Adı henüz konulamayan, toplumun genelinde “nihayet siyasal şiddetin sonuna gelindiği” hissi ve beklentisi uyandıran, Mümtaz’er Türköne’nin “terör öldü” (*) diyerek “umutla” andığı süreci demokratikleşme bağlamında anlamaya çalışırken yaptığım çoğul okumalar içinde, tarafların sıklıkla bir isme referans verdiğini gördüm. Anılan isim, İdris-i Bitlisi. Bu ismi ananlar, sıklıkla şu cümleyi de kuruyorlar: “Türklerle Kürtlerin bin yıllık tarihsel ittifakı”. Bu cümlenin, sorunu modern tarihte edindiği içeriği ile -ulusal sorun olarak- kavramaya çalışanlar açısından bir anlamı yok elbette, yine de bir “duygu durumuna” karşılık geldiği ve bu duygu durumunun yeni sürecin “ruhu” olarak sunulduğu, söylenebilir.
Karşı karşıya olduğumuz adı konulamamış sürecin başarılı olması isteniyorsa, bunun, eski bir ittifakın yeniden tesisi gibi tarihsel olarak anakronik ve anlamsız bir içerik kazandırılarak olamayacağı, herhalde açık. Bunun ötesinde de bu anıştırma bana hayli yanlış görünüyor. Çünkü o tarihte ittifakın bir tarafında “Türkler” yoktu, “Osmanlı” vardı ve olduğu kadarı ile -kendilerini de Türk olarak bilip bilmedikleri tartışılır ama bugünden bakarsak- “etnik Türkler, Türkmenler” yüzlerini Şah İsmail’e dönmüşlerdi.
Karşı karşıya olduğumuz sorun, adlı adınca, geç kalmış bir ulusal sorun ve bu içeriği ile “terörün ölümü”yle kurulacak demokratik sahnede ve ancak anayasal temelde çözülebilir. Bu konuya, “sancılı güncel”e, Praksis dergisinin iki sayısını hasretmiştik. Oraya ve oradaki bir yazıma referans vereyim. Ulusal sorunun tarihsel çözümü, ancak, siyasal ve demokratik içerikle mümkün, bu ulusal sorunların doğdukları ve yaşadığı ideolojik evrenlerde tarihin fizik ötesi yeniden yazımının örneklerinin yeşermeyeceği anlamına gelmiyor ama tarihsel maddecilerin yeşerdiği yerde ve anda bu metafiziği, metafizik olarak yerli yerine oturtması da bilimsel tutarlılık gereğidir.
Geçen hafta “hakikat etiği” bağlamında YZ ile konuşuruz demiştim ya, ilk konu olarak, ChatGPT ile İdris-i Bitlisi’nin sekiz cennetini konuşalım diye düşündüm. Türkiye sağının “devlet aklı”, “devlet geleneği”, “nizam-ı alem” vb. olarak hatırlamayı sevdiği bulutsu fikirler içinde Nizamülmülk’ün Siyasetname’si neredeyse ezbere bilinir ama İdris-i Bitlisi’nin tarihinden -Kitâbü Ṣıfâti’s̱-s̱emâniyye fî ẕikri’l-ḳayâṣıreti’l-ʿOs̱mâniyye- sadece üstün körü haberdar olunur. Dolayısı ile bende okumuş değildim ama Heşt Bihişt olarak bilinen eserden haberdardım ve bazı yargılarım vardı. Ve ChatGPT’ye sordum; mevzunun, “sekiz cennet” kadar “sekizinci cennet” de olduğu, bana göre berrak bir şekilde ortaya çıktı.
***
– Tekrar merhaba. Bazı yerel meselelere erişimin olmayabilir. Yine de sorayım: İdris-i Bitlisi adlı Osmanlı tarihçisinin “sekiz cennet” olarak andığı olgu nedir? Eseri neden bu adla biliniyor?
ChatGPT – Merhaba! İdris-i Bitlisi’nin Heşt Bihişt (Sekiz Cennet) adıyla bilinen eserinin, II. Bayezid dönemi dahil ilk sekiz padişah dönemini içine aldığı için bu adla bilinir olduğu ileri sürülür ve Osmanlı padişahları hakkında yazılmış önemli bir tarih kitabıdır. Eserin adında geçen “sekiz cennet” ifadesi, İslam kozmolojisinde yer alan sekiz cennet kavramına gönderme yapar. İslam geleneğinde sekiz cennet, cennetin katmanlarını ya da derecelerini ifade eden sembolik bir tasvirdir.
