“İnsanlığın ihtiyaç duyduğu güven ve huzur, ancak İslam’ın hakikatlerinin bilgi, bilinç, ahlak ve sistem düzeyinde hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır.” Bu sözler, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a ait. Geçtiğimiz günlerde 9. Dini Yayınlar Kongresi’nde konuşan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, çağdaş dünyanın epistemolojik ve ontolojik bir çıkmaz içinde olduğunu iddia etti. Ancak bu cümleyi dinsel bir retorik olarak değil; son yirmi yılda Türkiye’de inşa edilen yeni hegemonik düzenin ideolojik çerçevesini özetleyen bir söylem olarak değerlendirmek gerekir. Bu sözler, sıradan bir teolojik yorum olmaktan öte, Türkiye’de siyasal İslam’ın ideolojik aygıtlarının nasıl yeniden yapılandığını ve bilgi üretiminin iktidar ilişkileri bağlamında nasıl işlevselleştirildiğini kavramak açısından kritik önemdedir. Zira “hakikat” yalnızca teolojik temelde değil; sınıfsal, mekânsal ve siyasal tercihlere dayalı inşa edilmektedir.
Bu yazıda, Erbaş’ın sözlerinden hareketle Diyanet’in günümüz Türkiye’sinde nasıl bir kültürel hegemonya projesinin taşıyıcısı haline geldiğini ve mevcut rejim içerisinde nasıl konumlandığını tartışacağım.
İslami bilgiyle rıza üretimi
Günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı yalnızca ibadet hizmetleri sunan bir kamu kurumu olmanın ötesinde, hakikat rejimini şekillendiren ve “neyin bilgi, neyin hakikat olduğu”na karar verme kudretine sahip kurumsal bir aktör haline gelmiştir. Bu bağlamda, Erbaş’ın “Batı merkezli bilginin açmazı” yönündeki söylemi, seküler bilgi biçimlerine yönelik bir epistemolojik eleştiriden ziyade, sınıfsal tahakküm ilişkilerini meşrulaştıran ideolojik bir araç olarak işlev görmektedir. Buradaki “Batı” yalnızca coğrafi bir referans değil; eleştirel düşünceyi, laik kamusallığı, sınıf bilincini ve yurttaşlık haklarını temsil eden modernitenin reddini içermektedir.
Türkiye’de son yıllarda Diyanet, kurumsal tarihinde hiç olmadığı kadar yükselen bir aktör konumuna yerleşti. Son yirmi yılda kurumsal kapasitesini ve meşruiyetini en fazla genişleten/güçlendiren kurum olarak, 2006’da 1.3 milyar TL olan bütçesi 2024’te 91.8 milyar TL’ye çıkmış, personel sayısı 117 bine ulaşmıştır. Devlet protokolündeki yerinin 53. sıradan 10. sıraya yükselmesi, onun rejimin merkezî ideolojik taşıyıcısı haline geldiğini göstermektedir. Bu yalnızca laiklik ilkesinden uzaklaşma değil, aynı zamanda bilgi üretiminin merkezileşmesi ve teolojik bilgi biçiminin hegemonik hale gelmesi anlamını taşımaktadır.
Antonio Gramsci’nin hegemonya kuramı çerçevesinde değerlendirildiğinde, egemen sınıflar sadece zora dayalı araçlarla değil, kültürel ve ideolojik aygıtlar vasıtasıyla rıza üreterek iktidarlarını pekiştirir. Hegemonya, bu bağlamda fikirler, ortak duyular, değerler üzerinden inşa edilir. Türkiye’de 2010 sonrasında AKP, İslamcı-muhafazakâr bir hegemonya projesi yürütmektedir ve bu projenin epistemik ayağını sistematik olarak Diyanet üretmektedir. Yayımladığı hutbelerden okul öncesi dini eğitim kitaplarına, kadınlara yönelik vaaz dilinden dijital yayın stratejilerine kadar tüm üretim, tek merkezli bir “hakikat rejimi” inşasına yöneliktir.
Bu rejim, yalnızca teolojik içerik sunmaz; yoksul sınıfları pasifize eden, eleştirel düşünceyi bastıran, neoliberal düzeni “kader” olarak sunan bir ideolojik yapı ile şekillenir. Erbaş’ın konuşmasında öne çıkan “merhamet, itidal, emanet” gibi değerler, bir yandan Batı’nın kaotik ve yozlaşmış olduğu imajını pekiştirirken, diğer yandan İslam’ın toplumsal inşasının sosyal adalet getireceği yanılsamasını üretmektedir. Oysa bu değerler, iktidar pratiklerinde emeğin güvencesizleştirilmesi, kadınların kamusal alandan dışlanması ve itaate dayalı bir toplum yapısının inşasıyla sonuçlanmaktadır. Bu bağlamda söz konusu değerler sistemi, emekçiye sabrı, kadına itaati, yoksula ise tevekkülü telkin ederek sermaye düzeninin yeniden üretimine katkı sunmaktadır.
Olağanüstü devlet biçiminde Diyanet’in rolü
Türkiye, uzun süren krizler ve otoriter dönüşüm döneminde derin ve çok yönlü bir siyasi metamorfoz geçirmiştir. Bu dönüşüm sadece devletin kurumsal mimarisini yeniden şekillendirmekle kalmamış, aynı zamanda devlet-toplum ilişkilerini de derinden yeniden yapılandırmıştır. Bu sürecin merkezinde, hem kurumsal maddiliği somutlaştıran bir aygıt hem de sınıflar arası dikey ve sınıf içi yatay mücadelelerin ortaya çıktığı stratejik bir alan ve toplumsal bir ilişki olarak devlet yer almaktadır.
