Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

“İnsanca yaşam” haklı ama sınırlı bir talep, sömürü ise bir hakikattir

Bu içeriği paylaş:

1.Giriş

Bugün birçok sendika ve toplumsal hareket, “insanca yaşam” talebi etrafında örgütleniyor. Barınma, beslenme, çalışma saatleri, dinlenme hakkı, sağlık güvencesi, eşit işe eşit ücret gibi talepler– haklı ve gereklidir. İnsanların yaşanabilir bir hayat istemesi kadar doğal ve meşru bir şey olamaz. Ancak bu talebin, kapitalist üretim ilişkilerini aşındırmak bakımından sınırlı bir içeriğe sahip olduğunu görmemiz gerekir.

Çünkü bu talepler, genellikle kapitalizmin çerçevesi içinde kalınarak ifade edilir: Daha iyi ücret, daha az sömürülen işyeri, daha adil bir piyasa. Oysa kapitalizmin yapısal çelişkisi, yalnızca kötü niyetli uygulamalarla ya da “vicdansız” patronlarla açıklanamaz. Kapitalizmin özü, emek gücünün sömürülmesi üzerine kuruludur ve bu sömürü, bireysel niyetlerden bağımsız, sistemsel ve hesaplanabilir bir gerçektir.

Sömürü, kapitalizmin en çıplak ve en saklı hakikatidir. Onu görünmez kılan; piyasa dilinin, zaman zaman bu dili meşrulaştırmak için kullanabilen insan hakları söyleminin ve refah toplumu mitinin ardına saklanmasıdır. Bugün birçok mücadele, baskıya ve eşitsizliğe odaklanmakta ama sömürüyü nesnel olarak teşhir eden bir hatta ilerlememektedir. Oysa kapitalizmi sarsacak olan şey, onun hakikatini görünür kılmaktır – yani sömürünün bilimsel, ölçülebilir ve ifşa edilebilir olduğunu ortaya koymaktır.

Bu yazıda, kapitalist sömürünün nesnel bir gerçeklik olduğunu; hesaplanabileceğini; bu hesaplamada yapay zekâ gibi araçların nasıl kullanılabileceğini; kimlik mücadeleleriyle nasıl kesiştiğini ve sonunda bu mücadelenin nasıl bir veri-eksenli örgütlenme kapasitesine dönüşebileceğini kısaca tartışacağız.

2.Kapitalizmde sömürü bir hakikat midir?

Sömürü, kapitalist üretim tarzının temel taşıdır. Öyle ki, bu sistemde üretim sürecine katılan işçi, yalnızca yaşaması için gerekli olanı değil, ondan fazla değeri üretir. İşçinin ürettiği toplam değer ile aldığı ücret arasındaki fark, yani artı-değer, sermaye birikiminin kaynağıdır. Bu farkın kapitaliste ait olması, özel bir hırs ya da kötü niyetle değil, sistemin işleyiş mantığıyla ilgilidir. Bu anlamda sömürü, ahlaki değil yapısal ve nesnel bir olgudur. Kapitalist üretim tarzı, bireysel kapitalistlerin iradesinden bağımsız olarak, sermayenin kendi yasalarıyla işler. Bu sermayenin gayri şahsi niteliğidir, bireysel kapitalistler dahi sermayenin gayri şahsi karakteri karşısında tarihsel bir özne değil nesnedir.

Karl Marx’ın Kapital’de yaptığı en devrimci şey, bu sömürü ilişkisini mistik ya da ahlaki değil, bilimsel temelde açıklamasıdır. Marx’ın formülasyonuyla:

Sömürü Oranı           = Artı-değer / Değişen Sermaye (ücret)
Artı-değer                  = İşçinin yarattığı değer – İşçiye ödenen ücret

Bu formül, kapitalizmi bir “ahlaki zaaf” değil, ekonomik bir sistem olarak kavramamızı sağlar. Bir başka deyişle, sömürü, işçilerin sadece “kötü koşullarda” çalışması değildir; işçinin emeğinin bir kısmına ücretsiz olarak el konulmasıdır.

