Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

“Büyük İleri Atılım” tartışmalarını yeniden değerlendirmenin önemi

Bu içeriği paylaş:

Çeviri: Onurcan Ülker

Çevirenin Notu: Bu metin, özellikle anti-komünist yazında sıklıkla istismar edilen ve sosyalizmin ‘insan doğasına aykırı’ olduğunu kanıtlamak için çokça atıf yapılan Çin’in Büyük İleri Atılım sırasında yaşadığı kıtlıkla ilgili güncel bir çalışma olan Çinli araştırmacı Yang Songlin’in (杨松林) 2013 tarihli Birileri Gerçeği Söylemeli: “30 Milyon İnsanın Açlıktan Ölümü Üzerine (总要有人说出真相——关于饿死三千万) başlıklı kitabının İngilizce çevirisine yazılmış önsözün çevirisidir. Söz konusu kitap çevirisi, 2021 yılında Telling the Truth: China’s Great Leap Forward, Household Registration and the Famine Death Tally (Gerçeği Söylemek: Çin’in Büyük İleri Atılımı, Hanehalkı Kaydı ve Kıtlık Ölüm Sayısı) başlığıyla Palgrave Macmillan tarafından yayımlanmıştır. İngilizce çeviriye önsöz, Çin kökenli üç eleştirel sosyal bilimci tarafından kaleme alınmıştır. Bunlardan Lin Chun Praksis Dergisi‘nin Uluslararası Danışma Kurulu üyesidir.

Arka plan ve önem

Bu önsöz, üç amaca hizmet etmektedir. İlkin, böyle bir kitabın yayımlanmasının arka planını ve önemini ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Ardından, ikinci olarak, alana ilişkin bir tahlil eşliğinde kitabın başlıca savlarını açıklamaktadır. Son olarak ise, kendi bakış açımıza göre, kitabın sınırlılıklarını ifade etmeye çalışmaktadır.

Bu kitap, genel olarak Büyük İleri Atılım (BİA) ve 1958-1961 arasındaki “üç zorlu yıl” olarak adlandırılan döneme ilişkindir. Söz konusu olan, tanınmış yayınların sıkça ele aldıkları bir konudur ve hem Batıda hem de Çin’de, gerek bu alandaki pek çok saygın akademisyenin gerekse basının ve kendini bilgili sayan kişilerin kabul ettikleri iki kanı mevcuttur. Kabul gören kanılardan biri, en az 30 milyon Çinlinin açlıktan öldüğüdür (ki bu, BİA’nın kıtlık bilançosu, nüfus kaybı yahut demografik değişimi olarak adlandırılmaktadır). Kabul gören diğer kanı ise, insanlık tarihindeki bu en büyük insan yapımı felaketten Çin Komünist Partisi’nin, özellikle de diktatör Mao Zedong’un sorumlu olduğudur. Frank Dikötter, konuya ilişkin kitabının adını gayet basit bir şekilde Mao’nun Büyük Kıtlığı koyarken, Jasper Becker ise Mao’nun Gizli Kıtlığı demeyi tercih etmiştir. Bu konular ve kanılar hakkında, ana akım seçkin Çinli aydınlar ve ana akım Batılı yayınlar gönül rahatlığıyla hemfikirdir.

Lakin Yang Songlin tarafından kaleme alınan bu kitap, yaygın kabul gören her iki kanıya da meydan okumaktadır. Bu meydan okumanın önemi, geniş bir bağlamda değerlendirilmelidir. BİA, Çin Halk Cumhuriyeti’ni (ÇHC) anlamak açısından mühim bir olaydır; zira, BİA hakkındaki gerçek, geçmişte olduğu gibi şimdi de, Çin’e yönelik basmakalıp siyah-beyaz efsanesini çürütmek açısından önem taşımaktadır. Peki ya bu kitap, BİA’nın hakikaten de kırsal ve kentsel yaşamı iyileştirmek için tasarlandığını, kitlesel eğitim, sağlık hizmetleri, toplum refahı ve kadınların katılımını içerdiğini ve ciddi siyasa hatalarının öykünün tamamını yansıtmadığını gösterirse? Ya bu kitap, sizi, BİA’nın yol açtığı kıtlığın sayısı 30 milyona varan can kaybına mal olduğu ve her şeyden tamamen Mao’nun sorumlu olduğu şeklindeki yukarıda değinilen iki kanının tam tersine ikna ederse yahut en azından bunları sorgulamanıza vesile olursa?

