Dünya, Filistinli sivillerin artan ölü sayısını dehşet içinde izlerken ve İsrail Uluslararası Adalet Divanı’nda Soykırım Suçundan yargılanırken, Gazze’deki katliam bize küresel kapitalizmin hızla tırmanan krizine korkunç bir pencere açıyor. İsrail’in Gazze’yi acımasızca yerle bir etmesinden başlayıp bu küresel krize uzanan noktaları birleştirmek, bir adım geri çekilerek büyük resme odaklanmamızı gerektiriyor. Küresel kapitalizm aşırı birikim ve kronik durgunluktan kaynaklanan yapısal bir krizle karşı karşıyadır. Ancak egemen gruplar aynı zamanda devletin meşruiyetine, kapitalist hegemonyaya ve yaygın toplumsal çözülmeye ilişkin siyasi bir krizle, jeopolitik çatışmalara dair uluslararası bir krizle ve son derece büyük boyutlarda ekolojik bir krizle de karşı karşıyadır.
Küresel şirket ve siyaset seçkinleri, uzunca bir süredir yirminci yüzyılın sonları ve yirmi birinci yüzyılın başlarındaki dünya kapitalist canlanmasının yarattığı rehavetin içindeydiler. Ancak artık krizin kontrolden çıktığını kabul etmek zorunda kaldılar. Dünya Ekonomik Forumu, 2023 Küresel Risk Raporu’nda dünyanın, “önümüzdeki benzersiz, belirsiz ve çalkantılı on yılı şekillendirmek üzere kesişen” ve giderek artan ekonomik, siyasi, sosyal ve iklimsel etkileri içeren bir “çoklu krizle” karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu. Davos seçkinleri krizin nasıl çözüleceğine dair bir fikir sahibi olmayabilir ancak egemen grupların diğer fraksiyonları, bitmek bilmeyen siyasi kaos ve mali istikrarsızlığı küresel kapitalizmin yeni ve daha ölümcül bir aşamasına nasıl taşıyacaklarını deneyerek öğreniyorlar.
Gazze savaşının askeri sonuçları henüz kesinleşmemiş olsa da, İsrail’in dünya kapitalist sisteminin merkezi devletlerindeki destekçilerinin verdiği siyasal meşruiyet mücadelesini kaybetmekte olduğuna şüphe yok. Gazze’ye yönelik ilk aylardaki kuşatma, büyük siyasi bedeller pahasına da olsa soykırımı olağanlaştırmaya hazırlanan bir Washington-NATO-Tel Aviv eksenini belirginleştirmiş gibi görünüyordu. Yine de Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durum, dünyanın dört bir yanındaki kitlelerin, özellikle de gençlerin hassas sinir uçlarına dokunarak, işçi ve halk sınıflarının son yıllarda ivme kazanan küresel isyanına yeni bir enerji kattı ve krizin siyasi çelişkilerini arttırdı. Bu satırları kaleme aldığımız Amerika Birleşik Devletleri’nde, Siyonizm ve Yahudi devletiyle özdeşleşmeyen genç kuşak Yahudilerin öncülüğünde Filistin’le olağanüstü bir dayanışma dalgası yaşanıyor. Sokak gösterilerinde, spor etkinliklerinde ve sosyal medya platformlarında dünyanın dört bir yanında göndere çekilen Filistin bayrağı, mevcut statükoya karşı halkın öfkesinin ve küresel intifadanın sembolü haline geldi.
Yirminci yüzyıl, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi tarafından ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen bir suç olarak tanımlanan soykırımın kabul edildiği en az beş vakaya sahne olmuştur. Yüzyıl, 1904-1908 yılları arasında Alman sömürgecilerin bugünkü Namibya’da Herero ve Nama soykırımıyla başlamıştır. Bunu 1915 ve 1916’da Osmanlı’nın Ermenilere yönelik soykırımı, 1939-1945 Nazi soykırımı ve 1994 Ruanda soykırımı izlemiştir. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım canlı olarak yayınlanırken, savaş hukukunun kuralları Tel Aviv ve Washington için artık geçerli değildir. Çatışmanın ilk iki ayında Gazze’de kaydedilen sivil ölüm sayısı, 20.000’e yaklaşarak, ilk 20 ayında 9.614 sivilin hayatını kaybettiği Rusya-Ukrayna savaşından çok daha fazla oldu. İsrail kuşatmasının yirmi birinci yüzyılın ilk soykırımına dönüşüp dönüşmeyeceği askeri alandan ziyade küresel siyasal mücadele alanında belirlenebilir. İsrail, Washington-NATO-Tel Aviv eksenindeki yönetici grupların, ablukanın maliyeti çok yüksek olmadan önce cezasız kalmanın keyfini ne kadar sürebileceklerini görmeleri için bir test alanı olabilir.
