“Aklın kötüye kullanılması cehalet, iradenin kötüye kullanılması zulümdür”. Son dönemde bu ifade kafamda dolaşıp duruyor, sanki yaşanılan sürecin kafamda bıraktığı bir tortu oldu… Tabii hangi akıldan bahsediyoruz, kötü nedir, irade kullanımı ne anlama gelir gibi başka soruları da beraberinde getirmiyor değil bu ifade… Ama konuyu biraz daha sınırlayalım, sınırlayalım ki daha güncel olsun…
Muktedir cehaleti olarak adlandırmıştım Evrensel’deki bir yazımda, bilmek zorunda hissetmemenin rahatlığı ile bilmediği şeyler hakkında konuşurken kendini sınanmaktan muaf tutma hâlini, şimdi buna bir şey daha ekleyelim: “bildiğini bilmezden gelme”. Bildiğini bilmezden gelme siyaset sahnesinde cehalete yönelik stratejik bir tercih gibi. Çoğu zaman olduğunun aksine, iktidar bilmediğinde değil bildiğini bilmezden geldiğinde “cehalet” başlıyor. Bu tür bir bilmeme hali zulme kapı açan bilgiden, vicdandan, Sokratik “daimon”dan uzak olan bir irade ile beslendiğinde muhalefeti tasfiye etmek, ötekini susturmak vb. için yıka döke bütün yolları deneyebiliyor. Bu, salt keyfilik değil, “akıl ile iradenin kötücül bir ittifakı”.
Modern devlet, rasyonalite iddiasıyla meşruiyetini kurar. Bürokratik usuller, yasal metinler ve anayasal normlar, “bir tür aklın” iktidarının görünür yüzüdür aynı zamanda. Bu akıl şüphesiz bir muhalefet mefhumunu da içinde taşır. Muhalefetin varlığı farklı düşüncelerin varlığını, aklın çoğul yorumlarını gerektirirken, iktidarın bu çoğulluğu bir tehdit olarak kavraması bir biçimde oynadığı oyunun kurallarını reddetme halidir. Bilmemekten değil, bilmek istememekten doğan bir cehalet söz konusudur burada.
İktidar da muhalefeti baskılama yolunda yaptıklarının bu akla aykırı olduğunu bilmiyor değildir, muktedir rahatlığıyla sadece bilmek istemiyordur. Bu durum iktidarın cehalete yönelik yapmış olduğu stratejik bir tercihtir. Her ne kadar bu strateji iktidara kısa vadede kazanımlar sağlasa da muhalefeti bastırmak için giriştiği bu yolda çeşitli uygulamalarıyla iktidar aslında kendi cehaletini devletin genetiğine işlemektedir. Bunun ise kazananı yoktur. Oyunun kurallarını yadsıyan iktidar kendi meşruluk zeminini de kaybeder.
İrade, siyasal iktidarın en çıplak biçimde ortaya çıktığı alandır. Yasama, yürütme ve yargı arasında kurulan denge mekanizmaları, bu iradeyi sınırlamak için vardır. Fakat devlet imkânlarını tekelleştiren bir iktidar, bu sınırlamaları “aşılması gereken engel” olarak görür. İşte o noktada irade zulmün bir aracına dönüşür. Muhaliflerin medya organları susturulur, mali kaynakları kesilir, toplantı ve gösteri hakları yasaklanır, siyasal partiler üzerinde baskılar kurulur, muhalefet iktidarın stratejisince dizayn edilmeye çalışılır, muhalif liderler hapse atılır vs.
Kurumların araçsallaştırılması, muhalefetin baskılanmasında bir rutin hâline gelir. Kamu bankaları iktidara yakın medyayı finanse ederken, ihale mekanizmaları, yalnızca “sadakatli sermaye”yi besler. Özgür düşüncenin üretim mekânları olması gereken üniversiteler siyasal iktidarların ideolojik aygıtına indirgenir. Siyasal alanın doğal çeşitliliği, devlet gücü kullanılarak yapay bir tek tipçiliğe zorlanır. Sonuç kurumsal yapının iktidarın politik mülkiyetinin nesnesi olduğu bir tablodur.
İroni şuradadır ki, iktidar bu süreci “birlik” ya da “istikrar” gibi kavramlarla sunar; zulüm, kavramsal bir makyajla erdem kisvesi altında dolaşıma sokulur.
İroni burada sadece bir dil oyunu değil, siyasal iktidarın varlık biçimidir. İktidar, muhalefeti tasfiye ederken “demokrasi”den söz eder. Medya sansürlenirken “özgürlüklerin teminatı” olduğunu ilan eder. Muhalifler cezaevine gönderilirken, “hukukun üstünlüğü” vurgulanır. Böylece zulüm, hukukla; cehalet, bilimle maskelenir. Bu, Orwellci bir tersyüz etme pratiğidir: Hakikat, devletin imkânları aracılığıyla sürekli yeniden yazılır.
Akıl cehaletle, irade zulümle birleştiğinde iktidar baskı makinesi gibi çalışır. Oysa tarih, bize baskı makinelerinin eninde sonunda ya parçalandığını ya da kendi ağırlığı altında çöktüğünü göstermektedir. İktidarın muhalefeti yok etmeye çalışırken aslında kendisini yok etmekte olmasının işaret ettiği trajedi ironik bir tarihsel yasa gibidir.
(*) Bu yazı daha önce Evrensel gazetesinde yayınlanmıştır.
(**) Görsel, Hafıza Dalgası adlı ChatGPT temelli yapay zeka tarafından, Hobbes’un Leviathan’ına atıfla oluşturulmuştur.
Koray R. Yılmaz
Prof. Dr. Koray R. Yılmaz, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü’nden 1999 yılında mezun olmuş, yüksek lisans (2003) ve doktora derecelerini (2009) Marmara Üniversitesi Kalkınma İktisadı programından almıştır. Yılmaz “Mahalle Bakkalından Küresel Aktöre Arçelik: İşletme Tarihine Marksist Yaklaşım” ismiyle kitaplaştırılan doktora çalışması ile 2011 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından Genç Sosyal Bilimci Mansiyon ödülüne layık görülmüştür. 2012-2013 yılları arasında SOAS, Londra Üniversitesi Kalkınma Çalışmaları Departmanında misafir akademisyen olarak bulunan Yılmaz halen Ondokuz Mayıs Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Eleştirel Politik Ekonomi, İktisat Kuramı, Kalkınma Çalışmaları, Düşünce Tarihi ve Türkiye başlıca çalışma ve ilgi alanlarıdır. Yayımlanmış kitap, kitap editörlükleri, İngilizce ve Türkçe çok sayıda makalesi bulunan Yılmaz, 2016 yılında M. Heinrich’in “An Introduction to Three Volumes of Karl Marx’s Capital” başlıklı eserini de Türkçeye kazandırmıştır. Yılmaz aynı zamanda Praksis Dergisinin Yayın Kurulu Üyesidir.