Şayet, diyelim ki şayet, kitap bizi BİA’nın şimdiye dek kabul edilen ölçekte bir felaket olmadığına, yani kıtlıktan ölenlerin sayısının iddia edildiği gibi 30 milyon olmak bir yana, kitapta belirlendiği gibi dört milyondan az olduğuna makul bir şekilde ikna ederse, o zaman Mao dönemine farklı bir gözle bakılacaktır. Birkaç milyon, yine de, mutlak verilere göre korkunç ve affedilemez bir sayıdır; ancak Çin ve dünya tarihi söz konusu olduğunda, göreceli olarak, emsalsiz bir sayı değildir. Üstelik, ya Mao, 1958’in sonlarında ve 1959’un başlarında, bir dizi mektup ve talimat yazarak, aşırı-sol “komünizm rüzgârını” dindirmeyi gerçekten denemiş ve başarısız olmuşsa; ya, orta kademe bürokrasinin kendi meramını yeterince aktaramayacağı korkusuyla, tabandaki (yani üretim takımı, üretim tugayı ve komün olmak üzere üç farklı düzeydeki) parti yetkililerine doğrudan hitap etme ihtiyacı hissettiyse (Mao, 1993, bkz. Pang ve Jin, 2013); ve fakat, yıkıcı olaylar kendi seyrini izlemeye başladığında, istenmeyen bütün sonuçları kontrol edemeyen etten-kemikten, hakiki bir insansa? Teorik olarak Mao, en üst düzey iktidarı elinde tutuyordu gerçi, ne var ki gerçek siyasal yaşamda, çalışma arkadaşlarının desteğine ve anlatısal uzlaşıya ihtiyaç duyuyordu. Dolayısıyla, Çin’de olumlu olan her şey Mao’ya mal edilemeyeceği ve edilmemesi gerektiği gibi, ÇHC’de olumsuz olan her şey de tek başına Mao’nun eseri değildi.

Eğer ki bu kitap, gerçeğe daha uygun bir anlayışa ikna edici bir şekilde katkıda bulunabilirse, işe o zaman, Mao döneminin genellikle algılandığı kadar irrasyonel ve yıkıcı olmadığını kabul etmek açısından ileri doğru bir adım atılmış olacaktır. Aynı zamanda bu, Mao sonrası ekonomik büyümenin bir mucize olmadığını anlamak için de atılmış bir adımdır. Dinde mucizeler olur, ancak ekonomik kalkınmada mucizeler yoktur. Piyasa-merkezli siyasa reformları ve uluslararası sermaye, Mao sonrası iktisadi kalkınmaya katkı sunmuştur; bununla birlikte, Mao döneminde sanayi, tarım ve insan kaynakları açısından atılan temel asla göz ardı edilmemelidir. Misal, sanayiyi ele alalım. ÇKP’nin iktidarı devraldığı 1949’da, Çin’in sınai kapasitesi Belçika’nınki kadardı; oysa 1970’li yılların sonunda (Mao, 1976’da ölmüştü), Çin’in sınai kapasitesi dünya çapında altıncı büyük konuma gelmişti bile (Meisner, 1999).