Artık sermaye, artık emek, soykırım
Dünya kapitalizminin 1930’lardaki krizi, Avrupa’da faşizmin yükselişine, uluslararası siyasi ve ekonomik düzenin şiddetli bir şekilde çöküşüne ve daha önce hayal bile edilemeyen bir yıkım getiren ikinci bir dünya savaşına zemin hazırladı. Büyük Buhran’dan önce, eşitsizliklerin ve artan kitlesel hoşnutsuzlukların ortasında baş döndürücü bir kapitalist aşırılık çağı yaşanmıştı. Bu çağ, sınır tanımayan sermayenin 1929’da her şeyi yerle bir eden bir aşırı birikim krizine doğru koştuğu yaldızlı çağ olarak adlandırılıyordu. 2008 küresel mali çöküşü, yeni bir aşırı birikim ve kronik durgunluk krizinin başlangıcına işaret etti.
Günümüzde soykırımın siyasal iktisadı bu krizin izlerini taşımaktadır. Sermaye fazlası sorunu kapitalizme özgüdür ancak son birkaç on yılda olağanüstü boyutlara ulaşmıştır. Önde gelen ulusötesi şirketler ve finansal holdingler, kurumsal yatırımların azaldığı bir dönemde rekor kârlar elde ettiler. Ulusötesi kapitalist sınıf (UKS), yeniden yatırım yapabileceğinin çok ötesinde, muazzam miktarlarda servet biriktirmiştir. Gezegenin zenginliğinin azınlığın elinde aşırı yoğunlaşması ve çoğunluğun hızla yoksullaşması ve mülksüzleşmesi, bu UKS’nin devasa miktarlarda birikmiş artığı boşaltacak yeni çıkış yolları bulmasını giderek zorlaştırmıştır. Ulusötesi kapitalistler ve onların devletlerdeki temsilcileri, kronik durgunluk karşısında küresel ekonomiyi ayakta tutmak için borç odaklı büyümeye, vahşi finansal spekülasyonlara, kamu maliyesinin yağmalanmasına ve devlet tarafından örgütlenen askerileşmiş birikime bel bağlamışlardır. Birikmiş sermaye fazlasını eritecek yollar tükendikçe, yeni yollar şiddet yoluyla yaratılmalıdır.
İsrail’in ekonomi politiği semboliktir. Gazze ve Batı Şeria ablukası, ulusötesi birikim için yeni bir alan açmayı amaçlayan bir ilkel birikim biçimidir. Ekim ayı sonlarında, İsrail bombardımanı yoğunlaşırken, İsrail, büyük bir bölgesel gaz üreticisi ve enerji bağlantı noktası olmanın yanı sıra Batı Avrupa için Rus gazına alternatif olma planının bir parçası olarak, Akdeniz kıyılarında gaz ve petrol araması için ulusötesi enerji şirketlerine lisans vermeye başladı. İşgal altındaki Filistin topraklarında yerleşim yerleri inşa etmekle ünlü İsrailli bir emlak şirketi Aralık ayında bombalanan Gazze mahallelerinde lüks evler inşa etmek için bir ilan yayınlarken, diğerleri 1960’larda ilk önerildiğinden beri atıl durumda olan Ben Gurion Kanalı Projesini yeniden canlandırmaktan söz etti. Proje, Mısır tarafından işletilen Süveyş Kanalı’na alternatif olarak Akabe Körfezi’nden Negev Çölü ve Gazze üzerinden Akdeniz’e uzanacak bir kanal inşa edilmesini içeriyor. Yeni revize edilen Kanal projesini durduran tek şey Gazze’deki Filistinlilerin varlığı.
Ancak soykırımın bir seçenek haline gelebilmesi için iki şeyin gerçekleşmesi gerekiyordu. İlk olarak, Filistinli emeğinin İsrail ekonomisindeki rolü çözülmeliydi. Yahudi devletini kuran 1948 Nakba’sı, Filistinlilerin şiddet kullanılarak yurtlarından sürülmesi ve topraklarına el konulmasının yanı sıra yüz binlerce Filistinli işçinin İsrail çiftliklerinde, şantiyelerinde, endüstrilerinde, bakıcılık ve diğer hizmet işlerinde çalıştırılmak üzere boyun eğdirilmesini ve Batı Şeria’nın İsrailli kapitalistler için esir bir pazara dönüştürülmesini de içeriyordu. Bu durum, Yahudi devletini etnik olarak arındırma isteği ile ucuz, etnik olarak ayrıştırılmış işgücüne duyduğu ihtiyaç arasındaki gerilime işaret ediyordu. İsrail 1990’lardan itibaren mülksüzleştirme/aşırı-sömürü ile mülksüzleştirme/sürgün arasındaki bu gerilimi ikincisi lehine çözmeye başladı. Ulusötesi işgücü hareketliliği ve personel alımı, İsrail de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki kapitalistlerin işgücü piyasalarını yeniden düzenlemelerini ve haklarından mahrum bırakılmış ve kontrol edilmesi kolay geçici işgücünü kullanmalarını mümkün kıldı. Bu yolla İsrail, Filistinli işgücünü kademeli olarak göçmen işgücü ile ikame etmektedir.