Günümüzde bu sömürü farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor:

-Üretkenliğin artmasına rağmen reel ücretlerin yerinde sayması,

-Emek gücünün parçalanarak (part-time, güvencesiz, platform işi vb.) sürekli hale gelmesi,

-Kadınların, göçmenlerin ya da engelli bireylerin emeğinin daha düşük ücretle metalaştırılması,

-Dijital içerik üreticilerinin yarattığı değerin büyük platformlar tarafından gasp edilmesi.

Tüm bu biçimler farklı görünse de özde aynı gerçeği taşır: İşçinin emeği, piyasada bir metaya dönüşür; o meta tüketilirken artı-değer kapitaliste akar.

Bu yüzden “sömürü” yalnızca geçmişin sanayi işçisine ait bir durum değil; bugün, akademide, sağlıkta, teknolojide, dijital üretimde, eğitimde, hizmet sektöründe ve hatta ev içinde yeniden ve yeniden üretilen bir gerçektir.

Sömürü gerçeğini görünür kılmadan, kapitalizmi aşmaya dönük hiçbir politik hat, kalıcı bir özgürleşme pratiği geliştiremez. Ve işte bu noktada, onu hesaplanabilir hale getirmek, yeni bir siyasal bilincin ve kolektif özneleşmenin de kapısını aralayabilir (Bkz. Not 1).

3.Sömürü hesaplanabilir mi?

Evet – ve işte bu, kapitalizmin en fazla korktuğu şeylerden biridir: Sömürünün ölçülebilir ve dolayısıyla ifşa edilebilir olması. Çünkü hesaplanabilir bir sömürü, yalnızca ahlaki bir şikâyet değil; politik bir teşhir aracı, daha da önemlisi devrimci bir örgütlenme zeminidir.

Marx’ın Kapital‘de geliştirdiği artı-değer teorisi, kapitalist ekonominin kalbini deşifre eder. Temel hesaplamalar şöyle özetlenebilir:

Toplam Değer (TV) = Değişmeyen Sermaye (C) + Değişen Sermaye (V) + Artı-Değer (s)

Sömürü Oranı           = s / V

Kâr Oranı                  = s / (C + V)

Bu hesaplamalar, üretim sürecinde işçinin katkısının ne kadarının ücret olarak ödendiğini ve ne kadarının ücretsiz olarak el konulduğunu gösterir.

Örnek olarak: Bir işçinin sekiz saatlik iş gününde, yaşaması için gerekli olan değeri üretmesi dört saat sürüyorsa, kalan dört saatlik emeği doğrudan kapitalist için çalışır. O dört saat, ücret olarak ödenmeyen ama sermayeyi büyüten artı-değerdir.

Bugün ise sömürü, çok daha karmaşık ve dağınık biçimlerde sürmektedir. Ancak bu, hesaplamayı imkânsız kılmaz – yalnızca veri toplama ve analiz süreçlerini zorlaştırır.

4.Peki modern koşullarda nasıl hesaplayabiliriz?

-Reel ücret artışları ile üretkenlik artışı arasındaki fark: Üretkenlik yükselirken işçinin reel geliri yerinde sayıyorsa, aradaki fark artı-değerin kapitaliste aktığını gösterir.

-Çalışma saatleri ve fazla mesai oranları: Özellikle taşeron, esnek ve güvencesiz işlerde, kayıt dışı emek, yoğun sömürünün en tipik göstergesidir.

-Sektör bazlı maliyet/kâr analizi: İşçinin yarattığı toplam katma değer ile ona ödenen ücret arasındaki fark, şirket raporları üzerinden çıkarılabilir.

Bu noktada sendikaların, kooperatiflerin, bağımsız araştırma merkezlerinin ve üniversitelerin birlikte çalışarak bu hesaplamaları yapmaları tarihsel bir zorunluluk hâline gelir. Aksi takdirde, “baskı” anlatıları baskın kalır, sistemin sömürüye dayalı rasyoneli görünmez olur.