Nicos Poulantzas’ın “olağanüstü devlet biçimleri” kavramı hatırda tutularak Türkiye’deki rejim dönüşümü analiz edildiğinde, 2013 Gezi direnişi, 2015’te Kürt siyasetiyle yaşanan çatışmalı süreç ve 2016’daki darbe girişiminin ardından neoliberal otoriter devlet biçimini aşan “olağanüstü devlet biçiminin” inşasına yönelindiği görülmektedir. Bu yeniden yapılandırma, anayasasızlaştırma sürecini, İslamcı ideolojinin devlet yönetimine entegre edilmesini ve dinin araçsallaştırılmasını içermektedir. Bu rejimin temel karakteristiği, devletin tüm aygıtlarının yürütmenin vesayeti altına alınması ve ideolojik aygıtların merkezi rol üstlenmesidir. Bu süreçte Diyanet, rejimin yıldız kurumlarından biri haline gelmiştir.
Diyanet’in yeni rolü, yalnızca dinsel değil; aynı zamanda rejimin inşasına sınıfsal katkıda bulunan bir konumdadır. Kurum, camilerde “haline şükretmeyi” vaaz ederken; müftülükler TOKİ projeleri kapsamında konut dağıtmakta, imamlar ise İslami burjuvazi tarafından inşa edilen büyük camilerde bu sınıfsal ayrışmanın meşruiyet zeminini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Diyanet’in ürettiği “sahih bilgi” söylemi hem iktidarın ideolojik tekelleşmesini sağlamaya hem de İslami sermaye sınıfının kültürel hegemonyasını pekiştirmeye yöneliktir. Bilgi, böylelikle nesnel bir gerçeklik değil; sınıfsal pozisyonun bir ifadesi ve ideolojik yönlendirme aracı haline gelir.
Ve karşı-hegemonya ihtimali
Ali Erbaş’ın “İslam’ın hakikatlerini sistem düzeyinde hayata geçirme” çağrısı, seküler ve sınıfsal mücadele tarihine karşı geliştirilen ideolojik bir karşı-devrim girişimi olarak değerlendirilebilir. Bu girişim, Diyanet aracılığıyla örgütlenen bir “hakikat rejimi” inşa etme çabasıdır. Bu bağlamda bilgi, özgürleşmenin değil; itaate dayalı bir toplumsal yapının tesisinde kullanılan bir araç haline gelmiştir. İslam’ın ahlaki kodları, sermaye düzeninin diliyle iç içe geçirilmiş, kutsal olanın dünyevi tahakküm mekanizmalarıyla sentezlenmesi sağlanmıştır.
Bu koşullar altında solun önündeki temel görev, bu “hakikat” rejiminin sınıfsal temelini ifşa etmek ve bilgi ile inancın hangi çıkarlar doğrultusunda, kimler adına ve kimlerden gizlenerek üretildiğini ortaya koymaktır. Zira gerçek bir özgürleşme yalnızca maddi üretim ilişkilerinde değil, bilgi üretim süreçlerinde de devrimci bir kopuşu gerektirir.
Referanslar:
Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks, (Der. ve Çev.) Q. Hoare & G. Nowell Smith, New York: International Publishers.
Lord, C. (2018). Religious Politics in Turkey: From the Birth of the Republic to the AKP, Cambridge: Cambridge University Press.
Oğuz, Ş. (2023). “AKP’li Yıllarda Siyasal Rejimin Dönüşümü: Çelişkili Bir Süreç Olarak Yeni Faşizm”, Toplum ve Hekim, 38 (2), 106-125.
Poulantzans, N. (1978). State, Power and Socialism, London: New Left Books.
Şen, M. (2020). “The AKP rule and the directorate of religious affairs”, In Erdoğan’s ‘New’ Turkey: Attempted Coup D’état and the Accelerations of Political Crisis, (ed.) Nikos Christofis, London & New York: Routledge, 40-57.
(*) Görsel, ChatGPT tarafından üretilmiştir.
Deniz Parlak
Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Ardından Ankara Üniversitesi’nde lisansüstü eğitimine devam etti. “Kutsalından Arındırılmış Din: Helal Gıda’nın Ekonomi Politik Analizi” başlıklı tez çalışmasıyla yüksek lisans eğitimini tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi Bilim Dalı’nda 2019 yılında doktora derecesini aldı. Sürdürdüğü doktora çalışması için İngiltere’de SOAS University of London’da Siyaset ve Uluslararası Çalışmalar Bölümü’nde bir yıl misafir araştırmacı olarak bulundu. 2010-2013 yıllarında Akdeniz Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisi, 2013-2017 yıllarında Altınbaş Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Halen Avrupa Üniversitesi Viadrina’da çalışmalarına devam etmektedir. Praksis dergisi Yayın Kurulu Üyesidir. Din ve siyaset ilişkisi, siyasal antropoloji, İslâmiyet özelinde din-kültür ilişkileri, toplumsal cinsiyet konularında çeşitli çalışmaları, ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır. Laikleşme Sürecinde Camiler kitabının yazarıdır.