CHP’nin, 1977’den beri en yüksek oy oranına ulaşarak (yüzde 37,8) şaşırtıcı bir zafer kazandığı Mart 2024 Yerel Seçimlerinin üzerinden bir yıl geçti. Bir yılın ardından geldiğimiz noktada, seçim sonrası heyecan ve umudun yerini, tek adam rejiminin despotizminin muhalefete göz açtırmayan saldırıları aldı. Kayyum kılıcı, Haziran 2024’te Hakkari’den başlayarak Kürt illerinde belediye yönetimlerinin üzerine inmeye devam ediyor. Cumhurbaşkanlığının en güçlü adayı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun içine alındığı yargı kıskacı, Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandığı 30 Ekim’den beri her geçen gün sıkılaşıyor. Toplumsal muhalefet güçleri hergün yeni operasyonlara uyanıyor. Gazeteciler, mücadeleci sendikacılar, ünlü sanatçılar, parti genel başkanları, genç teğmenler, TÜSİAD başkanları ve en son HDK’nın içinde ya da çevresinde yer almış olanlar keyfi gerekçelerle gözaltına alınıp, zindanlara dolduruluyor. Seçimde ortaya koydukları tercihleri boşa çıkaran diktatörlük zulmü karşısında halkın öfke, kaygı ve korkuya kapılmadığını söyleyemeyiz.
Aylardır da Türkiye halkları, Kürt Sorununa ilişkin olarak, Abdullah Öcalan tarafından çizilen çözümün ne olabileceğine ilişkin içeriği olabildiğince belirsiz gündemi anlamaya çalıştı. Beklenen açıklama yapıldı ama ne anlama geldiğini idrak etmek hayli zaman alacak gibi görünüyor. Açıklama beklentisiyle geçen son 4 ayda, Erdoğan ve kurmayları klasik güvenlikçi yaklaşımın tekrarı olarak, Dem Parti’den seçilmiş kadroların yönettiği, kent merkezi düzeyindeki belediyelerin çoğuna kayyum atadı. Tuhaflık bununla da sınırlı kalmadı. Saray Rejiminin gizli ortağı, MHP’nin “çözüm yanlısı” başkanı bir süredir -ameliyat olduğu gerekçesiyle- ortalarda gözükmüyor, diğer bir ırkçı-derin devlet partisinin genel başkanı olan ve “çözüm karşıtı” bir duruş sergilemiş kişi bir aydır cezaevinde tutuluyor.
Tüm iktidar gücünü tekeline almış, Anayasa’yı, yasaları paspas gibi çiğneyen Saray Rejimi’nin şiddetinin nasıl durdurulup, püskürtüleceği şu an için belirsiz. Bu baskılar ve toplumda derinleşen yoksulluk karşısında öfkeyi büyütüp, birleştirecek, Saray Rejimi karşısına kararlı ve sonuç alıcı bir mücadeleye dönüştürecek güçlü bir muhalefet performansına duyulan ihtiyaç artıyor. Muhalefet bu konuda çok yeterli bir performans göstermese de pes etmiş veya dona kalmış gibi de gözükmüyor. Çeşitli manevralar geliştiriyor, İmamoğlu’nun Cumhuriyet Bayramı mitinginden beri Erdoğan’ı cepheden karşıya alan çıkışlarından başlayarak, iktidarın saldırılarını savuşturmaya dönük manevralar sergiliyor. Bunların yeterli olacağına dair bir iyimserlikten söz etmekse pek mümkün değil. Böyle bir genel tablo çizdikten sonra gelelim yerel seçimlerle doğrudan ilgili konulara…
AKP’nin ve Aşırı Sağın Kaleleri Nasıl Muhalefete Geçti?
Bu yazıda; i) bir yıl önceki seçmen tercihinin yerel dinamikleri, ii) belediyeciliğin, kentli nüfusun ve kentsel siyasetin gündemleri, iii) sosyalist bir belediyeciliğin neresinde olduğumuz gibi konular çerçevesinde bir bilanço çıkarmaya çalışacağım.