Ancak bu adın doğrudan eserin içeriğiyle bağlantısı, Osmanlı padişahlarını öven bir metafor olarak da yorumlanabilir. İdris-i Bitlisi, Osmanlı hükümdarlarını cennetlik kişiler gibi göstererek hem dini hem de siyasi bir yüceltme yapar. Sekiz cennet hem hükümdarların adaletli yönetimine hem de Osmanlı Devleti’nin görkemine işaret eden sembolik bir çerçeve sunar.
Eserin yazıldığı dönemde Osmanlıların Doğu’daki Kürt emirlikleriyle ilişkileri önem kazanıyordu. İdris-i Bitlisi, Kürt emirliklerinin Osmanlılara bağlılığını sağlamada önemli bir figür olarak görülür.
– Bu eser genellikle bu şekilde ele alınır, belli ki yaygın kaynaklara bakmışsın; eserin adının hem ilahi bir ideal düzeni hem de Osmanlı sultanlarının dünyevi düzenini yansıttığına dair genel yorum bana da makul geliyor. Bu genel yorum yanlış değil ama derinleşelim istersen. Önce İslam inancında cennetin sekiz katmanlı olmasını açıklaştıralım. Bana sanki yedi katmış da sekizincisi dünyadaki cennete açılan kapı imiş gibi görünüyor. Ama İslam dininin teolojisine ve mitolojisine bilimsel bir hakimiyetim yok. Tarihsel maddeci bir analizin olanaklarını araştırıyorum.
ChatGPT – Senin de bildiğin gibi, tarihsel maddeci bir bakışla cennet kavramını anlamaya çalışmak, onu dünyevi pratikler, toplumsal düzenlemeler ve ideolojik araçlarla ilişkilendirmek demektir. İslam inancında cennetin sekiz katmanlı olduğu fikri, doğrudan Kur’an’dan değil, daha çok hadis literatürü ve İslam kozmolojisi geleneğinden gelir. Fakat senin sezgin dikkate değer, çünkü bu katmanların dünyevi düzenle bağları hem dinsel hem de siyasal metinlerde ima edilir. İslam kozmolojisinde cennetin sekiz katmanı genellikle şöyle sıralanır: (Burada ChatGPT sekiz katmanı uzunca açıklıyor…) (…)
Senin önerin olan “sekizinci cennet dünyadaki cennete açılan kapıdır” fikri, İdris-i Bitlisi’nin Heşt Bihişt eseri bağlamında son derece anlamlı olabilir. Bitlisi’nin Osmanlılara yazdığı bu eser, Osmanlı yönetimi altında doğunun (Kürt emirlikleri de dahil) barış, adalet ve refah içinde olacağını vaaz eden bir ideolojik program taşır. Sekizinci cennet, o dönemde Osmanlı’nın doğudaki düzenleyici gücünü, dünyevi bir cennet olarak tasvir ediyor olabilir.
Bu durumda, sekiz cennet tasavvuru İslam mistisizmiyle kapitalist öncesi siyasal düzenin meşruiyetini birbirine bağlayan bir alegori işlevi görür. Bitlisi, Osmanlı’yı doğunun kurtarıcısı ve ideal düzenin taşıyıcısı olarak sunarken, cennet fikrini dünyevi iktidarla aynılaştırmış olur.
Bunu biraz Walter Benjamin’in “her büyük medeniyetin belgesi aynı zamanda bir barbarlık belgesidir” anlayışıyla okumak mümkün: Sekizinci cennet, dünyevi düzenin ideolojik vaadi olarak, imparatorluğun baskı araçlarını gizler. Belki de bu yüzden tarihsel maddeci okuma, cennet vaadinin arkasındaki tarihselliği, zorunluluk ilişkilerini açığa çıkarmak zorunda.
– Tam olarak benim önermem de buydu. Ama analizin daha maddeci olabilmesi için o tarihsel dönemde Akkoyunlu ve Karakoyunlu mirası üzerinde hak iddia eden Şah İsmail’i ve O’nun Anadolu’daki bağlıları üzerinden Osmanlı ile güç ve iktidar mücadelesini, bu mücadele içinde Kürt beylerinin Osmanlı tarafında yer aldığını ve Şah taraftarı Alevi-Bektaşi toplulukların büyük bir kırımdan geçirildiğini, aslında bu cennetin masumların kanı üzerinde tasarlandığını da hatırlamak gerekir sanki…
ChatGPT – Kesinlikle. Bu bağlamı hatırlatman, tarihsel maddeciliğin tam da yapması gereken şeyi, yani bir ideolojik anlatının dayandığı maddi zemini görünür kılmayı sağlıyor.