BİA, Mao dönemindeki en yıkıcı vaka olarak görülebilir gerçi, ne ki Çin’in siyasal ve entelektüel seçkinleri, anlaşılabilir bir şekilde, Kültür Devrimi’ni en yıkıcı vaka olarak değerlendireceklerdir. Şayet BİA gibi tahripkâr bir olay, bu kitabın göstermeye çalıştığı gibi, dönemin siyasal tutkuları ve söylemi çerçevesinde, irrasyonel değil, aksine rasyonel siyasa hatalarının bir sonucu olarak kavranabilirse, işte o zaman Çinlilerin de herkes gibi normal insanlar olduğunu ve ÇKP yönetimi altındaki ÇHC’nin, dünyayı tehdit eden uğursuz bir canavar olmadığını anlamaya yönelik bir adım daha atılmış olacaktır.

Çin’in Mao sonrası entelektüel seçkinleri, Çin’in iktisadi kalkınmasının BİA ve Kültür Devrimi’nde somutlanan Maoist politikalar tarafından sekteye uğratıldığını öne sürmek için, Çin’i salt Japonya ile değil, Singapur, Hong Kong ve Güney Kore ile de karşılaştırmaya pek düşkündür. Fakat bu ekonomilerden herhangi biriyle yapılacak bir karşılaştırmanın, bilhassa ekonomik rasyonalist yaklaşım böyle bir karşılaştırmada Soğuk Savaş bağlamını göz ardı ettiğinde, portakalı elma ile karşılaştırmak kadar bile verimli olamayacağı söylenebilir. Daha kıyas götürür bir karşılaştırma, dünyanın en büyük demokrasisi olan Hindistan ile en büyük sözüm ona komünist devlet olan Çin arasında yapılabilir ki burada söz konusu olan, benzer sosyoekonomik koşullara sahip iki karşıt rejimdir. Çin, Hindistan’dan farklı olarak, on milyonlarca insanın ölümüne ve hesaplanamaz bir maddi yıkıma yol açan 14 yıllık bir Japon işgaline uğramasına ve hemen ardından, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, milyonlarca askerin katıldığı üç yıllık geniş çaplı bir iç savaş yaşamış olmasına karşın, 1949 yılında kurulan ÇHC, Mao döneminde, 1947 yılında bağımsızlığını kazanan Hindistan’dan, kadınların statüsü bir yana, yaşam beklentisinden tutun da bebek ölümleri, sağlık hizmetleri ve okuryazarlığa kadar hemen her türlü sosyoekonomik gösterge söz konusu olduğunda, sahip olduğu devasa nüfusun yaşam koşulları bakımından çok daha iyi bir performans göstermiştir.

BİA tartışması, aynı zamanda bir sosyalizm tartışmasıdır

Nihayetinde ve temel olarak, BİA tartışması, Çin’in iktisadi kalkınmasının açıklanmasına ilişkin bir tartışmadır ki bu da, sosyalizm veya daha doğrusu sosyalizm deneyimi üzerine bir tartışmadır. ÇHC, Mao döneminde, sosyalizmi deneyimliyordu ve BİA da, kolektif tarıma ve daha hızlı sanayileşmeye yönelik bir denemeydi. SSCB modelinden farklı olması tasarlanan bir deneyim olduğu içindir ki, özellikle yerelden ve tabandan gelen her türlü inisiyatif teşvik ediliyordu. Halk Komünü ve demir-çelik üreten sokak fırınlarının kurulması gibi inisiyatifler yukarıdan planlanmamış, fakat tabandan ortaya çıkmıştır. Halk Komünü gibi bazıları, üzerinde biraz düzenleme yapıldıktan sonra neticede merkezi yönetim tarafından onaylanmış; derme çatma metal fırınları ve halk yemekhaneleri gibi bazı uygulamalara ise son verilmiştir. Söz konusu denemelerden bazıları yönetilemeyecek kadar büyük ölçekli olduğu, merkezin haberdar olamayacağı kadar hızlı bir şekilde ilerlediği yahut bunları durdurmak için geç kalındığı içindir ki, BİA söz konusu olduğunda, evdeki hesap çarşıya uymamıştır.