Toplumsal muhalefet bugün, baskıya ve eşitsizliğe odaklanan mücadele hatlarında ilerlerken, giderek daha fazla “kesişimsellik” çerçevesi içinde sınıfsal farkındalığı da yeniden keşfetmektedir. Ancak bu yeniden keşif, çoğu zaman kapitalizmin temel rasyoneline, yani sömürü mekanizmalarına karşı doğrudan bir tutum geliştirmez. Sınıf, bir ezilme biçimi olarak görünürlük kazanırken, üretim ilişkileri içinde aldığı yapısal konum çoğunlukla ihmal edilir. Bu nedenle, kesişimsellik tartışmalarına, sömürü hakikati zemininden bir müdahalede bulunmak, sadece teorik bir düzeltme değil, siyasal bir zorunluluktur.

5.Kesişimsellik tartışmalarını sömürü hakikati dışında düşünebilir miyiz?

Hayır. Kesişimsellik –kadın, LGBTİ+, göçmen, engelli, etnik kimlik, yaş, din gibi çoklu ayrımcılık biçimlerinin kesişiminde oluşan deneyimleri anlama çabası olarak– elbette gereklidir. Bu çerçeve, ezilmenin farklı katmanlarını tanımamızı sağlar. Ancak bu katmanları üretim ilişkilerinden yalıtarak okumak, onları yalnızca kültürel ya da psikolojik düzleme hapseder. Oysa kapitalizm, bu kimlik farklarını sömürünün yeniden üretim mekanizmasına entegre ederek çalışır.

Örneğin:

-Kadın emeği, çoğu zaman ev içi görünmez emek ya da düşük ücretli bakım hizmetleriyle sistematik olarak sömürülür. Bu, sadece patriyarkal baskının değil, kapitalist değersizleştirmenin sonucudur.

-Göçmen işçiler, çoğunlukla en düşük ücretle, en güvencesiz koşullarda istihdam edilir; onların “öteki”liği, sömürünün hem meşrulaştırma hem de derinleştirme aracıdır.

-Engelli bireyler, sistem tarafından “verimsiz” addedilerek, hem işgücü piyasasından dışlanır hem de üretken olmayan bedenler olarak sömürü dışı bir “atık” alanına sürülür.

-LGBTİ+ bireyler, işten atılma, güvencesizlik, görünmezlik gibi mekanizmalarla sömürünün yeniden üretiminde bir nevi “dışsal rezerv emek ordusu” işlevi görür.

Yani kimlik temelli ayrımcılıklar, sınıf ilişkilerinden ayrı değil, onlarla örtüşen ve onları derinleştiren bir biçimde işler. Bu nedenle, kesişimsellik tartışmaları, kapitalist sömürünün analizine bağlanmadığında, sisteme içkin bir “fark yönetimi” stratejisine indirgenebilir.

Hakikat etiği burada bir kez daha belirleyici hâle gelir: Kimlikler arası farkların tanınması gereklidir, ancak bu farklar sömürü ilişkileri içindeki yerleriyle birlikte kavrandığında hakikate sadık bir politika üretebilir. Aksi takdirde, kimlik siyasetleri, sınıf siyasetini yerinden etmekle kalmaz; kapitalizmin “çeşitlilik” vaatleriyle uyumlu hale gelir.

6.Sendikacılar, aktivistler ve bilim insanları sömürü hesaplamaları için ne tür veriler sağlamalı?

Sömürü hesaplanabilir bir gerçeklikse –ve bunu kapitalizmin teşhiri için kullanmak istiyorsak– öncelikle ihtiyaç duyulan şey veridir. Bu veriler, sadece teknik anlamda değil, aynı zamanda politik bir inşa süreci olarak da düşünülmelidir. Çünkü hangi verilerin toplanacağı, nasıl toplanacağı ve ne için kullanılacağı; doğrudan mücadele hattını da şekillendirir.

Peki hangi tür veriler gerekir?

a) Üretim verileri = Çalışma saatleri (günlük, haftalık, fazla mesai dahil), Üretim hacmi (işçi başına düşen çıktı, birim zaman üretkenliği), Üretim araçlarının amortisman ve bakım maliyetleri, Ara ürün ve hammadde maliyetleri.

