Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Cop28 sona ererken: Yeşil badanacılığın zirvesinde “işler her zamanki gibi”

Bu içeriği paylaş:

1995’ten bu yana her yıl Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf devletler bir araya gelerek COP İklim Zirvelerini yapıyorlar. Taraflar Konferansının 28’incisi (COP28) bu yıl ekonomisi bütünüyle fosil yakıtlara dayanan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE’nin) Dubai kentinde ve fosil yakıtlar gündeminde gerçekleşiyor. COP28 başlamadan önce, konferansta daha fazla söz sahibi olmak isteyen ABD, AB ve BAE gibi aktörler bir araya gelerek fosil yakıt ve kömür yatırımlarını azaltarak yenilebilir hedeflerini üç katına çıkarmak için anlaştığını duyurdu. COP28 fosil yakıttan çıkış ve tamamen vazgeçme konusunu ilk kez gündeme getirdiği için bazı liberal çevreciler tarafından önemli görülüyor. Ancak, taraflar konferanslarının bu yıl yapılanı da önceki yıllarda yapılanlar gibi tam anlamıyla serbest piyasa çevreciliğine dayanan, ekolojik yıkımda bile yeni kazanç imkanları arayan ve ekolojik emperyalizmi yeniden üreten bir muhtevaya sahip.

Petrol ülkesi BAE’de yeşil enerji hedefiyle fosil yakıt konuşmak?

Konferansın bir petrol ülkesinin ev sahipliğinde yapılması, aynı zamanda Abu Dabi Ulusal ve Petrol Şirketi’nin ve yenilenebilir enerji şirketlerinin CEO’su Dr. Sultan Al Jaber’in konferansın başkanlığını yürütmesi, konferansın dev şirketlerin sponsorluğunda gerçekleşmesi, taraflar konferansı başlamadan COP28’i eleştirilerin hedefi haline getirdi. BAE’nin yeni petrol anlaşmaları yapmak için gizli pazarlıklar yaptığı gündeme gelmişti. Sermaye temsilcileri ile fosil yakıt üretici ve tüketicilerinin, iklim konferanslarını fonlayarak konferanslarda söz sahibi olduğunu düşündüğümüzde bu durum şaşırtıcı değil.

BAE’nin yenilenebilir enerji yatırımları ile birlikte devlete bağlı fosil yakıt şirketinin sermayesini artıracağını açıklaması, Çin ve Hindistan gibi sera gazı salımları yüksek olan ülkelerin kömürden vazgeçmeyen tutumları, Rusya ve Suudi Arabistan’ın ise fosil yakıttan çıkışı onaylamaması, -henüz sonuç bildirgesi açıklanmamış olmasına rağmen iklim konusunda klişe haline geldiği üzere- “işler her zamanki gibi” dedirtiyor.

Yeşil badanacılık

1986 yılında Jay Westervelt’in otel endüstrisindeki pratiklerin kapitalist birikime nasıl hizmet ettiğini ifade etmek için kullandığı “yeşil badanacılık” kavramı, ekolojik yıkımın derinleşmesine paralel olarak farklı uygulamalarla karşımıza çıkmaya başladı. Günümüzde yalnızca şirketlerin değil, bizzat devletlerin yeşil badanacılığı benimsediğinin farkında olmak gerekiyor. Bu yılkini önceki COP’lardan farklı kılanın, daha görünür bir şekilde yeşil badanacılığı anımsatan gelişmelerin yaşanması olduğu söylenebilir.

Yeşil badanacılık, son yıllarda küresel ve yerel mevcut iklim siyasetini tanımlamak için kullanılan bir kavram. Kavramın çıkış noktasını özellikle son yıllarda neoliberal çevreciliğin bireysel uygulamaları oluşturuyor. Örneğin, çevre dostu etiketlerle bir ürünü sürdürülebilir ve doğaya zararsız özellikte gösterip hem tüketimini teşvik ediyor hem de ekolojik yıkımın görünen etkisi nedeni ile üretici şirkete prestij kazandırıyor. Bu nedenle pazarlama ve iletişim kampanyalarında sıkça karşımıza çıkıyor.