Siyasal ve entelektüel seçkinlerin zihniyetini değiştirerek bürokratikleşmeyi engellemeyi hedefleyen Kültür Devrimi de bir denemeydi. Tıpkı BİA gibi, Kültür Devrimi de, tabandan gelen inisiyatifleri teşvik etmiş ve bu sebeple kitleler, siyasal ve entelektüel seçkinleri hedef alan eleştiri ve özeleştiri oturumları düzenleyerek iktidarı sorumlu kılmaya özendirilmiştir. Ancak, Kültür Devriminin gelişiminin de gösterdiği üzere, popülizm denetimsiz ve yıkıcı olabilir ve hatta çoğu zaman tam olarak böyledir.

1949 Çin Devriminde sosyalizm deneyiminin en temel içeriklerinden biri, BİA sırasında başlatılan ve Çin kırsalında altyapısal bir temel inşa ederek tahıl üretiminde istikrarlı bir büyümeyi tetikleyen kolektif tarımdır (Gao, 2020). Çin’in ilerlemeci sosyoekonomik programları, toplumsal eşitsizlik ve cinsiyet eşitsizliği konularını ve sorunlarını ele alması, yaşam beklentisini artırması, okuryazarlığı yükseltmesi, bebek ölümlerini azaltması ve 1949 öncesinde Çin’e musallat olan pek çok sağlık sorununun hakkından gelmesi bakımından başarılı olmuştur. Bir sosyalist bile, BİA’nın başlı başına bir başarı olduğunu iddia etmeyecektir, ancak bunun, Çinliler için iyi bir ders olduğunu pekâlâ savunabilir.

BİA’nın başarısızlıkları ile komünleştirme hareketi arasında kurulan yaygın lakin yanlış denklem, her iki projedeki örtük rasyonaliteyi göz ardı etmektedir. Dan Vukovich’in (2011, bkz. bölüm 4) savunduğu gibi, yerel bilgiyi (“oryantalist” bilginin aksine), pratik rasyonaliteyi ve tarihsel aktörlerin kendilerine yönelik kavrayışlarını ve söylemlerini dikkate almak gerekir. Chris Bramall, geriye dönüp bakıldığında, “Maoist dönemin sonlarında, tarımsal çıktının nüfus kadar hızlı artması olgusunun, pek çok açıdan kolektif tarımın etkili olmasına yönelik bir takdir ifadesi olduğunu” (2009, 245) ve kolektif tarımın, Çin’in mevcut topraklarını, “dünya üzerindeki diğer büyük ölçekli tarım üreticilerinden çok daha verimli bir şekilde” kullanmasına önayak olduğunu varsaymaktadır (2009, 231). Bir kıtlık trajedisi yaşanmış olması dahi, 1949’dan itibaren gerçekleşen gelişmenin yapıcı yönünü geçersiz kılmayacaktır (Lin, 2006, bkz. bölüm 1; Gao, 2018, bkz. bölüm 8; Wemheuer, 2019, bkz. bölüm 4).

Burada bizi ilgilendiren en önemli husus, bebek ölümlerindeki sert düşüşün ve yaşam beklentisinin 1949’da 36 yaş civarındayken 1979’a gelindiğinde etkileyici bir şekilde 68’e yükselmesinin tartışmasız birer gerçek oluşudur (Sen, 2005). Kaldı ki bu artış, “belgelenebilir küresel tarihteki en hızlı aralıksız artışlar arasında yer almaktadır” (Babiarz vd., 2015, 39). Sonuçta, ciddi aksaklıklara karşın Çin, dünyadaki ekilebilir arazilerinin %7’si üzerinde, o vakitler dünya nüfusunun dörtte birini, şimdi ise beşte birini beslemeyi başarmış ve insani gelişmenin başlıca tüm göstergelerinde bir atılım gerçekleştirmiştir (Lu ve Montes, 2002, 8-9). Kıtlık kaynaklı ölümlere ilişkin olarak daha büyük tahminler sunan önde gelen nüfus bilimi uzmanlarından Judith Banister bile, ÇHC’nin yaşam süresini diğer birçok ülkeden çok daha hızlı bir şekilde uzatması bakımından “süper-başarılı” olduğunu vurgulamıştır. En kötü yıl olan 1960 haricinde, Banister’ın 1958, 1959 ve 1961 yılları için kıtlıktan kaynaklı ölüm sayılarına yönelik bütün tahminleri, 1949 referans çizgisinin ve dahası “eski Çin”e ilişkin olarak bilinen her şeyin altındadır (Banister, 1987). BİA sırasındaki ölümler, Joseph Ball’ın da işaret ettiği gibi, “Çin halkının Maoist dönem boyunca diğer pek çok ölümü önleme konusundaki başarısıyla kıyaslanmalıdır. Ortalama yaşam süresindeki iyileşmeler, çok daha fazla, milyonlarca insanın yaşamını kurtarmıştır” (2006).

