Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Elçiye zeval veriyorlar, değil mi? Trump ve Erdoğan’ın ortak noktası

Bu içeriği paylaş:

“Bugün bu koltukta ben oturuyorum. Yarın bir başkası oturacak… Yüzlerce meslektaşımın, belirledikleri orandan çok farklı bir verinin yayımlanmasına sessiz kalabileceğini hayal edebiliyor musunuz?”

Bu sözlerin, geçtiğimiz Cuma günü ABD Başkanı Donald Trump tarafından görevden alınan ABD Çalışma İstatistikleri Bürosu (BLS) eski Başkanı Erika McEntarfer’a ait olduğunu sanmanız anlaşılır olurdu. Trump bu kararı, BLS’nin yayımladığı istihdam verilerinin, kendi gerçeği çarpıtan ekonomik anlatısıyla çelişmesinin ardından aldı. Ancak bu sözlerin sahibi, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK, İngilizce adıyla TurkStat) eski başkanı Sait Erdal Dinçer’dir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2022 yılının başlarında TÜİK’in yayımladığı enflasyon verilerinin, Türkiye’de hızla tırmanan enflasyon krizini önemsiz göstermeye yönelik çabalarını boşa çıkarmasının ardından Dinçer’i görevden almıştı.

Bu iki olay arasındaki benzerlik çarpıcıdır. Her iki durum da, otoriter eğilimler taşıyan liderlerin tarafsız verileri tehdit olarak görme ve işlerine gelmeyen istatistikleri yayımlayan yetkilileri cezalandırma eğilimini yansıtır. Hem McEntarfer hem de Dinçer, liderlerini kötü gösteren resmi verilerin altına imza attıkları için görevden alındı. Türkiye’de, Aralık 2021’de açıklanan resmi enflasyon oranı %36’yı aşarak 19 yılın zirvesine ulaşmıştı. Bağımsız araştırmacılar ise gerçek oranın daha da yüksek olduğunu öne sürüyordu. Erdoğan, kurum yöneticilerini kapalı kapılar ardında azarlamış, ardından Dinçer’i görevden almıştı.

Üç yıl sonra, 2025 Temmuz ayında açıklanan BLS raporu, istihdam artışında yavaşlama ve önceki aylara dair ciddi aşağı yönlü revizyonlar içeriyordu; bu da ilk tahminlerden çok daha karamsar bir tablo çizdi. Trump buna, McEntarfer’ı görevden alarak yanıt verdi ve onu hem yetersiz hem de kurnaz bir siyasi sabotajcı olarak karalamaya çalıştı. Hiçbir kanıt sunmadan, BLS verilerini “sahte” ve “hileli” ilan etti; kurumun uzun süredir uyguladığı istatistiksel revizyon sürecini ise partizan bir örtbas girişimi gibi lanse etti.

Trump’ın bu tavrı, eski ABD Başkanı Richard Nixon’la da kıyaslandı. Hem Nixon hem Trump, kendilerini büyük komploların kurbanı olarak sundu ve istatistik kurumlarındaki kadroları, hoşlarına gitmeyen veriler sonrası yeniden yapılandırdı. Ancak, tüm pervasızlığına rağmen Nixon, BLS başkanını doğrudan görevden almadı ve onun aşırılıkları iki partiden de tepki çekti. Bugün ise Cumhuriyetçi Parti’nin büyük ölçüde Trump’a biat etmesi, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’ndeki koşulsuz itaati andırıyor.

Elbette, resmi istatistikler hiçbir zaman siyasetten tamamen bağımsız değildir. Seçimle gelen yöneticiler hangi verilere kaynak ayrılacağına, hangi soruların sorulacağına ve “istihdam”, “ırk” ya da “cinsiyet” gibi temel kategorilerin nasıl tanımlanacağına karar verirler. Politikacılar genellikle verileri kendi mesajlarını destekleyecek şekilde yorumlar. Ancak, bu verileri hazırlayan uzmanlara doğrudan misillemede bulunmak çok daha tehlikeli bir eşiği ifade eder. Trump’ın yaptığı, en partizan hükümetlerin bile genelde saygı gösterdiği bir sınırın aşılmasıdır: resmi istatistiklerin bağımsızlığı. Oysa bu veriler, sadece işleyen bir demokrasinin değil, sürdürülebilir bir ekonominin de temelidir.

