Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Normalleşen düzende sosyalistlerin strateji arayışı

Bu içeriği paylaş:

Bol seçimli, gelgitlerin yaşandığı yılların ardından 2024 yerel seçimleriyle birlikte Türkiye kapitalizmi, istikrarını sağlamak için bir yeni düzen cephesinin oluşumunu arzuluyor. Yerel seçimlerde ülke çapında birinci parti olan CHP, daha önce olmadığı kadar büyük bir prestijle neredeyse bir “gölge hükümet” gibi hareket etmeye, ilişkilerini buna göre kurmaya başladı. Türkiye siyasetinde rejim içi aktörlerin bir araya gelmesi ile meydana gelebilecek bir görece rahatlamaysa sosyalistlere kendiliğinden alan açmayacak. Bu arka plan bir strateji tartışmasını önemli kılıyor. Bu strateji tartışmasının kitleselleşmeyi sağlayacak siyasal perspektif ve araçlar üzerinden yol alması gerekli görünüyor.

Normalleşme, düzenin saldırısı ve CHP’nin konumu

Seçim sonrasında merkez siyasetin konumuna baktığımızda CHP’nin kazandığı prestijle toplumsal mücadelelerin sözcülüğünü yapmaya çalıştığını, ekonomik ve demokratik taleplerin taşıyıcılığını üstlenmeye çabaladığını görüyoruz. Erdoğan-Özel görüşmelerinin temel konuları arasında Gezi tutukluları, kayyum girişimleri, asgari ücret ve tarım sorunu yer almaktaydı. Başka bir deyişle toplumdaki adalet arayışını ve emeğin refahtan aldığı payı bir sorun olarak açıkça ifade eden bir CHP ortaya çıkmış görünüyordu. Muhalefet konumunda bulunan merkez partisi CHP, iktidarın kemer sıkma veya kayyum türünden politikalarına açık destek vermeyecek, kendileri lehine kazanımlar elde etmeden iktidarla açık bir uzlaşı içine girmeyecek görüntüsü sunmaya devam ediyor.

CHP iktidarın özellikle ekonomi politikalarına bugünkü durumda açık bir onay vermese de sosyal adalet ve özgürlük taleplerini taşıyamayacağına dair çok sayıda örnek Türkiye’nin yakın tarihinde bulunabilir. Talep ve beklentileri karşılanmayan emekçi sınıflar ve ezilen halk kesimlerine sosyalistlerin rahatlıkla ulaşabileceği fikri ise oldukça sorunlu. Çünkü bu fikir, sosyalistlerin kadim “ne yapmalı” sorusunu gizlediği ölçüde, kısa ve orta vadede ana akım muhalefetin ihanetine uğraması kaçınılmaz olan emekçi halk kesimlerinin siyasetten ümidi kesmesinin önüne geçecek bir seçenek sunamıyor. Hâlbuki sosyalist siyasetin etkili bir güç hâline gelmesi toplumun emekçi ve ezilen kesimlerinin siyasete olan güveninin tükenmesiyle değil; ancak onların politikleşmesiyle, siyasetin öznesi hâline gelmesiyle mümkün. Bu bağlamda, CHP’nin kendine yönelmiş hoşnutsuz halk kesimlerinde yaratacağı öngörülebilen yeni hayal kırıklığı, ancak merkez siyasetten kopmalarını sağlayacak bir düzen dışı sol odak oluşturulabilirse anlam ifade edebilir.

Nitekim CHP “müzakere ve mücadele” sloganıyla yerel seçimde ortaya çıkan tabloyu muhalefet lehine bir erken seçim çağrısına dönüştürerek toplumu harekete geçirmek yerine diplomasiyi devreye sokmayı tercih etti. Bu nedenle düzen muhalefeti bir yandan AKP-MHP arasındaki çatlaklara oynuyor, bir yandan da bu iktidarı normalleştiriyor ve onlara zaman kazandırıyor. Düzen siyasetinin kendini tahkim edeceği bu süreçte bu partiler arasındaki anlaşma veya çatışmalardan çok bu sürecin sosyalist harekete dönük çıktılarına odaklanmak gerekiyor.