Dahası, Mao sonrası Çin’deki “mucizeyi” açıklamakla doğrudan ilgili bir olgu da, topyekûn kaynak seferberliğine sahne olan bu radikal yıllarında, Çin’in, toprak ve sulama altyapısı ile “yeşil devrimci” teknolojilerini kayda değer bir şekilde geliştirmiş olmasıdır (Eisenman, 2018). Bu süreçte, kolektif tarım, Çin’in sanayileşmeye yönelik olarak ülke içinde hem sermaye hem de emek birikimini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda sağlıklı ve eğitimli bir işgücü yetiştirmesi için gerekli koşulları yaratmıştır. Dolayısıyla Çin’in gösterişli iktisadi yükselişi, BİA’dan alınan dersler dahil 1949’dan itibaren hazırlanmıştır ve ortada mucizevi bir şey yoktur.

Yang’ın bu kitapta paylaştığı teşhis, piyasaya geçiş öncesinde ekonomik bir durgunluk yaşandığı yönündeki genelgeçer kanıyı tersine çevirmektedir. Bu ise, Mao dönemine, varsayımsal Maoist mantıksızlığın ve ıstırabın yavan tasvirine karşı, farklı ve daha nesnel bir bakışı olanaklı kılmaktadır. Günümüzde dahi, toprağın kolektif mülkiyeti ve yönetimi, ne denli zayıflatılmış olursa olsun, gerek kırsal nüfus gerekse genellikle güvencesiz işlerle meşgul olan devasa göçmen işgücü için, sosyal güvenlik açısından son savunma hattı işlevi görmektedir. Mao döneminde ÇKP’nin örgütlediği Çin kırsalı, mekânsal derinliğiyle, hem reform öncesi hem de reform sonrası dönemde, özellikle de kriz dönemlerinde, ülkeye geniş bir güvenlik ağı olarak hizmet etmiştir ki (He, 2007; Wen & Xiaodan, 2019), bu durum, son olarak 2020-21 COVID-19 krizi esnasında kanıtlanmıştır.

Çin bir kez daha yol ayrımında

Çin, tıpkı 1945’te, 1949’da sosyalist yola girdiğinde olduğu gibi veya 1978’de kendini nihayetinde kapitalizmin dünyasına taşıyan piyasa reformu yoluna girdiğinde olduğu gibi, bir kez daha yol ayrımındadır. 40 yıllık kalkınmanın ardından şimdi, Mao sonrası Çin, pek çok bakımdan hem gelişmekte olan hem de gelişmiş bir ülkedir; hem sosyalizmin izlek-bağımlı mirasları açısından sosyalist bir ülkedir hem de küresel bütünleşmeye yönelik siyasaları nedeniyle kapitalist bir ülkedir. Halihazırda mesele, tamamen kapitalist olmaya doğru mu, yoksa daha sosyalist olmaya doğru mu hamle yapılacağıdır. Sağ tarafta, piyasaya geçişi “tamamlama” ve buna uygun olarak sözde çok partili liberal demokrasinin bir biçimini benimseme dürtüsü mevcuttur. Sol tarafta ise, ÇKP’nin iktidara tutunarak hem emeği savunmak hem de yoksullara ve dışlanmış kesimlere fayda sağlamak üzere daha sosyalist sosyoekonomik siyasaları takip etmesi seçeneği bulunmaktadır. Bunlardan ikincisi, 2020 COVID-19 salgını karşısında elde edilen zafere dayalı bir ivmeye sahiptir gerçi, lakin kapitalizm yandaşı seçkinlerden gelen direniş ve bunun uluslararası sermaye açısından kesinlikle bir tehdit olmasından ötürü mücadele yoğunlaşmaktadır.