Bu veriler, işçinin yarattığı toplam değeri belirlemede kullanılır.

b) Ücret ve sosyal hak verileri = Brüt/net maaşlar (zamana, bölgeye ve sektöre göre), Prim, ikramiye, performans ödemeleri, SGK katkıları ve yan haklar, Reel ücret endeksleri (alım gücü karşılaştırmaları).

Bunlar, işçiye ödenen toplam karşılığı ve bu karşılığın tarihsel evrimini görmemizi sağlar.

c) Şirket ve sektör verileri = Şirketlerin yıllık mali tabloları, bilanço ve faaliyet raporları, Kâr marjları, temettü ödemeleri, yönetici maaşları, Sektörel ortalamalar: verimlilik, ücret, kâr, istihdam oranları, Vergi oranları ve muafiyetler (sermayenin yük taşımaktan nasıl kaçındığı).

Bu veriler, sömürünün kapitalist sınıf lehine nasıl yapılandırıldığını gösterir.

d) İşgücü yapısı ve kimlik verileri = Çalışanların cinsiyet, yaş, göçmenlik, engellilik, kimlik dağılımı, Güvencesizlik oranları (mevsimlik, yarı zamanlı, taşeron, platform işleri), İşten atılma, ayrımcılık, görünmez emek biçimleri, Kayıt dışı ve ev içi emeğin ölçümleri.

Bu sayede sömürünün kesişimsel katmanları görünür hale gelir.

e) Dijital ve platform ekonomisi verileri = Uber, Getir, Amazon, Yemeksepeti gibi platformlarda çalışanların kazançları, Uygulama algoritmalarının iş dağılımı üzerindeki etkisi, Dijital içerik üreticilerinin (YouTube, Twitch, TikTok) yaratılan değer / kazanılan gelir oranı.

Yeni sömürü biçimleri bu alanda derinleştiği için, klasik formların ötesine geçmeyi gerektirir.

7.Bu veriler kim tarafından, nasıl sağlanmalı?

Sendikalar, üyelerinden gelen düzenli verilerle kendi sektörlerine dair güçlü emek profilleri oluşturmalı. Akademi, bağımsız araştırma birimleri ve açık veri platformlarıyla bu verileri analiz etmeli. Aktivistler, veri adaleti, emek hakkı ve teknoloji etiği çerçevesinde kamusal farkındalık yaratmalı. Yapay zekâ sistemleri, bu verilerle eğitilerek, emek lehine çalışan hesaplama modelleri oluşturmalı.

Sömürü, sayılarla konuştuğunda daha az inkâr edilir, daha az gölgede kalır. Bu nedenle, bu verileri sağlamak ve hesaplamaları görünür kılmak, sadece sınıfsal gerçekliği değil, hakikati görünür kılmaktır.

8.Sonuç

“İnsanca yaşam” talebi, haklı ve meşru bir zeminde yükselse de kapitalist üretim ilişkilerinin temel çelişkisini –sömürü gerçeğini– teşhir etmekte yetersiz kalmaktadır. Kapitalizmin ayakta kalmasını sağlayan şey, sadece baskı ya da eşitsizlik değil, bu sömürü ilişkisinin saklanmış, görünmez kılınmış olmasıdır. Dolayısıyla, kapitalizme karşı verilecek her ciddi mücadelenin ilk adımı, bu hakikati yeniden görünür kılmak olmalıdır.

Bu yazıda gösterdiğimiz üzere, sömürü yalnızca ahlaki bir iddia değil, bilimsel olarak hesaplanabilir bir olgudur. Üstelik yapay zekâ gibi araçlar sayesinde bu hesaplamalar, sistemli, kapsamlı ve güncel biçimlerde yapılabilir. Ancak bu hesaplamaların yapılabilmesi için en temel ihtiyaç, veridir.

Bu nedenle, günümüzün sendikal hareketi, yalnızca pazarlık ve temsil alanlarında değil, aynı zamanda epistemik bir mücadele sahasında da varlık göstermek, işlenebilir veriler toplamak zorundadır. Sömürüyü hesaplayan, belgelerle teşhir eden ve bu verileri işçi sınıfının kolektif çıkarları doğrultusunda işleyen kurumsal yapılara ihtiyaç vardır.