Yerel seçim sonrasında normalleşme ya da yumuşama olarak adlandırılan bir süreçle Erdoğan-Özel nezdinde iktidar ile muhalefet görüşmeleri yapıldı. Bu görüşmeleri bir girişim olarak okursak devamında gelmesi gereken soru, bunların neyin girişimi olduklarıdır. Bu girişimin Türkiye kapitalizminin kadim hedefi olan bir merkez sağ-merkez sol koalisyonunun oluşumuna yönelik olduğunu iddia edebiliriz. Zamanlamasının bu döneme denk gelmesinin esas nedeni ise CHP’nin seçim zaferiydi. Ama daha önemlisi, düzenin emek siyaseti karşısında bir yılı aşkın süredir hazırlığını yaptığı saldırı için duyduğu bir çeşit cephe ihtiyacıydı. Seçimler odaklı siyasetin bittiği bu dönemin tanımlayıcı unsurları Şimşek programının yanı sıra yeni anayasa gündemi; Irak’ta ve Suriye’de Kürtlere karşı yürütülen savaş. Bu ikisi için iktidar yerel seçimin ardından tek başına hareket edemezdi. Dolayısıyla iktidar, son seçimlerin galibi ana muhalefete zeytin dalı olmasa da el uzattı.

CHP genel başkanı, AKP’li Cumhurbaşkanı ile görüşmeye gitmeden hemen önce 1 Mayıs’ta toplumsal muhalefetin çok sayıda temsilcisi ve sosyalistler CHP’nin öncülüğünde Saraçhane’de toplandı. Bu toplanma sonrasında “marjinal” olarak hedef gösterilen sosyalistler/devrimciler hem alanda hem de daha sonrasındaki tutuklamalarla birlikte yoğun bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Bu saldırının Özel-Erdoğan görüşmesiyle eş zamanlı olması tesadüf olmadığı gibi saldırının tek sorumlusu da AKP-MHP iktidarı değil. Bahsettiğimiz müzakere için düzen dışı unsurların daha da zayıflaması; bir başka deyişle hak taleplerini diplomasiye ve pazarlığa sıkıştırmak için sosyalistlerin toplumsal alandan tasfiye edilmesi gerekiyor.

Bu görüşmelerin arka planında ve onları takiben CHP’nin öncülüğünde çiftçilere, emeklilere ve çalışanlara dönük çeşitli eylemler düzenlendi. Bu eylemlerin ne kadar etkili olduğu ayrı bir tartışma konusu olsa da, eylemlerin kendisi sosyalistlerin öncülüğünde verilmesi gereken mücadelelerde inisiyatifin düzen muhalefetine kaydığına yönelik bir işaret sunuyor çünkü sosyalistler kendileri tarafından bunlara cevap olabilecek eylemleri henüz örgütleyebilmiş değil.

Kısacası, yeni ve büyük bir emek karşıtı saldırı başlamışken sosyalist siyaset dağınık ve yönsüz durumda. Düzeni teşhir etmekten uzak, örgütlülükten çok tekil başlıklarda aktivist siyaset yapma görüntüsü sunan bir mücadele anlayışı da demokratik mücadelelerde öncülüğü alamıyor. Aksine, aktivizmi yapılan konularda siyasi temsilcilik yine düzen muhalefetine teslim ediliyor. Dolayısıyla, Bozdoğan Kemeri yalnızca iktidarın korkusunu temsil etmiyor, kemer aynı zamanda sosyalistlerin aşamadığı bir duvara dönüşmüş bulunuyor.

Yenilenme ihtiyacı bağlamında bir strateji tartışması

Sosyalist siyasetin etki alanının daralmasını, toplumla temasının azalmasını, politik perspektifini yitirişini yalnızca düzen güçlerini tartışan dışsal bir mesele olarak değil, başlı başına stratejik tercihlerle ilgili tartışmak gerekiyor. Bu bağlamda sosyalistler arasındaki tartışmaların değerlendirilmesi ayrı bir önem arz ediyor.

Özellikle yerel seçim gündeminde iki eğilimin ortaya çıktığı ileri sürülebilir. Bunlardan ilki AKP karşısında geçici bir süreliğine de olsa düzen içi muhalefeti destekleme tercihiyken, daha zayıf olan diğeriyse yukarıda bahsedilen tasfiye tehlikesini gören bir perspektiften sosyalistlerin devrimci bir çıkışı esas alması gerektiğini söyleyen eğilim. 2023 seçimlerini takiben, ancak bilhassa 2024 yerel seçimleri sonrasında yoğunlaştırılmış şekilde yaşadıklarımız ikinci yönelimin ayrıntılı bir şekilde tartışılması gerektiğini gösterdi. Sosyalist siyasetin etki alanının zayıfladığı, sosyalizmin yeni çıkış hatları öneremediği bir bağlamda sosyalistlerin  inisiyatifi ve örgütlenme fırsatlarını düzen içi muhalefete kaptırması olasılığının güçlendiğini görmek gerekiyor. Politik olma hâlinin tarihsel perspektiften yoksun, güncel siyasetin güç dengelerine dayandırıldığı bir anlayışın bizi tarihsel birikimimizden uzaklaştırdığını da buna ekleyebiliriz.