Kırsal kesimde toprağın kolektif mülkiyeti, son yıllarda zayıflamış olmakla birlikte, Çin sosyalizminin temel göstergelerinden biridir. Mao dönemindeki kolektif sistem, ÇHC’nin sanayileşmeye yönelik olarak sermaye birikimi yapmasını ve emek seferberliğini olanaklı kılmıştır. Bu, Mao sonrası iktisadi yükseliş açısından, sağlıklı ve eğitimli bir işgücü yetiştirmenin koşullarını oluşturmuştur. Ne ki, en azından yirmi senedir, süratli kentleşmeyle birlikte, piyasa mantığı, Çin kırsalında ölçek ekonomisi için yaygara koparmaktadır ki bu da, Çin’in siyasa yapıcılarını, defaatle, sermayesi olanları modern ve büyük ölçekli tarım yapmak üzere küçük hanelerden toprak satın almaya özendiren politikalar tasarlamaya itmektedir. Vaziyet budur, zira şimdiye dek hiçbir Çin yönetimi, ÇKP adına, toprakta kolektif mülkiyetin kökünü kazımak üzere devletin anayasasındaki ilgili hükmü değiştirmeye cesaret edememiştir. Denenen şey, çiftçi hanehalklarının sahip oldukları arazilerin kullanım haklarını, yıllık nakit yahut tahıl karşılığı kiralamalarını teşvik etmektir. Dolayısıyla, toprakların anayasal açıdan köylüler tarafından kolektif olarak sahiplenildiği, fakat idari açıdan kendi kullanımları için kişi başına hanehalklarına dağıtıldığı çetrefilli ve karışık bir sistemin gelişimine şahit olmaktayız. Söz konusu hanehalkları, daha sonra, toprağın kullanım haklarını, girişimci bir çiftçiye devredebilmektedir. Arazilerin bu şekilde birleştirilmesi sürecini hızlandırmak adına, çeşitli düzeylerde yerel yönetimler, mümkün olduğu kadar geniş arazileri “dolaşıma” sokmak amacıyla, kullanım haklarını kiraya verenleri mali olarak desteklemek için çeşitli programlar uygulamaya koymuştur. Neoliberal piyasa ekonomisi taraftarı eleştirmenler, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bunun yeterince ileri gitmediğini, çünkü yatırım yapan kimselerin toprak üzerinde belirgin ve kesin bir özel mülkiyet hakkına sahip olmak istediklerini ileri sürmektedir.

Devlet mülkiyeti kendi başına sosyalizmi tanımlamaz gerçi, ama kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT’ler) de bir başka açmaz teşkil etmektedir ki bunun çözümü, sonuç olarak, Çin’in sosyalist niteliğinden geriye ne kaldıysa, bunu ne ölçüde koruyacağını belirleyebilecektir. Çin’in stratejik çıkarları açısından yaşamsal öneme sahip olduğu farz edilen bankalar ile ulaşım ve ulusal savunma tesisleri gibi işletmelerin büyük bölümü, artık yabancılar dahil özel kuruluşların bunların çoğunda hisseleri olsa bile, devlete aittir. Genel olarak, KİT’lerin personeli ve çalışanları, kısmen sahip oldukları sosyalist geçmişin bir mirası olarak, kısmen hissedarları için kâr elde etmeye öncelik vermek zorunda olmadıkları için, daha yüksek gelirlere, daha iyi çalışma koşullarına ve daha gelişkin sosyal refah yardımlarına sahiptir. Ne var ki, KİT’ler, iki karşıt yönlü saldırı altındadır: Bir yandan piyasa verimlilik talep ederken, öte yandan devlet idari hesap verebilirlik talep etmektedir. İşletmeler zarar ederken, üst düzey yöneticilerin kendilerini, akrabalarını ve arkadaşlarını cömertçe mükafatlandırdığını görmek, hiç de alışılmadık bir durum değildir. Son yıllarda, birtakım üst düzey idari personelin yolsuzluk suçları işlediği ve devlet varlıklarını heba ettiği ortaya saçılmıştır.