Eskişehir ve Ankara sayılmazsa, Kütahya, Afyon, Isparta, Konya, Tokat, Sivas, Kayseri’yle sınırları çizilebilecek, öteden beri devletçi-Türkçü-İslamcı tutumun kalesi olan geniş Orta Anadolu’da AKP-MHP ittifakın muhalefet partileri karşısında yenilgiye uğramasının anlattığı çok şey vardır. Kalenin batısında Kütahya, Afyon, Uşak, Denizli, doğusunda Nevşehir, Yozgat, Kırıkkale’nin muhalefet parti adaylarınca kazanılmasının en açık ortaya koyduğu bilgi, Saray Rejimine duyulan tepki ve öfkenin sosyal tabanının niceliksel ve niteliksel anlamda genişlemesidir.
Bu bilginin içeriğinde iktidarla bu şehirlerdeki burjuva fraksiyonlar arasındaki sınıfsal bir kırılma da saklıdır. Zira, emekçi sınıflardan yana uzun süreli bir sınıfsal mücadele dalgasının olmadığı bir dönemde, emekçi-yoksul sınıfların sıkı bir emek kontrol rejiminde yaşadığı, kapitalist gündelikliğin küçük ve orta ölçekli sermayesinin hegemonyasına tabi işlediği, cemaatlerin cirit attığı yerlerde ibrenin büyük ölçüde CHP’li adaylara doğru dönmesi tarihi bir kırılmadır. Seçim sonrası günlerde, ortaya çıkan sonuçta CHP’nin adaylarının ve Ekrem İmamoğlu-Mansur Yavaş ikilisinin buralardaki etkisi gibi faktörler üzerinde duruldu. CHP’nin, toprak reformuna ilişkin doğrudan ve dolaylı söylemlerinden dolayı, çok partili hayatın başlangıcından beri, bu şehirlerin toprak ağalığı temelli yerel iktidar bloku tarafından “komünist” diye marjinalleştirildiği bu şehirlerde böyle bir ani zafer kazanmasını, iktidarın politikalarına duyulan tepkinin ne kadar büyük olduğunun göstergesi saymak gerekir. Özellikle İç Ege’deki bu “olay”ı, CHP’nin ve adaylarının solla, sosyalizmle alakası olup, olmamasından bağımsız biçimde araştırmak ilginç olabilir.
Sözünü ettiğimiz şehirlerdeki yerel sermaye merkezli sosyal ve sınıfsal ittifakın seçimde ortaya koyduğu tercih, Rejimin ekonomik krizden çıkış adına uyguladığı ve tekelleri ve uluslararası finans kapitalin çıkarlarını önceleyip, iç pazarı daraltan kemer sıkma programı karşısında verilmiş, güçlü, keskin ve yaygın bir tepkiden başka bir şey değildir. Tersinden söylersek, Süper Bakan Mehmet Şimşek’in krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkmanın yanında, sıkı para politikaları nedeniyle KOBİ’lere akan ucuz kredi ve teşvik borularının kurumasına yol açan Orta Vadeli Programı’nın etkisi yerelliklerde, Anadolu sermayesiyle (bugün Saray Rejimi’yle temsil edilen) Türk-İslamcı aşırı sağ arasındaki geçmişi 1946-50’lere kadar giden sosyal-siyasal ittifakı bozacak kadar büyük bir sosyo-ekonomik bunalıma yol açmıştır.
Yerel sermaye ve KOBİ sahipleri, belirleyici güçte oldukarı pekçok yerellikte, Saray Rejimi karşısında en güçlü aday kimse onu iktidara taşıyarak, 2001 Krizinde yazar kasa fırlatan, kamyonlarını polis barikatlarına süren esnaf-KOBİ’lerin yaptığının benzerini sandıkta yapmıştır. İç Egeden, Doğu-Güneydoğu Anadolu’nun batı çeperlerine genişletebileceğimiz Türk-İslam sentezinin Orta Anadolu’sunda uzun zamandır kurulmuş düzen bozulurken, AKP’nin uzun süredir en büyük destekçilerinden biri olan ve Anadolu sermayesinin amiral gemisi TOBB’un kendini geriye çekmesi de manidardır.