İsrail “kapatma” politikasını 1993 yılında, birinci intifadanın, yani işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin tecrit edilmesinin, etnik temizliğin ve yerleşimci sömürgeciliğinin keskin bir şekilde tırmanmasının ardından uygulamaya koymuştur. Tayland, Çin, Sri Lanka, Hindistan, Filipinler, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve başka yerlerden gelen yüz binlerce göçmen işçi şu anda İsrail ekonomisi için çalışıyor (Hamas saldırısında en az 30 Tayland vatandaşı, dört Filipinli ve 10 Nepalli öldürüldü ve bazıları da rehin alındı). Bunların Filistinlilere uygulanan apartheid sistemine tabi tutulmalarına gerek bulunmuyor; çünkü geçici göçmen statüleri toplumsal denetimlerini ve haklarının ellerinden alınmasını daha etkili bir şekilde sağlıyor. Kuşkusuz işgal altındaki topraklarına geri dönüş gibi bir talepleri olmadığı gibi bir devlet üzerinde siyasi hak da iddia etmiyorlar. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının ardından İsrail binlerce Filistinli işçiyi Gazze’ye geri gönderirken 10.000 kadar yabancı tarım işçisi de ülkeden kaçtı. İsrailli inşaat şirketleri hükümetten Filistinlilerin yerine 100.000 Hintli işçiyi işe almalarına izin vermesini istedi.
Filistinli yığınlar, İsrail ve ulusötesi sermaye için sıkı bir şekilde kontrol edilen ve aşırı sömürülen bir işgücü olmaktan çıkıp, yeni bir kapitalist genişleme hamlesinin önünde engel teşkil eden bir artık insanlığa dönüştü. Böylece Gazze, dünya genelindeki artık insanlığın kötü durumunun güçlü bir sembolü haline gelmiştir. On yıllardır süren küreselleşme ve neoliberalizm, büyük insan kitlelerini marjinal bir varoluşa mahkum etti. Yapay zekâya dayalı yeni teknolojiler, çatışma, iktisadi çöküş ve iklim değişikliğinin yarattığı yerinden edilmelerle birleştiğinde, ihtiyaç fazlası insanlığın saflarını katlayarak arttıracaktır. ILO, yüzyılın başlarında küresel işgücünün yaklaşık üçte birinin gereksiz hale geldiğini rapor etmiştir. ABD Ulusal Bilimler Akademisi tarafından 2020 yılında yapılan bir çalışmada, ortalama küresel iklimdeki her bir derecelik artış için bir milyar insanın bulundukları yerleri terk etmek ve dayanılmaz sıcaklara katlanmak zorunda kalacağı öngörülmüştür.
İsrail, egemen grupların aşırı-sömürülebilir emeğe duydukları ekonomik ihtiyaç ile artık insanlığın mevcut ve potansiyel başkaldırısını etkisiz hale getirmek için duydukları siyasi ihtiyaç arasındaki gerilimi dünya çapında gözler önüne seriyor. Yönetici sınıfın çevrelemek için kullandığı stratejiler büyük önem kazanmakta ve ulusal yetki alanları arasındaki sınırlar savaş ve ölüm bölgeleri haline gelmektedir. Filistin işte böyle bir ölüm bölgesi, belki de en korkunç olanı, çünkü işgal, apartheid ve etnik temizlikle bağlantılı. Ancak ABD-Meksika sınırında, Kuzey Afrika-Ortadoğu-Avrupa koridorlarında ve küresel ekonomideki yoğun birikim bölgeleri ile insanlık fazlası arasındaki diğer sınır bölgelerinde de on binlerce insan hayatını kaybetti. Hamas saldırısından sadece iki ay önce Suudi sınır muhafızlarının uyarı yapmadan ateş açtığı ve hâlihazırda Krallık’ta çalışan 750.000 vatandaşına katılmaya çalışan yüzlerce Etiyopyalı göçmeni soğukkanlılıkla öldürdüğü bildirilmişti.
Soykırımı küresel sermaye birikiminin zorunluluklarıyla uyumlu bir seçenek haline getirmek için gerçekleşmesi gereken ikinci şey, İsrail’in daha geniş Orta Doğu ve küresel ekonomiye süregelen entegrasyonu için yeni bir siyasi-diplomatik uzlaşmadır. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal ve istilasının ardından 1997 yılında Büyük Arap Serbest Ticaret Bölgesi ve bununla bağlantılı bir dizi ikili ve çok taraflı bölgesel ve bölge dışı serbest ticaret anlaşması imzalandı. Orta Doğu küreselleştikçe finans, enerji, yüksek teknoloji, inşaat, altyapı, lüks tüketim, turizm ve diğer hizmetler alanlarında ulusötesi şirket ve finans yatırımları da hız kazandı. Bu yatırımlar, trilyonlarca dolarlık varlık fonları da dâhil olmak üzere Körfez sermayesini AB, Kuzey ve Latin Amerika ve Asya dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanından gelen sermayeyle bir araya getirdi. Çin, bölgenin başlıca ticaret ortağı ve İsrail’deki önemli bir yatırımcı haline gelmiştir. Orta Doğu-Asya koridoru artık küresel sermaye için önemli bir geçiş noktasıdır.
Bu kapitalist küreselleşme sayesinde İsrail merkezli sermaye, Orta Doğu’nun dört bir yanındaki sermayelerle bütünleşerek küresel birikim devreleriyle iç içe geçmiştir. İsrailli ve Arap kapitalistlerin ortak sınıf çıkarları, Filistin üzerindeki siyasi farklılıkları gölgede bırakmaktadır. “Arap-İsrail çatışması”nın, gelişmekte olan küresel kapitalist ekonomik yapı ile uyumlu olmayan geri kalmış bir siyasi-diplomatik çerçeve olduğu kanıtlandı. 2020 yılında BAE ve diğer bazı ülkeler İsrail ile İbrahim Anlaşmalarını (Abraham Accords) imzalayarak Yahudi devleti ile Arap imzacılar arasındaki ilişkileri normalleştirdi. Kısa süre içinde yüz binlerce İsrailli turist Dubai ve diğer yerlerdeki otelleri doldururken Körfez yatırım grupları da İsrail ekonomisine yüz milyonlarca dolar akıttı. Siyasi-diplomatik anlaşmayı ekonomik gerçeklikle uyumlu hale getirecek olan şey Suudi-İsrail normalleşmesi olacaktı.
Ancak Filistinliler eğlenceyi mahvetti. Orta Doğu’daki yeni finansal yatırım dalgasının getirisi, ulusötesi sermayenin genişlemesi yoluyla daha derin bir bölgesel entegrasyonun siyasi zeminini oluşturacak şekilde İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesine dayanıyordu. Filistinliler direnişlerini sürdürdükleri sürece bu normalleşme şu anda beklemede. Gazze savaşından iki hafta sonra, yıllık “Çöldeki Davos” toplantıları için Riyad’da bir araya gelen küresel şirket ve finans seçkinleri, Gazze savaşının dünya çapında uzun vadeli finansal istikrarsızlık ve durgunluğa katkıda bulunan jeopolitik gerilimleri nasıl daha da tırmandırdığı konusunda endişeliydiler.
Barbarlık küresel kapitalist krizin yüzüdür
Bununla birlikte, soykırımla mükemmel bir uyum içinde olan bölgedeki ulusötesi kapitalist sınıf içinde bazıları için parlak bir nokta var: askerileşmiş birikim ve baskı yoluyla birikim. Siyasi kaos ve kronik istikrarsızlık sermaye için oldukça elverişli koşullar yaratabilir. Distopik cehennem manzaraları, siyasi stratejistler ve savaş tüccarları için yeni bir uzamsal yeniden yapılandırma dönemi adına deneme alanları haline gelebilir. İsrail, küresel savaş ekonomisinin simgesidir. İsrail ekonomisinin merkezinde, yerel, bölgesel ve küresel şiddet, çatışma ve eşitsizliklerden beslenen küresel bir askeri-güvenlik-istihbarat-gözetleme-terörle mücadele teknolojileri kompleksi yer alıyor. Ülkenin en büyük şirketleri Filistin’de, Orta Doğu’da ve dünya genelinde savaş ve çatışmaya bağımlı hale gelmiş ve İsrail siyasi sistemi ve devletindeki etkilerini kullanarak bu tür çatışmaları teşvik etmektedir.
