“Dünyada iki çeşit hırsız vardır: Polis tarafından yakalanan küçük hırsızlar
ve polis tarafından korunan büyük hırsızlar”.
Bertholt Brecht
“Kâr toplumun temeli ise, yıkım bir ilerleme olarak sunulur…”
Anonim
Türkiye’de siyaset, bütçeyi, hazineyi ve herkesin olan, herkesin kullanımına sunulması gereken, toplumun tutkalı, birlikte yaşamanın vazgeçilmezi müştereklerin, ortak yaşam alanlarının ve kaynaklarının yağma ve talanıyla yol alıyor… Profesyonel politikacılar için de bir zenginleşme aracı… Lâkin, geride kalan 23 yılda dinci AKP bütün rekorları kırdı… Nerdeyse yağmalanmamış talan edilmemiş, kâr aracına dönüştürülmemiş, parayla alınıp-satılmayan pek bir şey kalmadı… Nefes almak dışında her şeyden vergi alınıyor ama kamu hizmetleri paralılaştırıldı, metalaştırıldı, şeyleştirildi, birer kâr aracına dönüştürüldü, varlık nedenlerine yabancılaştırıldı… Ortak yaşam alanlarının ve kaynaklarının büyük hırsızlar tarafından gasp edildiği, kamu hizmeti denilenlerin de özelleştirildiği durumda devlet bir soyguncu çetesine dönüşüyor.
İmar, “ümrandan” türemedir, şenlendirme, bayındır hale getirme anlamındadır ama şimdilerde bir yağma, talan, yıkım aracı… Türkiye “yerli” ve yabancı sermayenin sömürüsüne sonuna kadar açılmış durumda… Artık sermaye hiçbir engelle karşılaşmıyor… Kaldı ki, sermayenin yerlisiyle yabancısı arasında fark yoktur zira, sermayenin vatanı yoktur… Kapitalizm dahilinde “milli kapitalist” diye bir şey mümkün değildir… Nerede sömürü olanakları daha büyükse sermaye oradadır… Şimdilerde Türkiye ihaleye çıkarılmış bir ülke manzarası arz ediyor…
Müthiş bir potansiyele sahip bu ülkede insanlar neden yoksullukla-sefaletle cebelleşiyor? Neden ezici çoğunluk insanca yaşam için gerekli olana ulaşamıyor? Eğer uzak gezegenden birinin yolu Türkiye’ye çıksaydı, her halde “bu kadar akılsızlığı, bu kadar saçmalığı, nasıl becerdiniz” derdi… Üç tarafı deniz, bir de iç denize sahip, tarımın keşfedildiği, verimli topraklarında yaşam için gerekli olan her şeyin yetiştiği bu güzel ülkede insanlar neden sağlığa uygun besinlere ulaşamıyor?
Bu dünyada insan yaşamı için vazgeçilmez olan ne varsa elimizden alındı. Hava zehirli, su kirli, toprak yorgun… Artık yediklerimiz hasta ediyor. Otların, ağaçların, çiçeklerin kokusunun yerini benzin, mazot kokusu, sessizliğin yerini arabaların gürültüsü aldı. Çocuklar ekmeğin AVM’lerde üretildiğini sanıyor, buğdaydan habersiz… Devasa kuleler, neon ışıklar göğü, ayı, yıldızları görünmez kılıyor, genç nesiller Çoban Yıldızı’nı bilmiyor. Beton ve asfalt insanların ayağını toprağa değdirmiyor. Hastane artık hastane olmaktan çıktı, bir ticarethaneye, kapitalist işletmeye dönüştü, misyonuna ve varlık nedenine yabancılaştı… Aşırı zenginlik artışına aşırı yoksulluk ve sefalet eşlik ediyor… Esasen kapitalizm dahilinde başka türlü olması mümkün değildir…
Bu çöküş tablosunun gerisinde ne var veya bu duruma nasıl gelindi? Neden bu kadar kolay yönetebiliyorlar, sömürüyorlar, ülke kaynaklarını yağmalıyorlar, talan ediyorlar? Bu durum doğrudan ‘yurttaş bilinci’ zaafıyla ilgili… Yurttaşın asgari tanımı, verdiği verginin hesabını sorabiliyor olmasıdır… İnsanların politik alana müdahalesi 4-5 yılda bir önlerine konan sandığa oy atmaktan ibaret ve kullanılan oyun da reel bir karşılığı yok! Temsilî demokrasi denilen de asında tuhaf bir sirk oyunu… Kitleleri aldatma-oyalama işlevi görüyor… Seçilenler seçenleri temsil etmiyor… Aslında profesyonel politikacılar kendilerini seçtiriyorlar… Elbette bu kepazeliğin meşrulaştırılması, daha doğrusu kabullenilmesinde diplomalıların (eğitimli kesimin) rolünü- ihanetini de gözden uzak tutmamak gerekiyor. Bu sefil düzeni ‘meşrulaştırıyorlar’ ve bir de onlara ‘aydın’ deniyor…İyi de o aydınlar kimi, nasıl aydınlatıyor? Türkiye’de köklü bir ‘entelektüel’ zaaf var… Aksi halde işler bu kadar sarpa sarar mıydı?
