geleneğinin veciz örneklerinden birisini sunması ve Kürt hareketi içindeki eksen tartışmasını görünüşe bakılırsa sonlandırıyor olması. Bu eksen önemli bir öngörü barındırıyor. Demirtaş, tekçi yeni bir anayasa, yeniden parlatılacak yayılmacı bir dış politika ve 2020’leri karakterize etmesi oldukça muhtemel hâkim birikim stratejisi karşısına bir bariyer olarak Kürt hareketi öncülüğünde halk kesimleri blokunun çıkartılması önerisine varıyor. Bunu yaparken 2013-14 öncesinde Kürt hareketinde etkisi daha belirgin olan İslami referansları öne çıkarması Kürt hareketinin alan açma arayışı bakımından anlaşılır, ancak bu açılım yasal sosyalist partiler açısından Kürt hareketiyle daha netameli bir ilişki zeminini getirecek ğibi duruyor. Etkisi yıllar sürecek olan bir yön verme, ya da başka bir ifadeyle tartışmalar sonucu gelinmiş noktayı netleştirme girişimi Demirtaş’ınki.

Türkiye’de 2024 beklentilerini ve ana sorumuzu bu gelişmeleri de dikkate alarak tartışalım.

Ekonomik yavaşlama, siyasal hızlanma

2022 yılında kur korumalı mevduat sisteminin Türkiye’de varlık dolarizasyonunu durdurduğunu, fakat sürdürülemeyeceğini ve 2023’te Cumhurbaşkanlığı seçimlerini takiben (bir süre sonra da olsa) bitirileceğini yazdım. Ekonomi yönetimi, faiz artışlarına başvurup ekonomik yavaşlama ve hatta kısa süreli de olsa daralmayı göze alarak bu adımı 2023 Ağustos’undan itibaren atmaya başladı. Altı aylık süre zarfında politika faizi yüzde 8,5’ten yüzde 42,5’e çıkartıldı. Aralık ayında da faiz artışlarının sonuna gelindiği ima edildi. Merkez Bankası’nın 2024 para politikası metni MB’nin Türk Lirası varlıklara olan talebin bu koşullar altında artmasını beklediğini yazıyor. Bir başka ifadeyle faiz artışları devam etmese de kur seviyesinde istikrarın korunacağı ve ancak bu hedefe uygun bir şekilde parasal gevşeme yapılacağı mesajı veriliyor.

İtiraf etmem gerekir ki yerel seçimlere dezavantajlı bir konjonktürde girmek anlamına gelen bu politika tercihinin 2023 sonbaharından başlayarak değil 2024 ilk aylarından itibaren uygulanacağını ve faiz artışlarının da sınırlı olacağını düşünüyordum. Ancak bir ödemeler dengesi krizini bertaraf etme yolu, bir kez daha gördüğümüz üzere politika faizini hızla artırarak Türk Lirası cinsi varlıkları yabancı sermaye için aşırı karlı hale getirmekten geçti.

Türkiye’de geniş toplum kesimleri açısından ödenecek bedel yüksek işsizlik olurken, bu politika tercihlerine karşın Şimşek dönemini tamamen yeni bir dönem olarak tarif etmekten yine de imtina etmek gerekiyor. Nedeni Şimşek’in halen emek yoğun sektörlerde atılım ve ücret baskılama yöntemlerine cevaz veren bir düzlemde hareket etmesi. Daha önce de Türkiye’yi Çin’in yeni yatırımlarını değerlendirmesi gereken üs olarak görmek istediğini belirten Şimşek, politik konumu açısından devamlılık sergilediğini düşünüyor olabilir. Ancak ince ve kaygan bir zeminde hareket ediyor ve kendisinden önceki dönemin bazı ana vurgularını (şimdilik) benimsemiş bulunuyor.

Ekonomik yavaşlama arka planında Erdoğan yönetimi farklı sermaye kanatları arasında denge tutturma arayışına devam edecek. 2024 yerel seçimlerinde bir hezimet 2023 zaferinin yaldızlarını dökerek bu denge politikasını tehlikeye atacakken, muhtemel bir başarı (örneğin CHP’li başkanların yönettiği büyükşehir belediyelerinden birkaçının el değiştirmesi ve Dem Parti’nin (HDP) oylarından AKP’ye kaymalar) doludizgin bir anayasa değişikliği gündemi dayatmasını mümkün kılacak.

Siyasal hızlanmadan devlet biçimi değişikliğine

2022 yılında tamamladığım ve seçimlerden sonra erişime açık hale gelen bir çalışmamda Türkiye’de tamamlanmış olan rejim biçiminin bir devlet biçimi değişikliğinin önünü açmış olabileceğini tartışmıştım. Ekonomi politikası tercihlerinin 2024 yılında yarattığı ekonomik dezavantaja karşın, siyaseten alternatifsizlik (muhalefetin en güçlü konumdaki partisinin binlerce kişinin öldüğü Hatay’da eski bir AKP’li deprem suçlusunu belediye başkan adayı olarak göstermesini örnek olarak verebiliriz) Erdoğan yönetimine geniş bir alanda oyun kurma imkanı veriyor.

Süper başkanlık olarak tarif edilebilecek ve Başkanın adamlarıyla her şeyi çekip çevirdiği (ya da berbat ettiği) rejim yargının yürütmeye tabiiyeti ve yasamanın işlevsizliği ile karakterize oluyor. Hatay vekili Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi kararının bir ağır ceza mahkemesi ve Yargıtay tarafından tanınmaması Türkiye’de anayasanın tekrar açıkça askıya alındığını gösterdiği gibi aslında siyasal rejimin karakterine de ışık tutuyor. Ancak ötesi var: bir rejim değişikliği, illa öyle sonuçlanacak olmasa da bir devlet biçimi değişikliğini kolaylaştırabilir. Diğer bir deyişle, devlet-vatandaş ilişkileri ile devlet-sermaye ilişkileri toplamının değişimi doğrultusundaki gelişmeleri hızlandırabilir. Türkiye’nin örneğin İstanbul sözleşmesi yanı sıra hak ve özgürlüklerle ilgili başka imzalanmış uluslararası anlaşmalardan da çekildiği, devlet-vatandaş arasındaki ilişkinin uhrevi bir haleye sarmalanmış paternalist bir figür ile tebaası arasındaki alışverişe indirildiği bir çerçeve artık daha görünür hale geliyor. Bu irinin Cumhuriyet kabuğunun altında birikmeye devam etmesi tartışılması gereken bir husus elbette. Devlet-vatandaş arasındaki söz konusu ilişki setinin piyasa yönelimli olmayan farklı bir kalkınmacı çerçeve ile ya da farklı türde bir devlet-sermaye ilişkilenmesiyle bir araya gelişi pekişecek, anayasal bir görünüme kavuşacak ve kriz atmosferi 2024’te öyle ya da böyle geride kalacak mı? Yerel seçimler sürecini bu gözle takip etmekte fayda bulunuyor.

 

 

not: bu yazı gazeteduvaR’da 13 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.

Ali Rıza Güngen

Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Borç yönetimi, finansallaşma, Türkiye siyaseti, devlet bankaları ve küresel Güney alanlarında araştırmalarda bulunuyor. 2013 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin Genç Sosyal Bilimci ödülüne ve Behice Boran Özel Ödülü’ne layık görüldü. Türkiye'de üniversitelerde çalışması yasaklandığı için Kanada'da okutman ve araştırmacı olarak çalışıyor.