29 Eylül’de Trump’ın Gazze için hazırladığı “barış” planı açıklandı. 13 Ekim’de ise 20 ülkeden heyetler Mısır’da düzenlenen bir “barış zirvesinde” bir araya gelerek planı onayladı. Trump, “3000 yıl sonra” Orta Doğu’ya barış getirdiğini iddia ettiği bu planı büyük bir tantanayla sundu.
Gazze’deki Filistinli mülteciler, İsrail’in kendilerine karşı başlattığı soykırım savaşının sona erdiğine inanarak –birçoğu kamyon kiralayamadıkları için yaya olarak– kasaba ve köylerine dönmeye başladılar; rahatlamış ve hatta kutlama yapar bir haldeydiler. İsrail’de de insanlar savaşın bitmesini ve özellikle rehinelerin iadesini kutladı. Uluslararası düzeyde ise, İsrail’in soykırımcı politikasının nihayet durdurulmuş olabileceği yönünde bir rahatlama hissi oluştu.
Bir savaş sona erdiğinde, Sol’un bundan memnuniyet duymaması düşünülemez – çünkü her şeyden önce insan hayatı en değerlisidir. Bu nedenle, ateşkesin olumlu bir gelişme olduğu kabul edilirse, Sol’un görevi planın içeriğine ilişkin bir tutum almak ve onun nereye götüreceğini değerlendirmektir. Gerçekten sorunu çözüyor mu – nihayet kalıcı bir barışa yol açacak mı? Yoksa sadece geçici bir çatışma arası mı, yeni kan döngülerinin önünü mü açıyor? Eğer ikinciyse, bu sorun gerçekten nasıl çözülebilir?
Trump’ın Planı
Trump’ın planı iki aşamadan oluşuyor.
İlk aşama, İsrail’in saldırısının durdurulması ve Hamas’ın elindeki rehinelerin serbest bırakılması karşılığında uzun hapis cezaları alan 250 Filistinli ile yaklaşık 1700 savaş esirinin serbest bırakılmasını öngörüyor.
Bu “kolay” aşama olarak görülüyor – ancak bu bile basit değil; çünkü İsrail, Filistin direnişinin önde gelen isimlerinden, genellikle “Filistin’in Nelson Mandela’sı” olarak anılan Marwan Barguti gibi bazı tutuklu liderleri serbest bırakmayı reddediyor. Ayrıca İsrail, insani yardımın kesintisiz ulaşmasını da engelliyor; gerekçe olarak, Filistin tarafının savaş sırasında ölen tüm rehineleri hemen teslim edememesini gösteriyor.
İkinci aşama ise çok daha karmaşık.
Trump’ın planı (BBC’nin özetlediği haliyle) şu maddeleri içeriyor:
-Gazze “radikallikten arındırılacak”, yani “komşularına tehdit oluşturmayan terörizmden arınmış bir bölge”ye dönüştürülecek.
-Rehine ve mahkûm değişimi sonrası, silahlarını teslim eden Hamas üyelerine af tanınacak.
-Ardından Gazze’nin yönetimi “geçici, teknokrat, siyasi olmayan bir Filistin Komitesi”ne devredilecek.
-Bu Komite, başkanlığını bizzat Trump’ın yapacağı “Barış Konseyi” adlı uluslararası bir organ tarafından denetlenecek.
-Yaklaşık 20 yıldır seçim yapılmadan Batı Şeria’yı yöneten Filistin Yönetimi (Mahmud Abbas yönetiminde), “kendini reforme” etme sürecine girecek – kısaca bürokrasiyi, yolsuzluğu ve adam kayırmacılığı ortadan kaldıracak, Batı tipi parlamenter işleyişe geçecek ve yatırım ile ekonomik büyüme için elverişli koşullar yaratacak.
-Filistin Yönetimi bu dönüşüm sürecini tamamladıktan sonra Gazze’nin kontrolünü devralabilecek.
-“Hamas, Gazze yönetiminde hiçbir biçimde –doğrudan, dolaylı ya da başka türlü– rol almayacak.”
-Tüm askeri tesisler ve silahlar yok edilecek veya el konulacak. Gazze, uluslararası gözlemciler denetiminde tamamen silahsızlandırılacak.
-ABD, Arap ve diğer müttefiklerle birlikte geçici bir “Uluslararası İstikrar Gücü” (ISF) konuşlandıracak.
-İsrail ordusu, Gazze’nin “terör tehdidinden tamamen arındırılmasına” kadar aşamalı olarak bölgeden çekilecek.
-Tüm bunlar tamamlandığında ve Filistin Yönetimi dönüşümünü bitirdiğinde, “Filistin’in kendi kaderini tayin hakkına ve devlet kurma sürecine giden inandırıcı bir yolun koşulları oluşmuş olabilir.”
Bu gerçekçi mi?