Erdoğan’ın Türkiye’si ile Trump’ın ABD’si arasında bazı temel farklar hâlâ mevcut. Erdoğan 2022’de Dinçer’i görevden aldığında, TÜİK’in itibarı zaten ciddi şekilde zedelenmişti. 2019-2022 arasında Erdoğan hükümeti hem TÜİK hem de Merkez Bankası’nın başkanlarını sık sık değiştirerek kurumsal güveni sarstı ve para politikası ile veri üretimi üzerindeki kontrolünü pekiştirdi. Trump’ın McEntarfer’ı görevden alması, benzer bir sürecin ilk halkası olabilir; ancak Erdoğan tarzı bir kurumsal tasfiyeye dönüşüp dönüşmeyeceği henüz belirsiz. Şimdilik, BLS gibi kurumlar hâlâ güçlü bir itibara sahip ve bunu büyük ölçüde görevlerini ciddiyetle yürüten kariyer bürokratlarına borçlular. Türkiye’de Erdoğan, faiz politikası tercihlerine uymayan Merkez Bankası başkanlarını görevden alırken, ABD Merkez Bankası Başkanı Jerome Powell ise Trump’ın onu görevden alma yetkisi olmadığını net biçimde belirtti.

Trump ile Erdoğan arasında bir diğer fark da inkâr biçimlerinde yatıyor. Şahan Savaş Karataşlı’nın gözlemine göre Erdoğan, kamuoyu önünde enflasyon krizini küçümsese de, tabanını rahatlatmak için asgari ücret artışları ve kamu yardımları gibi adımlar attı. Trump ise öyle bir inkâr içinde ki, herhangi bir müdahale ihtiyacı bile duymuyor. Ekonomik sorunlara maddi çözümler sunmak yerine, uyarı işaretlerini yok sayıyor ve suçu bürokratlara atıyor. Bu tavır, kısa vadede siyasi bedel ödeyebilir; fakat o zamana kadar yarattığı tahribat büyümeye devam edecek.

McEntarfer’ın görevden alınması, Trump’ın veri altyapısına yönelik ilk saldırısı değil. İkinci döneminin ilk 100 gününde Trump yönetimi, bazı temel raporları kökten değiştirdi, önemli veri toplama faaliyetlerini durdurdu, bütçeleri tehlikeli derecede düşürdü, bilim insanları ve istatistikçilere bulguları değiştirmeleri yönünde baskı yaptı, ve veri setlerini uyarı vermeden çevrimdışına aldı. Göçmenlere yönelik amansız kampanyasında ise veri mahremiyetine dair normları tamamen hiçe saydı. Şimdi ise, sadece verilerin güvenilirliğini sorgulamakla kalmıyor, görevlerini yapan kurum yetkililerini doğrudan cezalandırıyor.

Trump, hoşuna gitmeyen gerçekleri bastırarak ve işbirliği yapmayı reddedenleri susturmaya çalışarak klasik bir otoriter lider el kitabını uyguluyor. Bu strateji, bağımsız kurumların itibarsızlaştırılmasını, kariyer kadrolarının korkuyla sindirilmesini, bir dezenformasyon ekosistemi yaratılmasını ve devletin liderin anlatısını halkın yararının önüne koyacak şekilde yeniden şekillendirilmesini içeriyor. Türkiye’de Erdoğan’ın yaptığı personel değişiklikleri, gerçeğin gücünün değil, gücün gerçeğinin hüküm sürdüğü bir siyasi kültürün normalleşmesine katkı sundu. ABD’de McEntarfer’ın görevden alınması, Trump’ın benzer bir yolu izlemeye ne kadar istekli olduğunu gösteriyor.

Oysa bu mesele hayati önemde. Doğru veriler, kaynakların adil dağıtımından bireylerin kişisel ekonomik planlamalarına kadar her şey için gereklidir. Aynı zamanda toplumsal ortak anlayışın temelini oluşturur. Bu temelin çökmesi, halkın hem demokrasiyi anlamasını hem de yöneticileri denetlemesini zorlaştırır. Gerçekleri tehdit olarak gören liderler, aslında demokrasinin kendisini hedef alıyor demektir. ABD henüz Türkiye’deki düzeyde bir yürütme gücü tekelleşmesine ulaşmış değil; ancak demokrasiyi önemseyen herkes, Trump’ın bu son saldırısına karşı sessiz kalmamalı ve susturulmak istenenlerle dayanışma göstermelidir.

 

Yazının orijinali 5 Ağustos 2025 tarihinde Center for Economic and Policy Research (CEPR) internet sitesinde yayımlanmıştır. Metne şu bağlantıdan erişilebilir: https://cepr.net/publications/what-trump-and-erdogan-share/

Çeviri: M. Gürsan Şenalp

Hayley Brown

Center for Economic and Policy Research’te (CEPR) araştırmacı olarak çalışmaktadır. Araştırmaları, emek ve işçi hakları, engellilik, eşitsizlik ve halk sağlığı gibi konuları kapsamaktadır.

Bu yazı için gösterilecek etiket bulunmamaktadır.