Yang’ın kitabına gelince, bu metin, sosyalist Çin ve Çin’in gelecekteki yönüne ilişkin tartışmaları kapsayan tüm bu meselelerle ilgilidir. BİA hakkındaki yaygın kanılara meydan okurken gerçeğin peşine düşen ve ampirik temellere dayanan böylesi bir çalışma, araştırma sahasına yeni bir soluk getirmektedir. Bu kitap, ÇHC tarihinin ve daha genel anlamda Çin sosyalizminin önemli bir uğrağına yönelik olarak daha hatasız bir yaklaşım sunmayı amaçladığı içindir ki, yalnızca Mao dönemiyle değil, aynı zamanda günümüzdeki Çin’le ve Çin’in geleceğiyle de ilintilidir.

BİA’yı ve kıtlığı tartışmak: Küresel ve tarihsel bağlam

Çin’in hem içinde hem dışında, hem sağ hem de sol kanatta, kıtlığın en az 30 milyon cana mal olduğu görüşü, yaygın bir şekilde, gerçekmiş gibi kabul görmektedir. Velev ki, ÇHC Ulusal İstatistik Bürosu (UİB) da, 17 ila 22 milyon civarındaki sayıları usulca onaylamıştır (Jiang, 1987; Li, 1997, 1998). Lakin bu sayılar, kıtlığın on milyonlarca değil, milyonlarca insanı etkilediğini savunan gayriresmi araştırmacılar tarafından, yine gayriresmi olarak tartışma konusu edilmiştir (bkz. Tian Lao, 2008; Sun, 2011; Yao ve Song, 2011; Qi, 2012; Yang, 2013; Sun, 2016; Huang, 2018). Yang Songlin, bu kitapta, söz konusu tartışmaları masaya yatırarak, kendi savını bütünüyle bilgiye dayalı ve mantıksal açıdan analitik bir şekilde ortaya koymaktadır.

Dört milyona karşılık 30 milyon gibi iki sayısal ölçek arasında gerçekten bir fark var mıdır? Elbette ki, birkaç milyon da, mutlak anlamda aynı ölçüde felakettir. Ancak arada bir fark vardır; zira 1949’dan önce Çin’de kıtlık yüzünden birkaç milyon kişinin ölümü sık görülen bir durumdu. Dolayısıyla, kıtlığın dünya çapında tarihe hiç de yabancı olmadığını ve devrimin zaferinden önce Çin’de sık sık meydana geldiğini gözeten, tarihsel açıdan karşılaştırmalı bir bakış açısına ihtiyacımız bulunmaktadır. Yüksek sayılı tahminlere doğrudan karşı çıkmayan bazı araştırmacılar dahi, bu ayrımı göz önünde bulundurma ihtiyacı duymaktadır. Carl Riskin, “genel olarak, [BİA’yı takip eden] açlık ve güçlük göstergelerinin, Çin’de evvelce gerçekleşen kıtlıklar dahil, (eşit değilse bile) kıyaslanabilir ölçekteki diğer kıtlıklara eşlik eden kitlesel açlıklara dair türlü nitel kanıtlara yaklaşamadığı görülmektedir,” diye yazıyordu (Riskin, 1998). UİB’in 1960 yılı için verdiği ve BİA’dan kaynaklandığı varsayılan binde 25,43’lük yüksek ölüm oranını veri kabul ettiğimizde dahi (Li, 1998), söz konusu oran, 1949 öncesi Cumhuriyet dönemindeki ortalama nüfus kaybından çok daha düşüktür (Deng vd., 1997). 1946-49 yılları arasında ABD’nin Nanjing’deki büyükelçisi olan John Leighton Stuart’a göre, görev süresi boyunca, Çin’de her yıl üç ila yedi milyon insan açlıktan hayatını kaybetmiştir. “Kıtlık endemikti; ne ki Komünistler savaşı kazanana dek kimse bunu ağzına almamıştı” (Mei, 2013).