Başka bir deyişle, Gazze yabancı bir hükümetin ve ordunun siyasi vesayeti altına alınacak. İsrail ordusu, ancak Hamas’ın tamamen silahsızlanması, tüm askeri tesislerin yok edilmesi, Gazze’nin “radikallikten arındırılması” ve Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin “kendini reforme etmesi” tamamlandığında aşamalı olarak çekilecek. Hamas, tüm iktidardan vazgeçecek ve hiçbir biçimde yönetimde yer almayacak. Tüm bunlar gerçekleşirse, ancak o zaman Filistin devleti kurulması için görüşmelere başlanabilecek.
Ancak Netanyahu, “mürekkep kurumadan” yaptığı açıklamada, hiçbir zaman bir Filistin devleti kurulmasına izin vermeyeceklerini ilan etti.
Hamas ise, İsrail işgali sürdükçe silah bırakmayı ve tüm iktidardan çekilmeyi reddettiğini açıkladı.
Trump buna, “Eğer Hamas kendini silahsızlandırmazsa, biz onları silahsızlandırırız” diyerek yanıt verdi.
Gerçekte, ateşkesi bozmak için bahane arayan taraf İsrail rejimidir; çünkü onun hedefi Hamas’ı tamamen yok etmek, işgali sürdürmek ve Filistinlileri Gazze’den topluca sürmektir. Elbette bunu ancak Hamas ve müttefik örgütlerin elindeki rehineleri kurtardıktan sonra, iç tepkileri sınırlamak amacıyla yapacaktır.
Sonuçta, en son ateşkes anlaşması da –Ocak 2025’te imzalanmıştı– sadece iki ay sürdü; Mart ayında İsrail savaşı yeniden başlatmış ve daha da şiddetlendirmişti.
Ama varsayalım ki Hamas sonunda silah bırakmayı ve iktidardan çekilmeyi kabul etti. Bu durumda Batı Şeria ve Gazze’de kurulacak olan şey bağımsız bir devlet değil, İsrail ve Batı’nın boğucu denetimi altında, yabancı bir yönetim ve ordu tarafından idare edilen bir vesayet rejimi olacaktır. Buna “bağımsızlık” deniyorsa, artık kelimeler anlamını yitirmiş demektir – çünkü bu durum aslında boyunduruk, sömürgecilik ve apartheid olur.
Bu da demek oluyor ki, Filistin halkının ulusal baskı ve hak yoksunluğu sorunu çözülmeyecek – sadece biçim ve görünüm değiştirecek.
Bir ateşkes barış değil
Trump’ın elde ettiği şey, ne barıştır ne de yüzyılı aşkın süredir açık bir yara olan Filistin sorununa bir çözümdür. Bu sadece bir ateşkestir – ve Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümeti gerçekten bir Filistin devleti istemediği için, çeşitli bahanelerle çökmeye açık bir ateşkes.
Yakın gelecekte iki olasılık var:
Ya ateşkes tıpkı öncekiler gibi çökecek,
ya da Trump’ın planı uygulanırsa, Filistinlilerin hak yoksunluğu ve ulusal baskı sorunu yeni bir biçim alarak devam edecek. Her iki durumda da sorun çözülmeden kalacak ve gelecekteki çatışmaların tohumlarını ekecek.
Sol ve görevleri
Onca on yılın ardından artık açık olmalı: İsrail’in barbarlığı ve yayılmacılığı ne İslamcılıkla, ne İran’ın sözde “direniş ekseniyle” (çökmüş Esad rejimi, Hamas, Hizbullah vb.), ne de emperyalistler ve Trump tarafından durdurulabilir. Bunu durdurabilecek tek güç ‘Sol’dur.
Oysa İsrail’de ve Filistin’de barış içinde bir arada yaşam ve özgür Filistin için mücadele eden binlerce işçi, kadın ve genç olmasına rağmen, bu hedefler için İsrailli ve Filistinli işçileri birleştirebilecek kitlesel, sınıf temelli bir sosyalist sol yok. Böylesi bir Sol’un inşası, zamanımızın en önemli görevlerinden biridir – tıpkı İsrail’in kararlılıkla mahkûm edilmesi ve Filistin halkının mücadelesine sarsılmaz destek verilmesi gibi. Bu, uluslararası bir görevdir: Nerede olursak olalım, sınıf temelli, sosyalist, devrimci bir Sol’un inşasına katkı sunmak; aynı zamanda İsrail ve Filistin’de bağımsız sınıf örgütlerinin oluşumuna her şekilde yardımcı olmak. Bu süreçler yalnızca ulusal değil, doğaları gereği uluslararası süreçlerdir; çünkü her ulusal gelişmenin bölgesel ve küresel yansımaları vardır. Böyle bir başarı, Filistin halkının mücadelesine de büyük bir katkı anlamına gelecektir.
Bu yazı, Internationalist Standpoint web sitesinden Ecehan Balta tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Andros Payiatsos
Andros Payiatsos Yunan solundan Xekinima isimli siyasi çevrenin temsilcisi ve Internationalist Standpoint web sitesi yazarıdır.