Sosyalist siyasetin içine sokulduğu cenderenin çıkışı, şekilsiz bir AKP karşıtlığından kurtulmaktan geçiyor. AKP iktidarına karşı mücadele toplum içindeki ilerici kesimleri bir araya getiriyor olsa da bu, yalnızca bir keyfi yönetim sorununa indirgenen AKP iktidarını da aşan, Türkiye kapitalizminin tümünü kapsayan dolayımlara sahip olan bir mücadele. Bu mücadelede işçi sınıfının siyasal ve ideolojik ağırlığını oluşturacak bir perspektif ile ortaya konulacak alternatifleri otoriter rejimin parçası olarak nitelenebilecek muhalefetin demokratik mücadelelerde tutarlı bir rol oynayamayacağı gerçeğiyle birleştirmek bu tarz bir strateji tartışmasının ana unsurlarından olabilir.

Sosyalist siyasetin kitleselleşme konusundaki sıkıntılarının hem bir siyasal sorun hem de araç sorunu olarak ele alınması gerekiyor. Siyasal bir sorun; çünkü kitlelerin kazanılacağı ikna edici bir siyasal perspektif, bir yeni toplum hedefi ortaya konulmalı ki tekil mücadeleler bu program etrafında devinebilsin ve birbirini besleyen tek bir hareket hâline gelsin. Araç sorunu; çünkü sosyalistlerin geniş kitlelerle bağ kurabileceği ve aynı zamanda onları özneleştiren, onların toplumla kurdukları ilişkiyi dönüştüren araçlar (örneğin cephe türevi yapılar) ortada bulunmuyor. Var olan platformları dar siyasal tartışmalardan çıkaracak müdahaleler yapmak, bir mücadele odağının olmadığı belirli alanlarda ise nitelik olarak yetkinleşmeyle birlikte öncülük edilecek yeni girişimleri ortaya çıkarmak bu eksikliğe dönük bir hedef olarak düşünülebilir.

Emek ve Özgürlük İttifakı ve benzeri araçların salt seçim odaklı ya da ancak belirli gün ve haftalarda zoraki bir araya gelinen bir “müttefiklikten” çıkartılıp gerçek birer mücadele birlikteliğine dönüştürülmesi örnek olarak sunulabilir. Başka bir deyişle sosyalistlerin sadece dayanışma içeren değil, Kürt halkı ve temsilcisi özgürlük hareketi ile birlikte ortak bir halkçı programla mücadele etmeyi yeniden tartışması gerekiyor. Bunun için ise tekil sosyalist yapıların orayla kurduğu ilişkiden ziyade, sosyalistlerin belirli bir ortaklaşmayı sağlamış bir öbek olarak diğer öznelerle ilişki kurmaları daha anlamlı görünüyor. Bu bağlamda verilebilecek örneklerden birisi Gezi ve Kobanê davalarını birbirinden ayrı tutmaya gayret eden düzene karşı bu davaları birleştirme tercihi olabilir. Gezi tutsaklarıyla devrimci Kürt tutsaklar için verilecek adalet mücadelesini ortaklaştırmak, savaş siyasetinin yükseltildiği koşullarda barış mücadelesini yükseltmek kısaca ele aldığımız özneleşme ve geniş kitlelerle dönüştürücü bir bağı kurmanın adımlarından birisi olarak ele alınabilir.

Barış mücadelesini sınıfla, demokrasi mücadelesini devrimci öncülükle ve bir iktidar perspektifiyle buluşturmak strateji tartışmasını örgütsel şema tartışmasından çıkartmayı gerektiriyor. Sosyalist strateji tartışması örgütsel ve siyasal çıktıları ile birlikte devrimci bir siyasal hattı örecek bir bütünlüğün oluşmasını sağlamaya varacaksa bu ancak siyasal perspektif ve uygun araç sorunlarına odaklanan bir ideolojik netleşme süreciyle mümkün olabilir. Türkiye kapitalizminin geniş toplum kesimlerini proleterleştirmeye devam ettiği  bir arka planda programsız bir seçim ittifakı değil; alternatif iktidar programı öneren birleşik bir sol odağın oluşması için yapılacak bir tartışma, sancılı ve inişli çıkışlı da olsa elzem görünüyor.

Metehan Akman
İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra aynı alanda yüksek lisans yaptı. Bu sırada ve sonrasında İleri Haber portalında çevirmenlik ve çeviri metinlerle ilgili editoryal destek sundu. Hâlihazırda medya danışmanlığı yapan bir kuruluşta çalışıyor.