Sonuç itibariyle, ülke çapında kentli nüfusun Saray Rejimi karşıtı parti ve adaylar lehine gösterdiği seçmen teveccühü iktidara karşı geniş sosyal-sınıfsal kesimleri kapsayan yaygın bir tepkinin varlığına işaret ediyor. Bu aynı zamanda, iktidara dönük sosyal tepkiye burjuva kesimlerin öncülük etmeye başlandığı anlamına da geliyor. CHP’nin Kütahya’dan Kastamonu’ya, Adıyaman’a, öok uzun süredir kazanma olasılığının yakınından dahi geçmediği yerelliklerde birden bire belediye başkanlıklarını kazanmasının başka türlü izahı mümkün değildir. CHP’nin sonraki seçimde buraları elinde tutup tutmayacağı, bir sonraki Cumhurbaşkanı adayının kim olacağına, siyasetin sağında Saray Rejimi karşıtı yeni bir adres çıkıp çıkmamasına, bu anlamda Yeniden Refah Partisi’nin açılımlarına bağlıymış gibi görünüyor.
Kentsel Proletarya, Yerel Siyaset ve Belediyeciliğin Gündemleri
Kentsel proletaryanın yani, kentlerin işçi-işsiz emekçileriyle, düzensiz ufak tefek, kayıtdışı, kriminal faaliyetler ve topluluk dayanışması ve kamusal yardımlarla günü kurtarmaya çalışan mülksüz yoksullarının gündemi malum: yoksullaşma. Aslında hanelerde kaç kişi çalışırsa çalışsın, hiper enflasyon-düşük ücretler nedeniyle yoksullaşma toplumun yüzde 80’inden fazlasının yaşadığı katı bir hakikattir.
Kiracılık oranının 2022 itibarıyla yüzde 27 olmasına karşın, kendi evinde oturanların yüzde 56 olduğu düşünülürse, ailesinin, akrabasının yanında, evinde kalanları da eklersek halkın yüzde 40’ı, emekçilerin çok daha büyük bir kesimi, emlak fiyatlarının dünyada en çok arttığı Türkiye kentlerinde pekçok giderinden kısıp, kiraya para yetiştirmeye çalışıyor. İstanbul, İzmir, Antalya, Ankara, Mersin gibi büyükşehirlerdeki konut fiyatlarının, ev alma hayalini bile iptal ettiğini de bu bilgiye eklemek anlamlı olacaktır.
Kentsel alanda bir şekilde ayakta kalabilen burjuva ve küçük burjuva kesimlerin derinden hissettiği eğitim ve sağlık hizmetlerindeki çöküş de iktidara karşı öfkenin önemli bir dinamiğini oluşturuyor. Bu iki ihtiyaç için harcadıkları paraların hiçbir anlamlı karşılık bulmadığını, çocuklarının eğitim alıp, istedikleri gibi yetişmesinin, hak ettiği işlerde çalışıp, iyi yerlere gelmesinin artık imkansızlaştığını, sağlık hizmetlerinin çok pahalı bazı hastaneler dışında bozuk, güvenilmez ve yetersiz olduğunu görüyor. Saray Rejimi zenginlerinin haksız kazançlarını görüp, onların herşeyine bilenmek, proleter ya da burjuva ortalama bir kent sakininin ortak duygusuna dönüşürken, adaletsizlik, kayırmacılık, hukuksuzluk, güvensizlik haklar, özgürlükler, sosyal adalet taleplerini yükseltecek yeni bir Gezi isyanın dinamiklerini biriktiriyor.