Artık verili siyaset tarzıyla devasa sorunlarla yüzleşmek mümkün değil… Vakitlice radikal bir paradigma değişikliğine ihtiyaç var… Kapitalizm sadece sosyal kötülükler (açlık, yoksulluk, işsizlik, sefalet, aşağılanma) peydahlamıyor, ekolojik yıkımı, iklim krizini de tetikliyor… Bu üzerinde durduğumuz zeminin aşınmasıdır… Bu ikili kötülükle de verili paradigma (kapitalizm) dahilinde başa çıkmak mümkün değildir. Velhasıl eski kafayla, bildik yöntem ve araçlarla yeni, farklı bir şey yapmak mümkün değil…
Geride kalan yüzyılda kitleler (emekçi halk çoğunluğu) hiçbir zaman siyasal sürece etkili müdahalede yapamadı… Fakat rejim de hiç bu günkü kadar zıvanadan çıkmamıştı… Bugün durum çok farklı. Zira, işgalci dilimizi konuşuyor… Dolayısıyla ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir denecektir. Zaten işlevsiz olan Parlamento ‘alaturka başkanlık sistemine’ geçildiği 2017’den beri tamamıyla by/pass edilmiş durumda… Meclisin işlevi Saraya transfer edildi… Meclis Sarayın sekretaryası durumunda… TBMM dahilinde siyaset yapmanın bir anlamı yok… Elbette az da olsa gerçek milletvekilleri var ama şeylerin seyri üzerinde etkili olmaları mümkün değil. Şu an itibariyle etik yok… Etik sınır demektir, potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır… Ahlâk yok, hukuk yok, kural yok, ölçü yok… Böyle bir rejimin de asgarî düzeyde bile meşruiyet (rıza) üretme yeteneği yoktur… Gayri meşru olduğu için…
Ülke sorunlarına bu ölçüde yabancılaşmış bu dinci iktidar her şeye rağmen iktidarı bırakmak istemeyecektir… İki nedenle: Birincisi, ballı böreği bırakmak zor ve ikincisi, iktidardan uzaklaştırıldıklarında yargılanacaklar…
Böyle bir durum söz konusuyken, bu sefil süreçten muztarip olan emekçi halk çoğunluğunun gereğini yapmasına bir engel yok… Eller ebet-müddet armut toplamak zorunda değil… Velhasıl ülkenin kaderi kitlelerin etkili mücadele yeteneğine indirgenmiş bulunuyor… Tabii kapitalizm dahilinde bir gelecek olmadığını da bilerek…
(*) Bu yazı, daha önce, Özgür Üniversite sitesinde yayınlanmış olup, yazarın izni ile iktibas edilmektedir.
Fikret Başkaya
İzmir Atatürk Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümünden mezun oldu. Doktora için gittiği Fransa'nın Paris (Sorbonne) ve Poitiers Üniversitelerinde, emperyalizm, kolonyalizm, "azgelişmişlik", kalkınma ve kapitalizmden sosyalizme geçiş temaları üzerine çalışmalar yaptı. Yedek subay olarak başladığı askerliğini "sakıncalı piyade" olarak tamamladı. 1979 yılında Akademik kariyere geçti. Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi iken yazdığı Paradigmanın İflası (1991) adlı kitabından yargılandı, 20 ay hapis ve para cezasına çarptırıldı ve üniversiteden kovuldu. Haymana Cezaevi'nden tahliye olduktan sonra (Haziran 1995) Türkiye ve Orta-Doğu Forumu Vakfı'nı kurdu. Kurucularından olduğu Özgür Üniversite'yi, bu vakfın çatısı altına aldı. 1999'da yazdığı bir makaleden de 15 ay hapis ve para cezasına çarptırıldı. 27 Haziran 2002'de Kalecik Cezaevi'nden tahliye oldu. Çok sayıda kitap ve makalenin yazarı olan Başkaya, Fransızca ve İngilizceden çok sayıda kitabın çevirisini ve onlarca kitabın da editörlüğünü yapmıştır. Özgür Üniversite'nin başkanlığını yapmakta ve orada dersler vermektedir. Yayınlanmış kitapları: Paradigmanın İfası - Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş; Çığırından Çıkmış Bir Dünya - Sosyal Sefaletin, Ekolojik Felaketin, Etik Yozlaşmanın Kökeni; YEDİYÜZ - Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi; Yeni Paradigmayı Oluşturmak - Kapitalizmden Çıkmanın Gerekliliği ve Âciliyeti Üzerine Bir Deneme; Reel Atatürkçülük; Azgelişmişliğin Sürekliliği; Çevre Kapitalizmi ve Azgelişmişlik Süreci; Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü; Avrupa Merkezcilik, Bilim ve Sosyalizm; Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu; Borç Krizi Üzerine Bir Deneme; Yenilgi Tuzağı; Sosyalizmin Geleceği (derleme); Seçilmiş Yazılar; Şeylerin Gerçeğini Söyleyebilmek; Akıntıya Karşı Yazılar; Sömürgecilik, Emperyalizm, Küreselleşme; Rant ve Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (Ömer Leventoğlu'yla birlikte); Yalan; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına - Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi, Gençlerle Baş Başa: İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım, Çıkış Buradan: Perspektifi ve Paradigmayı Değiştirmek, Eko-Sosyalist Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol.