İki büyük anlatıcı Ferit Edgü ve Afşar Timuçin’e saygıyla…
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, insan evladına gizemli mi gizemli bir hal gelmiş. Daha önce neye inanıyorsa reddetmeye, neyi yapıyorsa yapmamaya, nasıl yapıyorsa değiştirmeye başlamış, hülasa nasıl yaşıyorsa insan evladı artık başka türlü yaşamaya başlamış. Bir devrim mi desem, bir alt üst oluş mu sarıvermiş insanların etrafını. İyi desem iyi değil, kötü desem kötü değil, bir hal gelmiş insanların üzerine.
Kimisi çok zenginleşmiş, çok mutlu, kimisi her şeyini yitirmiş çok üzgün. Daha önce hiç olmadığı kadar çalışmaya başlamış insanların bir kısmı ama nasıl olduğu bilinmez bu çalışanlar değilmiş zenginleşenler, çalışanlar çalışmayanlara göre, masal bu ya, gittikçe daha da fakirleşmişler. Ama dünya da değişiyormuş bu arada sanki görünmez bir el yordamıyla her şey buharlaşıyor ve sonra yeniden kuruluyormuş, şeytanı bile kıskandıracak bir hızla. Büyük büyük binalar çıkmış karşısına insanların, sanki soğuk havalarda aldığı nefesini dışarı veren ejderhalar gibi dumanlar saçıyormuş etrafa. Kulakları sağır edercesine bağıra bağıra hep aynı şeyleri yapan adına makine denen şeyler çıkmış ortaya, insanları kendisinin bir uzvu haline getirmiş sanki, canlılarla beslenen ölü bir canavara dönüşmüş eski metal yığınları bu modern zamanlarda. Hatta bilmeden bazı insanlar bu canavarın ölü olduğunu kırarız kolunu bacağını diyerek savaş açmışlar, belki ona belki de kendilerine.
İnsanlık hayrete düşmüş bu eşi benzeri olmayan şeylerle karşılaşınca. Bir kısmı atılmış öne, oh ne güzel demiş hayranlıkla, nasıl da zenginleşiyoruz, nasıl da çoğalıyor her şey. Sırrını çözmek lazım demişler hemen, eğer sırrını çözersek bu acayip işin kesin daha da zenginleşiriz. Kabul etmiş diğerleri ama demişler zenginlik güzel de acaba nasıl paylaşıyoruz bunları. Aramaya başlamışlar zenginliğin sırrını ve daha sonra paylaşımın kurallarını. İnsanlara bakmışlar tek tek kimde bu işin sırrı? Anlamışlar sonra çalışanlar var ya işte onlar yaratıyor bu zenginliği, olmazsa onlar ne bu koca ejderhaya benzer binalar ne de ölü canavarlar yaramaz pek bir işe. Ama zenginliği yaratanların neden bu kadar fakir kaldığını çok da anlamamışlar. Sakallı, “nur yüzlü” bir bilge açıklamış sonra olanları. Neyse, diğerleri gelmiş sonra aman demişler ses etmeyin, anlarlarsa bu çalışanlar tüm bu zenginliğin kaynağı onlar, yanarız. İsterler sonra kendi yarattıklarını.
Ama olmaz ya, yayılmaya başlamış bu laflar, çalışanlara kadar ulaşmış. Çalışanlar ve olan biteni anlamak için kafa yoranlar sormaya başlamışlar böylece yüksek sesle, çalışanlarsa eğer bu zenginliğin kaynağı, hani zenginlik nerede, neden bu kadar yoksulluk diye?
Bu “nur yüzlü” bilge çekmiş bu işin başını. Paniklemiş diğerleri, atılmışlar bir süre sonra ortaya, yok demişler sizin bir ayrıcalığınız bu zenginlik yaratmada, biz de katlanıyoruz çabaya, olmalı illa ki bunun da bir mükâfatı, çok da inandıramamışlar çalışanları, aynı mı demiş onlar da çabalarımızın karşılığı. Evirmişler, çevirmişler türlü türlü bahaneler bir de zengin olmanın ayrıcalıkları, çalışanları düşürmüş zenginliğin yaratılmasında diğerlerinden hiçbir farkı olmayan basit bir “üretim faktörüne”. Demişler hepimiz katılıyoruz zenginliğin üretimine ve alıyoruz katkımız nispetinde, sen az alıyorsan eğer az katkı yapıyorsundur ne yapalım. En çok “nur yüzlü” bilge kızmış bu işe, uzun uzun anlatmış herkese böyleyken böyle. En önemlisi de demiş ki inanmayın siz bunlara, takılmayın sadece görünene, anlamaya çalışın görünenin arkasındakini, ücretin, fiyatın, kârın, rantın ölçmeden önce büyüklüğünü, anlamanız lazım ne olduklarını. Olmasa çalışanlar kim nasıl yaratırmış zenginliği, asıl unsurudur zenginliğin çalışanlar, sakın unutmayın bunu. Durmamış diğerleri ölçmeye odaklanmışlar yalnızca büyüklükleri. Gel zaman git zaman unutulmuş ölçülenin ne anlama geldiği, konuşulur olmuş yalnızca büyüklükleri. Çok saygın bir iş haline gelmiş ölçmek. “Ölçemezsen yönetemezsin” demiş biri. “Ölçemezsen ölçülebilir hale getir” demiş diğeri. “Verilerle konuşun arkadaşlar”, “Rakamlar konuşuyor beyler” gibi mütehakkim edalar, düşünmeden söylediklerini hakikat sanmış verileri. Büyük büyük analizler yapılmış bu sayılarla, verilerle, sorunlar tespit edilmiş, çıkarımlar yapılmış, çözümler aranmış onlarla. Velhasıl anlaşılacağı zannedilmiş aslında anlaşılması gerekenlerle. Anlamadan muhtevasını, kumaş bilmez, insan tanımaz terziye dönmüşler.