Metropolleri dolduran gökdelenler, kuleler, rezidanslar, konaklarla cisimleşen süper zenginliğin gölgesinde uzun süredir sürekli ve şok enflasyon dalgalarıyla şiddetli yoksullaşma yaşayanlarla, iktidar nimetleriyle zenginleşenler, kirasını denkleştirmeye çalışanlarla iktidarın sunduğu ballı kredilerle kentsel rantlara çökmüş olanlar, kaçak içkiden zehirlenerek ölenlerle, yeni nesil kafelerde kahvenin yanında nargile fokurdattıktan sonra lüks arabalarıyla, esrar-fuhuş-kumar alemlerine gidenler arasındaki çelişkilerden yükselen ve sınıfsal anlamda geniş toplum kesimlerini kesen bir öfke farklı biçimlerde kendini dışa vuruyor. İktidar bunları, muhalif görünümlü truva atları, sosyal medya trolleri, algoritma şirketleri, twich fenomenleri vb. ile belli ölçüde maniple ve pasifize etse de 2019 ve 2024 seçimlerinde daha fazla kentin yönetimini Saray Rejimi’ne muhalif olan adayların kazanması, kentlerde büyüyen öfkenin patlayıcı enerjisinin sönmeyip, güçlendiğinin göstergesidir.
Mali kaynaklarının yarı yarıya kısıtlansa da soruşturmalar, gözaltı operasyonları, tutuklamalarla ciddi bir baskı altına alınmış olsalar, artık saymayı bıraktığımız kayyum atamalarıyla halkın tercihi tamamen hükümsüz bırakılmış olsa da halkın muhalefete teveccühünde bir değişiklik yoktur. Bununla eşanlamlı olarak Rejime karşı halk öfkesi de genişleyip, ülke sathına yayılmıştır. Bunun bir önemli tezahürü de kentsel gündemi iktidarın Şehircilik Bakanlığı, TOKİ’si ve belediyeleriyle giriştiği milyar dolarlık kentsel dönüşüm projeleri değil, iktidar partilerinden belediyelerin kütüphane, müze, “bilim”-gençlik merkezi, yüzme havuzu gibi göz alıcı bina/yapıları değil, muhalif partilerden belediye başkanları ve onların kent lokantası, kreş gibi, ihtiyacın yanında aslında sembolik kalan icraatlarının belirliyor olmasıdır. Bununla bağlantılı olarak, kent halkının belediyeden beklentisi, daha fazla para, yetki ve kaynakla kendisine daha fazla hizmet sunması olmaktan çıkmış durumda. Onların her fırsatta ortaya koymaya çalıştığı, odaklandığı en büyük öncelik, Saray Rejimi değiştirerek, hayatının gidişatını değiştirmekmiş gibi gözüküyor. Rejimin otokratı Erdoğan’ın müstakbel rakibinin belediye başkanları olması da bu kentli sosyal öfkenin dışa vurumu gibidir. Bu öfkedeki hedefe odaklanmışlığı, Romalı senatörün her sözünü “Kartaca Yıkılmalıdır!” nidasıyla bitirmesindeki arzuya benzetebiliriz.
CHP Belediyelerinin Uygulamaları Neden Bu Kadar Popüler?
Ucuz su, halk ekmek, muhtaç olduğu tespit edilenlere erzak yardımı, kreş, Kent Lokantası, öğrencilere çorba standları, yaşlı/emeklilere ücretsiz toplu taşıma kartı, ambulans ve yaşlılara bakım desteği gibi sosyal belediyecilik uygulamalarıyla, CHP’nin Mart 2019 sonrasından beri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden başlayarak, AKP’nin uzun süredir övündüğü yoksula yardım faaliyetleriyle boy ölçüşebilir bir duruma geldiği görülüyor.