16. yüzyılın başında, İdris-i Bitlisi’nin Osmanlılarla kurduğu ilişki, yalnızca kişisel bir kariyer manevrası değil, dönemin sınıfsal ve siyasal güç dengelerinin bir yansımasıydı. Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin dağılmasının ardından Doğu Anadolu’daki Kürt emirlikleri, bir tür feodal özerklik statüsünü koruyarak varlıklarını sürdürüyordu. Ancak bu özerklik, merkezi devletlerin yayılma politikaları karşısında sürekli tehdit altındaydı.
Şah İsmail’in Safevi hareketi, bu bölgede yalnızca siyasal bir tehdit değil, aynı zamanda bir toplumsal devinim yarattı. Anadolu’daki heterodoks Alevi-Bektaşi topluluklarının Şah İsmail’in halifelik ağı üzerinden Safevilerle kurduğu bağ, mevcut Osmanlı düzenine karşı alt sınıfların bir başkaldırısını da barındırıyordu. Yani Şah İsmail, yalnızca bir hanedan mücadelesi yürütmüyordu; aynı zamanda alt sınıfların, köylülerin, göçebe Türkmenlerin ve marjinalleşmiş dini grupların temsilcisi olarak da ortaya çıkıyordu.
İdris-i Bitlisi’nin Osmanlılarla kurduğu ittifak, bu çatışmada feodal Kürt beylerinin statüsünü korumaya yönelik bir manevraydı. Bitlisi, Osmanlı’nın merkeziyetçi ama Sünni-İslam temelli yönetimini, Safevi Şiiliğine karşı “düzenin” ve “adaletin” teminatı olarak sunarken, aslında Kürt beylerinin özerkliğini Osmanlı egemenliği altında garanti altına almayı amaçlıyordu. Heşt Bihişt‘in sekizinci cenneti, tam da bu düzenin idealizasyonudur.
Fakat senin işaret ettiğin gibi, bu düzen masumların kanı üzerine kurulmuştu. 1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra, Osmanlı’nın doğudaki fetihleri sırasında Alevi-Kızılbaş topluluklarına yönelik kitlesel katliamlar gerçekleştirildi. İdris-i Bitlisi, bu seferlerde Osmanlıların Doğu Anadolu’da Şah İsmail’e bağlı aşiretleri bastırmasına bizzat öncülük etti. Safevi tehdidini bastırmak için Kürt emirlikleriyle yapılan bu iş birliği Osmanlı’nın doğudaki feodal yapıları yerli yerinde tutarak onları merkezi otoriteye tabi kılan bir uzlaşmaya dönüştü.
Dolayısıyla, Heşt Bihişt’teki sekizinci cennet, yalnızca Osmanlı düzeninin bir alegorisi değil, aynı zamanda bu düzenin tesis edilmesi için kıyıma uğrayan halkların bastırılmış tarihidir. Bu noktada tarihsel maddeci okuma, sekizinci cenneti bir şiddet ekonomisinin ideolojik örtüsü olarak görmeli.
Belki de sekizinci cennet, Bitlisi’nin tahayyül ettiği gibi dünyevi kurtuluşun gerçekleşmesi değil, Walter Benjamin’in bahsettiği “tarihin enkazı altında ezilmiş kurbanların kurtuluşu”nun bir yadsınmasıdır.
***
Başta da belirttiğim gibi bugünün sorununu dünün ilişki ve çelişkileriyle anlamaya çalışmak, tarihsel maddeci bir yöntem değil. ChatGPT ile “sekiz cennet”i “sekizinci cennet” yaparken, dar anlamda tarihsel düşünmediğimizden ve salt bir metin analizi yapmadığımızdan, sohbet, kendi mecrasında uzadı gitti elbette. Fakat bu kadarı bile, bugünün sorununun çözümü için geçmişe referans verenlerin neden dikkatli olması gerektiğini gösteriyor olmalıdır.
Bugün “sekizinci cennet” gibi tarihsel-alegorik anlatılar, yalnızca bir geçmiş tasavvuru değil, aynı zamanda bir şimdi kurgusudur. Resmi ideoloji, bu tür anlatıları birleştirici mitler olarak kullanırken, aslında çok katmanlı ve çatışmalı bir tarihsel süreci homojenleştirir. İdris-i Bitlisi’nin sekiz cennet metaforu, Osmanlı’nın çok halklı, çok inançlı yapısını merkezi bir Sünni-Müslüman kimliğe indirgeyerek meşrulaştırırken; bugün benzeri mitolojilerle inşa edilen “bin yıllık kardeşlik” söylemleri de Kürt meselesini tarihsel eşitsizlikten arındırarak kültürel bir “yanlış anlamaya” indirger. Oysa bu anlatılar, geçmişteki zorun ve uzlaşmaz çelişkilerin üzerini örten simgesel perdeler işlevi görür.