Sonra bir gün ne olsun beğenirsiniz, isyan etmiş tüm sayılar, üç demiş ki ben bundan sonra beşim. Sıfır demiş ki sıkıldım ben etkisiz eleman olmaktan ben de katkı yapacağım toplama. Sonsuz demiş ki ben ilk olmak istiyorum zaten ne kadar sondayım onu bile anlamadım, bir demiş hayır ben yine bir olacağım. Karışmış ortalık ve bir tartışma almış yürümüş peki ne yapacağız biz şimdi demişler bu ölçüp biçenler, her şey değişti, dün üç olan bugün beş, dünkü iki bugün dört. Her şey birbirine girmiş, dün şu kadar zengindik, bu durumda bugün bu kadar fakiriz, dün şu kadar tasarruf ediyorduk, yatırım yapıyorduk ah hiç yetmiyordu zenginleşmeye oysa bugün anladık ki aslında çok da sıkıntı yokmuş tasarrufta, yatırımda, daha zenginmişiz aslında. Herkes şaşkın, herkes bir hile bulma peşinde, bir bilge vardı bir soralım demişler, çağırmışlar sakallı bilgenin ruhunu, gelmiş bilgenin ruhu ve demiş ki onlara bir hile var evet bu işte ama biliyor musunuz hile nerede, hile politik ekonomiden (political economy), iktisada (economics) giden o uzun ve hayli ince “formalist bilimci anayolun” ara sokaklarında, yanıtları hoşunuza gitmediği için soru sormaktan vazgeçtiğiniz yerlerde. Siz demiş sakallı bilge, üç müydü, beş miydi uğraşacağınıza, üç olan, beş olan nedir önce bakın bir ona. Hiçbir şey anlamamış ölçüp-biçenler, zaten bu adam hep böyle garipti demişler ve düşmüşler yine günlük telaşlarına: Dolar artmış, faiz ne olmuş, borsa bilmem ne falan, filan…
Üç elma düşmüş bu masaldan yeryüzüne ama bu kez üçü de üçün, beşin peşine fazla düşüp, muhtevayı unutarak, anlamı ve hakikati bir yana bırakarak kocaman ve kusursuz analizler yapan, yaptığı analizi mümkün kılan temel kuramsal-kavramsal-tarihsel arka plan hakkında yeterince ya da hiçbir şey bilmeyen, bu konudaki kadim tartışmalardan habersiz iktisatçıların başına.
Hadi şu kadarını not edelim: Gayri Safi Yurtiçi Hasılayı (GSYH) mı artırmak istiyorsunuz? O kadar da çaba sarfetmeye gerek yok. Herkes kendi çocuğu yerine makul bir ücret karşılığında komşusunun çocuğuna bakarsa sonuçta hiçbir şey değişmeyecek olsa da GSYH artacaktır… Unutmadan istihdam da…
Görsel bilgisi: Pixabay
(*) Bu yazı daha önce Evrensel Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.
Koray R. Yılmaz
Prof. Dr. Koray R. Yılmaz, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü’nden 1999 yılında mezun olmuş, yüksek lisans (2003) ve doktora derecelerini (2009) Marmara Üniversitesi Kalkınma İktisadı programından almıştır. Yılmaz “Mahalle Bakkalından Küresel Aktöre Arçelik: İşletme Tarihine Marksist Yaklaşım” ismiyle kitaplaştırılan doktora çalışması ile 2011 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından Genç Sosyal Bilimci Mansiyon ödülüne layık görülmüştür. 2012-2013 yılları arasında SOAS, Londra Üniversitesi Kalkınma Çalışmaları Departmanında misafir akademisyen olarak bulunan Yılmaz halen Ondokuz Mayıs Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Eleştirel Politik Ekonomi, İktisat Kuramı, Kalkınma Çalışmaları, Düşünce Tarihi ve Türkiye başlıca çalışma ve ilgi alanlarıdır. Yayımlanmış kitap, kitap editörlükleri, İngilizce ve Türkçe çok sayıda makalesi bulunan Yılmaz, 2016 yılında M. Heinrich’in “An Introduction to Three Volumes of Karl Marx’s Capital” başlıklı eserini de Türkçeye kazandırmıştır. Yılmaz aynı zamanda Praksis Dergisinin Yayın Kurulu Üyesidir.
Uau, maravilhoso layout do blog Há quanto tempo você bloga para você fazer o blog parecer fácil A aparência geral do seu site é ótima, assim como o conteúdo
I like this post, enjoyed this one thanks for putting up.