2021 Sonrasında yaşanan hiper enflasyonun yarattığı şok yoksullaşma sürecinde, sözünü ettiğimiz belediyecilik uygulamaları CHP’nin kentin yoksullaşan emekçi kesimleriyle kurduğu ilişkide bir dönüm noktası oldu. Yoksulluğun idaresi konusunda ikinci veyahut paralel bir iktidara dönüşmeleri, İstanbul ve Ankara belediye başkanlarının, Erdoğan’ın müstakbel rakipleri haline gelmesinde belirleyici faktörlerden biridir. Diğer CHP’li belediyelerin de çeşitli biçimlerde bu uygulamaların benzerlerini kendi yerelliklerinde yaşama geçirdiği görülürken, bu uygulamaların yerel halkın kentsel yaşam maliyetini azaltma noktasında yetersiz, barınma sorunu ve yüksek kiralar karşısında hükümsüz kaldığını da belirtmek gerekir. Şüphesiz belediye kaynak ve yetkileriyle çok boyutlu bir sosyal gerçeklik olan yoksullaşmanın ortadan kaldırılması mümkün değildir. Buna karşın, kolektif tüketim hizmetlerinin arttırılmasını da sağlayacak şekilde, kentte üretilen veya büyütülen zenginliklerden bu hizmetlere daha fazla kaynak aktarılması için kentsel rantların kamuya kazandırılmasını arttıracak vergi, harç politikaları, planlama, imar uygulamaları ve sosyal konut üretimine yönelmelidir. Buralarda Almanya’da WG-Wohnungsgenossenschaft (daire yoldaşlığı) denilen, bekarlar, çocuksuz aileler, emeklilerin kendi müstakil oda veya odalarında ikamet ederken ortak mutfaklı, bostanlı, toplantı-etkinlik salonlu müşterekleşme binaları tipinde paylaşımlı konut kooperatifçiliği modelleri de uygulanabilir.
Muhalif belediyelerin sosyal belediyecilik konusunda olumlu icraatlarından söz etmek mümkünse de halk iradesinin belediye karar ve uygulamasına doğrudan etkide bulunmasını sağlayacak özyönetimci nitelikte bir katılımcılığın organ, mekanizma ve pratiklerinin esamisinin hiçbirinde okunmadığını söyleyebiliriz. Hangisine sorsanız bunun sırası değildir. İktidar baskısından bunalmış durumdadırlar, enkaz devralmışlardır, yerelliğin çok daha acil çözülmesi gereken sorunları vardır.
CHP Belediyeciliğinin Sosyalist Alternatifi Yutmaması İçin…
Sosyalistlerin bu sosyal uygulamaları içerip, etkili oldukları yerelliklerde onların ötesine geçen toplumcu, müşterekleşmeci ve özyönetimci bir belediyeciliği talep etmeleri, güçleri ölçüsünde hayata geçirmeleri gerekir. Az ya da çok kendi farkını ortaya koyamadığı sürece, sosyal ve katılımcı icraatları, “Kartaca Yıkılmalıdır”a odaklanmış öfkenin CHP’li belediyelerin sosyal uygulamalarına dönük tezahüratları içinde kaybolup gitmeye mahkum olacaktır. Bu bakımdan, kentlerin yoksullaştırılmış, çalışmaya ve çocuk büyütmeye mahkum edilmiş mülksüzlerinin (proletaryasının) birbirleriyle işbirliği yaparak, geçinme ve barınma sorunlarını müşterekleşerek çözmelerini hedefleyen bir programla hareket etmek, bunun pratiğini ortaya koymak önemlidir.
Bunun yanında, yoksullaştırılan mavi-gri-beyaz yakalı kentsel proletaryanın geçim sıkıntısını hafifletmek için ucuz içme suyu sağlamak, halk ekmek fırını, aşevi-çorbaevi, belediye kantini, tanzim satış mağazası açmak gibi faaliyetlerle sosyal belediyecilik yürütmenin önemi yadsınamaz. Bu belediyeciliğin yeterli ve kapsayıcı bir nitelikte icra edilmesi için kaynaklar yetersiz olabilir. Belediyelerin ölçeğinin küçüklüğünden dolayı, yetkisizlik, olanaksızlık, baskı vb. nedenlerle bunun koşulları olmadığı düşünülebilir. Fakat sosyalistler yaratıcı olmalı, halkla birlikte elele verip, imkansızlıklardan imkan yaratmalıdır. Örneğin, emekçi mahallelerinden başlayarak kadınların merkezinde olduğu, belediyenin personel ve malzeme desteği verip yer gösterdiği/tahsis ettiği, “kendi kendilerine yapabilirliğe” dayalı imece yaşam merkezlerinin kurulması kaynaklar ve yetkileri kısıtlı olsa dahi yerel halkla kurulan eşitlikçi-örgütlü ilişkilerle ve özyönetimci-müşterekleşmeci bir vizyonla hayata geçirilebilir. Bu merkezlerde mahalle sakinleri ekmeklerini pişirip, çamaşırlarını ortak makinelerde yıkayabilir, erişte, salça, turşu vb. erzaklarını birlikte hazırlayıp, bayram ve özel günlerde toplu yemeklerini burada hazırlayabilir, bunların kap-kacağını birlikte yıkayabilir, çocuk bakımını kendi aralarında örgütleyebilirler. Birkaç yerellikte düzgün biçimde işletildiğinde bunun yerel halkın örgütlülük düzeyini ciddi ölçüde yükseltecek, özneleştirici bir düzenleme olacağına şüphe yoktur.