Yeşil badanalanmış kapitalizmin sadakası: Kayıp Zarar Fonu

COP28’in ilk gününde gündeme gelen Kayıp Zarar Fonu yeşil badanacılığın devletler tarafından hegemonik mücadelelerin bir parçası haline nasıl geldiğini göstermesi açısından dikkate değer. Kayıp Zarar Fonu (finansmanı) ile ekolojik yıkımda en az sorumluluğu olan ülkelere 400 milyon dolar civarında bir para verilecek. BAE ve Almanya 100, AB (Almanya dışında) 150, İngiltere 60, Japonya 10 ve ABD 17,5 milyon dolar ödemeyi kabul etti.  Bangladeş, Seyşeller, Maldivler gibi tarihsel olarak ekolojik yıkımdan en az sorumlu ancak ekolojik yıkıma karşı en savunmasız olan ülkelere ödenecek para, kasırga, sel, orman yangını olarak onların bugüne kadar uğradığı zararın oldukça küçük bir kısmını bile karşılamıyor. Bu şekliyle söz konusu taahhüt bir gövde gösterisinden ibaret. Bu gövde gösterisini, taraflar konferanslarında daha fazla söz elde etmek isteyen emperyalist merkezlerin hegemonik-emperyalist mücadeleleri kapsamında değerlendirmek gerekiyor. BAE, fosil yakıt üretici konumunu 100 milyon dolar karşılığı görünmez kıldı; AB hali hazırda Yeşil Mutabakat ile bu rolü üstlenmiş durumda idi. Yeşil Mutabakat’ın en güçlü savunucusu Almanya fosil yakıtlardan tamamen vazgeçmek yerine, hegemonya arayışının da bir parçası olarak fosil yakıtların (kademeli olarak) azaltılmasını ve yenilenebilir enerji kaynaklarının arttırılmasını savunuyor. ABD’nin diğer ülkelere göre daha az bütçe ayırmasının nedeni hegemonik iklim mücadelesinden vazgeçmesi değil elbette. ABD’de de bu fonu tazminat olarak değerlendirme eğiliminden söz edilebilir. ABD bunu, küresel kapitalist rekabet içerisindeki lider konumunu zedeleyen bir unsur olarak görüyor.

Yenilenebilir enerji yatırımları ve Türkiye

COP28’de yeni yenilenebilir enerji kapasitesini 3 katına, enerji verimliliğini 2 katına çıkarma hedefleri de bulunuyor. Bu karara ABD, Japonya, İngiltere, AB gibi önemli ölçüde fosil yakıt tüketen ülkeler imza attılar. Elbette bu hedef, fosil yakıt tüketiminin azaltılacağını vaat etmiyor. Bu politika, fosil yakıt tüketimlerini yenilenebilir enerji kapasitesini arttırarak maskeleyebilirler de enerji sistemlerinin etkin bir şekilde karbonsuzlaştırma amacıyla fosil yakıtların aşamalı olarak tamamen ortadan kaldırılması, rüzgâr ve güneş enerjisine sınırsız geçiş için ilk adım olarak görülebilir de. Burada temel kriter fosil yakıtların ne ölçüde kısıtlanacağı, sonuç bildirgesinden buna ilişkin bir karar çıkıp çıkmayacağı ile ilişkili.

Türkiye, kömürden vazgeçmek istemeyen ülkeler arasında bulunuyor. Dahası, Türkiye Kayıp Zarar Fonundan da pay almaya çalışıyor. Burada Türkiye, “hiç olmazsa aracı ülke olma rolü” ile dikkatleri çekiyor. Nitekim konferansın ilk günü Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Özhaseki, “Kayıp Zarar Fonundan en fazla istifade etmek için büyük mücadele verildiğini” ifade etti ve bu konuyla ilgili özel olarak Sultan Al Jaber ile görüştü. Türkiye fosil yakıt ülkesi olmamasına rağmen fosil yakıt ülkelerine destek veriyor. Türkiye ile BAE arasındaki ilişki kapitalistlerin kazan-kazan dediği politikaları anımsatıyor.

Gerçekten de Küresel Yenilenebilir Enerji Kapasitesi Artışı Taahhüdü’ne de (henüz) imza atmayan Çin, Hindistan gibi ülkelerle aynı blokta yer alan Türkiye’nin pozisyonu oldukça çelişkili görünüyor.  Türkiye savunduğu “Üçüncü Dünya ülkeleri tezi”ne tezat oluşturacak şekilde, emisyon üretiminde her geçen gün kapitalist-emperyalist üreticilerin pozisyonuna yaklaşıyormuş gibi görünüyor. Aslında Türkiye’de sermaye, AB ile geniş ticareti kapsamında Türkiye’nin Kömürden Çıkış Koalisyonu’na katılmasını destekliyor görünüyordu. AB, Yeşil Mutabakat ile ticaretinin olduğu komşu ülkelerin de gerekli düzenlemelerde bulunmasının zorunluluğuna işaret etmişti. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bu yönde adımları geçtiğimiz aylarda atmıştı. İklim Kanunu kapsamında Emisyon Ticaret Sistemi ile karbon piyasaları kuruluyor, böylelikle serbest piyasa çevreciliği mantığına uygun bir biçimde sera gazları da piyasada alınıp satılan bir metaya dönüştürülüyor. Bu bağlamda “net sıfır” söyleminin önemli bir savunucusu da olan Türkiye’nin çevre rejimi sermayenin beklentileri ile iktidarın nakit-sıcak para bulma arayışları arasında devam ediyor. Bir yerde emisyon üretiyorken başka yerde emisyon azaltan teknoloji ve yöntemlere yönelen ve bu anlamda jeomühendislik projelerini anımsatan net sıfır söyleminin küresel ısınmayı durdurmak ve 1.5 derece ile sınırlı tutmak açısından hiçbir şekilde gelecek vaat etmediğini de burada belirtmemiz gerekiyor.