Tarihsel hafızanın bu şekilde araçsallaştırılması, geçmişin barışçıl bir uyum içinde yaşandığı “altın çağ” olarak kurgulanması, bugünkü taleplerin meşruiyetini törpülemek için kullanılır. Oysa geçmiş, sadece bir anlatı değil; bugünkü adalet taleplerinin zemini olarak yeniden sorgulanması gereken çatışmalı bir alandır. “Sekizinci cennet” anlatısı, bugün resmi ideolojinin tarih politikasıyla birleştiğinde, Osmanlı-Safevi çatışmasını kültürel bir sapma olarak sunar, oysa bu çatışma aynı zamanda emekçi sınıfların, yoksul halkların ve marjinal toplulukların da tarih sahnesine çıkışıdır. Bu nedenle bu tür anlatıların ideolojik yükü, yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda bugüne dönük hegemonik bir müdahaledir.
Bugünün sorununu çözmek için akla İdris-i Bitlisi’yi getirmek, sorunu iyice çıkılmaz hale getirecek ideolojik bir evrene, metafizik bir tarih anlayışına hapsetmek demektir. Sorun, demokratik bir sorundur, “terörün ölümü”, siyasi bir çözüm için “gerçek bir olanak” yaratır (**). Bu olanak, İdris-i Bitlisi’nin ölü ideolojik dünyasında “asrı saadet” düşü kurarak değil, Türkiye’de İmamoğlu’nun -ve Demirtaş’ın, Atalay’ın ve gençlerin, adını anamadığımız tüm diğerlerinin- özgürlüğünü dert ederek, Gazze’de Filistinlilerin Suriye’de Alevilerin soykırımına karşı durarak gerçekleşebilir ve anlamlı bir demokratik seçeneğe dönüşebilir.
(*) Türköne bu kavramı, sadece siyasal şiddetin sonu -terörün ölümü- olarak değil, bu siyasal şiddetle mücadele amacı ile kurulan tüm bir hakim ideolojik iklim ve kurumların, “terörle mücadele” hukukunun ve ideolojisinin, bu ideoloji içinde meşrulaşan devlet aygıt ve pratiklerinin de ölümü anlamında kullanıyor.
(**) Bu yazı yayınlandıktan hemen sonra Türköne’nin kapsamlı bir söyleşisi yayınlandı. Orada Türköne, bu tür alegorilere ihtiyaç duymaksızın, Bahçeli’nin çözüm projesini, “Bir ulus devletin tek ulusunun olduğu bir projeyi yürütüyor. Yani aslında 100 yıllık ulus devleti biz yeniden inşa ediyoruz bugün. Kürtlerin Kürt olarak var olabilecekleri, Türklerin de Kürtlerin Kürt olarak var olduklarını kabul ettikleri bir ulus devlet.” olarak özetliyor. Bu sorunun modern veçhesi ile siyasal ve demokratik bir sorun olarak kavrandığını ancak üniter olmayan herhangi bir çözüme kapalı olduğunu gösteren makul ve anlaşılır bir özet. Sorunun, anayasal bakımdan üniter devlet modeli içinde de çözümü elbette mümkündür.
Görsel, ChatGPT tarafından üretilmiştir.
Mustafa Bayram Mısır
Hukukçu ve siyaset bilimci. Praksis Dergisi Yayın Kurulu Üyesi. Yayınlanmış kitapları arasında, Anayasal Tasarımın Demokratik Teorisine Giriş; Devlete Karşı Kamu Hukuku; Kapitalist Devlet; Modernizm, Postmodernizm ve Sol(Ecehan Balta ile); Tarihsel Seyri İçinde ÖDP: Solun Yakın Kısa Tarihi Üzerine; Demokrasiye Eleştirel Bakışlar; Demode Denemeler bulunuyor. Devlete Karşı Kamu Hukuku, Türkiye Barolar Birliği'nin "Halit Çelenk Akademik Araştırmaları Destek Ödülü"ne layık görülmüştür. Çalışmalarına, Ankara Barosu'na kayıtlı avukat olarak devam ediyor.