İnsanın bireysel ve bir kolektifin üyesi olarak kendi kaderini tayin etme iradesini eline almasını özgürlüğün temeli sayan modern demokratik bakışı reddetmiyorsak, onunla çelişen temsiliyetçilik ve öncülük anlayışlarını bir kenara bırakmamız gerekir. Yani, seçimlerde yerel halktan en yüksek oyu alıp, belediye yönetimine seçildikten sonra, “onlar için en iyisini yapmaya çalışmak” biçimindeki burjuva temsiliyetçiliğini yeniden üretmek, en basit tabirle sosyalizme sırtını dönmektir. Onun yerine, mahalle meclis/forumları, oralardan seçilecek halk komiteleri ve dijital doğrudan demokrasi uygulamalarıyla, yerel halkı kentini değiştirerek kendini değiştireceği umudunu vererek iradeleştirmeyi hedeflemek esas olmalıdır. Eğer kendimizi örgütlü halktan, proletaryadan üstün görmüyorsak, kent halkının kendilerini ilgilendiren kararlara dair fikir ve iradelerini doğrudan ve örgütlü biçimler dolayımından ortaya koymalarını sağlayacak gerçek katılım mekanizmalarının kurulup, güçlendirilmesini sosyalist siyasetin cine qua non’u yapmamız gerekir. Tüm Türkiye’ye umut olacak, heyecan yaratacak, daha sağında olanları kendisini örnek almaya zorlayacak toplumcu, özyönetimci, halkı daha örgütlü ve sosyalizme seferber kılmış bir belediyecilik pratiği sergilemek bir yana hedeflemedikten sonra, X ya da Y belediyesinin sosyalistlerin elinde olmasının, mücadeleye o yerelliğin ötesinde bir katkısı olmayacağı açıktır.
Ez cümle, merkezine mübadele değil kullanım değerini, rant paylaşımını değil, ortak yarara dayalı eşitlikçi yaşamı merkezine alması gereken sosyalist şehirler, insanların gereksinimlerini sosyal emek süreçlerine katılarak karşılamasıyla, kamunun yararına olanın ne olduğu tartışmasına her zaman doğrudan katılıp, iradesini ortaya koymasının koşullarını sağlama perpektifiyle inşa edilmelidir.
Bu yazı ilk olarak 3 Mart 2025 tarihinde ayrım.org haber sitesinde yayımlanmıştır. Yazarın izniyle Praksis Güncel’de yayımlanmaktadır.
Ali Ekber Doğan
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunu olan Ali Ekber Doğan, Ankara Üniversitesi SBF Kentleşme kürsüsünde doktorasını yaptı. “Eğreti Kamusallık”, “Birikimin Hamalları" ve "Tarih Sınıflar ve Kent: Sevilay Kaygalak'a Armağan” (Derleme) başlıklı kitapları bulunmaktadır. Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde öğretim üyesiyken, ”Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attığı gerekçesiyle Aralık 2016’da sözleşmesi yenilenmeyerek işten çıkarılan Doğan, Nisan 2017'de çıkartılan KHK'yle de kamu görevinden ihraç edildi. Praksis Dergisi Yayın Kurulu üyesi ve Praksis Güncel editörlerinden Doğan, yazarlık faaliyetleriyle uğraşıyor.