Çözüm olamayacak bir arayış: “Yeşil kapitalizm”

Öte yandan, COP28’e damga vurması beklenen konular arasında Küresel Durum Değerlendirmesi Raporu bulunuyor. Küresel durum değerlendirme raporları beş yılda bir hazırlanıyor ve önümüzdeki yıllar için belirleyici oluyor. Sonuç raporunun açıklanması ile daha belirgin yargılara ulaşabilecek olsak da şimdiden küresel iklim rejiminin/siyasetinin emperyalist aktörleri kapitalist düzenin devamını sağlayacak ve egemen sınıfların çıkarlarını koruyacak politikalar üretmeye devam ettiğini söylemeliyiz.   Ekolojik yıkıma kapitalist devletler sisteminin nasıl bir yanıt oluşturacağı önemli bir sorun alanını teşkil etmesine rağmen süreç içerisinde farklı kılıklarda karşımıza çıkan sermaye-devlet ilişkisi, yeşile boyanarak doğanın yıkımına devam ediyor. Mevcut sistem iklim krizinin, oldukça yükseldiği ve acil kalıcı önlemler alınmasının gerektiği bir dönemde dahi sermaye birikimini derinleştirmenin yolları aranıyor.   Kapitalist-emperyalist rekabetin yarattığı iklim adaletsizliği gibi sosyo-ekolojik sorunlar kapitalist yasalarca, yeşile boyanarak çözüme kavuşturulmaya çalışılmaya devam ediyor. İklim konferansları artık kapitalist şirketlerin bizzat devletler tarafından nasıl korunduğunun en temel göstergesi oldu. Bu nedenle kapitalist devletler sisteminin mevcut dinamikleri içerisinde uluslararası müzakereler yoluyla bir çözüm üretilebileceğini düşünmek, maddi toplumsal dünyanın hareketsiz bırakılması toplumsal öznenin tamamen göz ardı edilmesi anlamına geliyor.

İklim ve ekoloji örgütleri (İklim Adaleti Kollektifi en bilinenidir) yıllardır COP’a katılarak, alternatif zirveler düzenleyerek, protesto ve boykot ederek sürece dahil oluyor. COP26’nın gerçekleştiği Glasgow’da göz ardı edilemeyecek düzeyde bir kitle basıncı (100.000’den fazla insan) ile sürece dâhil olmuşlardı. COP28 devam ederken, Küresel Eylem Günü’nde İngiltere ve İrlanda’daki iklim eylemlerine çok sayıda protestocunun katıldığı biliniyor. COP28’e alternatif olarak, kapitalistlerin değil, halkların taleplerini dile getirmek, ekolojik mücadelenin örgütlemesini büyütmek ve COP’u boykot etmek amacıyla 5-10 Aralık tarihlerinde Kolombiya’nın Casanare kentinde Yeryüzü Sosyal Konferansı toplandı. 6 kıta 32 ülkeden toplam 67 ekolojik örgütlenme, Türkiye’den de Polen Ekoloji’nin örgütlediği ve katıldığı konferansın başlıca konuları Ortadoğu bağlamında savaş, iklim krizi, savaşta aktivizm, finansal sistemden özgürleşme idi. Kapitalist-emperyalist bloğa karşı iklim aktivistlerinin mücadelesinin önemini düşündüğümüzde, Yeryüzü Sosyal Konferansı’nın kapitalistlerin rotasını değiştirme konusunda bir umut olduğunu söylemeliyiz.

Yelda Erçandırlı

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesidir. Doktorasını 2017 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi SBE Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalında tamamlamıştır. Eleştirel teori, Marksist ekoloji, uluslararası politik ekonomi ve küresel çevre siyaseti çalışma alanlarını oluşturmaktadır.