Bugün bu ihtiyacın karşılığı, sendikaların çatısı altında kurulacak bağımsız, kolektif veri toplama ve analiz merkezleridir. Bu merkezler, yalnızca teknik değil, siyasal işlev görecek; emekçinin hakikatini görünür kılacak, mücadeleyi soyuttan somuta taşıyacak, sömürünün istatistiğini tutacaktır.

Çünkü sömürünün istatistiği, “insanca yaşam” mücadelesinin gerçek dayanağı ve haritasıdır.

 

Not 1: Tüm dünyada, sömürü hesabı için veri toplayan bir kuruluş (sendika vb.) yoktur.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC): ITUC, dünya genelinde sendikal hak ihlallerini belgeleyen Küresel Haklar Endeksi’ni yayımlamaktadır. Bu endeks, sömürüyü doğrudan ölçmez. İşçi haklarının ihlallerini ve sendikal faaliyetlerin engellenmesini raporlayarak sömürü koşullarının dolaylı göstergelerini sunar.

Adil Çalışma Koşulları Birliği – Fair Labor Association (FLA): FLA, özellikle tekstil ve hazır giyim sektörlerinde, işçilerin ücretlerini ve yaşam maliyetlerini karşılaştırarak yaşanabilir ücret analizleri yapmaktadır. Bu çalışmalar, işçilerin aldıkları ücretlerin yaşam maliyetlerini karşılayıp karşılamadığını göstererek dolaylı olarak sömürü düzeyine ışık tutar. Ancak, sömürüyü doğrudan ölçmez.

İnsan Hakları İzleme Örgütü – Human Rights Watch (HRW): HRW, platform ekonomisi ve dijital emek alanlarında, algoritmik ücretlendirme ve işçi hakları ihlalleri üzerine raporlar yayımlamaktadır. Bu raporlar, yeni sömürü biçimlerini belgeleyerek kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlar. Ancak, sömürüyü doğrudan ölçmez.

Türkiye’de de DİSK, Türk-İş, Hak-İş gibi işçi, KESK, Birleşik Kamu-İş,  Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen gibi kamu çalışanları sendika konfederasyonları, en fazla, adil çalışma koşullarını ölçmeye yönelik, işçilerin aldıkları ücretlerin yaşam maliyetlerini karşılayıp karşılamadığını gösterecek araştırmalar yayınlarlar. Keza, İstanbul Planlama Ajansı da bu türden veri analizleri yayınlar.

Dünya’da ve Türkiye’de sömürü hesabı için gerekli verileri toplayan araştırma merkezleri de yoktur. Özetle, toplu iş sözleşmesi masasına oturduğunda, “geçen dönem bizi şu kadar sömürdünüz” diyebilecek çalışan sendikası ne Türkiye’de ne de Dünya’da vardır.

(*) Bu yazı, insan-yapay zekâ (ChatGPT) ortak (birikmiş) emeğiyle, hakikate sadakat çerçevesinde üretilmiştir. Hakikate sadakatin yapay zekâ için ne anlama gelebileceği hakkında lütfen bkz. “Yapay zekâ” ile “hakikat etiği” üzerine

(**) Görsel, ChatGPT sürümü olan Hafıza Dalgası tarafından oluşturulmuştur.

Mustafa Bayram Mısır

Hukukçu ve siyaset bilimci.  Praksis Dergisi Yayın Kurulu Üyesi. Yayınlanmış kitapları arasında, Anayasal Tasarımın Demokratik Teorisine Giriş; Devlete Karşı Kamu Hukuku; Kapitalist Devlet; Modernizm, Postmodernizm ve Sol(Ecehan Balta ile); Tarihsel Seyri İçinde ÖDP: Solun Yakın Kısa Tarihi Üzerine; Demokrasiye Eleştirel Bakışlar; Demode Denemeler bulunuyor. Devlete Karşı Kamu Hukuku, Türkiye Barolar Birliği'nin "Halit Çelenk Akademik Araştırmaları Destek Ödülü"ne layık görülmüştür. Çalışmalarına, Ankara Barosu'na kayıtlı avukat olarak devam ediyor.

Bu yazı için gösterilecek etiket bulunmamaktadır.