Dünyanın dört bir yanındaki her yeni çatışma, durgunluğu gidermek için yeni kâr olanakları yaratıyor. Sonu gelmeyen yıkım dalgaları ve ardından gelen yeniden yapılanma, sadece silah endüstrisi için değil, mühendislik, inşaat ve ilgili tedarik firmaları, yüksek teknoloji, enerji ve hepsi de küresel ekonominin merkezindeki ulusötesi finans ve yatırım işletmeciliği holdingleriyle bütünleşmiş çok sayıda başka sektör için de kâr getirici. Bunlar, yeniden inşa hamlelerinin takip edeceği yaratıcı yıkım dalgalarıdır. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve diğer ülkelerdeki askeri ve güvenlik şirketlerinin hisseleri, 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından küresel askeri harcamaların katlanarak artacağı beklentisiyle yükseldi. Gazze savaşı, ABD ve diğer Batılı hükümetler ile uluslararası silah tüccarlarından İsrail’e akan milyarlarca dolarla birlikte askerileşmiş birikim için yeni bir itici güç sağladı. Dünyanın en büyük silah şirketlerinin birçoğunun siparişleri rekor seviyelere yaklaşmış durumda. Bir Morgan Stanley yöneticisinin ifadesiyle, Gazze kuşatması “[portföyümüze] oldukça iyi uyuyor gibi görünüyor.”
Küresel ekonomi, kronik durgunluk ve küresel piyasaların doygunluğu karşısında kâr elde etmenin ve sermaye birikimini sürdürmenin bir aracı olarak savaş, toplumsal denetim ve baskı sistemlerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına derinden bağımlı hale geliyor. Böylelikle artık insanlığı kontrol altına almaya yönelik siyasi gereksinim ile birikim için yeni alanları şiddet yoluyla açmaya yönelik ekonomik gereksinim arasında bir yakınsama meydana gelmektedir. Tarihsel olarak savaşlar kritik ekonomik teşvikler sağlamış ve birikmiş sermaye fazlasını boşaltmaya hizmet etmiştir ancak küresel bir polis devletinin yükselişiyle birlikte niteliksel olarak yeni bir durum söz konusudur. Büyümenin önündeki sınırlar yeni ölüm ve yıkım teknolojileriyle aşılmalıdır. Barbarlık kapitalist krizin yüzü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ezilmişleri ve marjinalize edilmişleri kontrol altında tutmak ve aynı zamanda kriz ortamında birikimi devam ettirmek için kullanılan askerileşmiş birikim, faşist siyasi eğilimlere zemin hazırlıyor. Krizdeki ulusötesi kapitalizm bağlamında soykırım, şiddet yoluyla birikim için yeni fırsatlar sunmakla kaçınılmaz bir şekilde bağlantılı olduğu sürece kârlı hale gelmektedir. Filistin, böyle bir projenin daha geniş bir küresel düzeyde yürütülmesi için emsal teşkil eden bir alan, siyasi meşruiyete ihtiyacı olmayan yeni mutlak despotik iktidar biçimlerinin uygulandığı bir yer haline gelmiştir. Bu, eski moda yerleşimci sömürgeciliğinden daha öte bir şeydir; sadece kan dökme, insanlıktan çıkarma, işkence ve imha yoluyla yeniden üretilebilen küresel bir kapitalist sistemin çehresidir.
Kriz siyasi sistemleri parçalıyor ve her yerde istikrarın altını oyuyor. Merkez çöküyor. İktidar grupları otoriterliğe, diktatörlüğe ve faşizme yöneldikçe uzlaşmacı tahakküm mekanizmaları çöküyor. Ortadoğu’da çizilen savaş hatları küresel savaş hatlarını yansıtıyor. Gazze, soykırımın önümüzdeki on yıllarda artık sermaye ile artık insanlık arasındaki içinden çıkılmaz çelişkisini çözmek için sermayenin siyasi bir aracı haline gelebileceğine dair gerçek zamanlı bir alarm zilidir. Dünya kapitalist krizinin daha önceki dönemlerinde hegemonik düzenin çöküşüne siyasi istikrarsızlık, yoğun sınıfsal ve toplumsal mücadeleler, savaşlar ve yerleşik uluslararası sistemdeki kırılmalar damgasını vurmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcının 1936-39 İspanya İç Savaşı ve onun sonucu olan faşist diktatörlük olduğunu hatırlayalım. Belki de Filistin’de tehlikede olan küresel gelecektir.
(*) Yazı, 15 Ocak 2024 tarihinde The Philosophical Salon‘da yayımlanmıştır.
Çeviri: M. Gürsan Şenalp
Yazıyla ilgili yorumlar
Yorumlara kapalıdır