BİA’nın başarısız olduğunu ve halkın geçiminin ciddi ölçüde zarar gördüğünü pek az kişi inkâr edebilir. Bununla birlikte, modern kıtlık bilançolarına küresel açıdan daha yakından bakıldığında, Britanya İmparatorluğu’nun sicilinin de en az onun kadar içler acısı olduğu görülmektedir: “Raj idaresinde 1896-1900 yılları arasında, [sömürge Hindistan’da] on milyonu aşkın insan önlenebilir kıtlıklar nedeniyle ölmüştür ki o vakitler Hindistan’ın nüfusu, 1960’taki Çin nüfusunun üçte birinden birazcık fazlaydı. 1943 Bengal kıtlığında ise, altmış milyonluk nüfusun üç ila yedi milyonu yaşamını yitirmiştir. … 1845-46 yıllarında, İngiliz yönetimi altındaki İrlanda’da ölen insanların sayısının, oransal olarak çok daha yüksek olduğunu söylemeye lüzum dahi yoktur” (Benton ve Lin, 2009, 10). Üstelik, ve bu son derece önemlidir, 1961’den sonra Çin, ilk kez kesin olarak kıtlığın kökünü kazırken , aynı zamanda yoksulluğu da adım adım ortadan kaldırmaya doğru ilerlemiştir ki bu, insanlık tarihinde, eşi benzeri görülmemiş bir kazanımdır (Gao, 2008, bkz. Bölüm 5). Açlık, eski Çin’in sabit ve değişmez bir parçası olduğundan, 1949’dan sonra açlık kaynaklı ölüm oranlarında görülen çarpıcı düşüş, 1960 civarında yaşanan güçlükler bir yana, yeni Çin’de son derece kısa bir süre içinde inşa edilen kamu yararı sağlama kapasitesinin kanıtıdır. Sosyalist sanayileşme ve eşitlikçi sosyal politikalar, E.A. Preobrazhenski’nin “ilkel sosyalist birikim” olarak tanımladığı tarımsal ve kırsal kalkınma becerisini ayakta tutmuştur (Preobrazhenski, 1926, bkz. bölüm 2).

Aynı noktayı, “emperyalist kıtlığın” korkunç suçlarına (Davis, 2001, bkz. bölüm 9) ve sömürgecilik-sonrası dünyadaki diğer ülkelere atıfla daha ayrıntılı bir şekilde tasvir etmek pekâlâ mümkündür. Bu bağlamda, önde gelen Hindistanlı siyasal iktisatçı Utsa Patnaik (2002, 53, 64-5), Hindistan’ın, BİA ile aynı dönemde kişi başına toplam gıda çıktısı esasında Çin’den daha düşük olmasına karşın, niçin bir “kıtlıkla” karşılaşmadığını sormaktadır. Patnaik’in savı odur ki, üretim çıktısı, gerek toplumsal yapısal gerekse fiyatlandırma ve siyasaya ilişkin etmenler nedeniyle erişilebilirlikle aynı anlama gelmemektedir; kaldı ki, birçok yoksul ülkede, halk zaten sürekli olarak açlık çekmektedir. Jean Dreze ve Amartya Sen’in ifade ettiği gibi, şayet Çin’de BİA hakikaten de 30 milyon kişinin kıtlıktan kırılmasına sebep olduysa, “görünen odur ki Hindistan her sekiz senede bir, dolabını, Çin’in utanç yılları boyunca doldurduğundan daha fazla iskeletle doldurmayı başarmaktadır” (1990, bkz. bölüm 11). İyi hasat dönemleri söz konusu olduğunda bile, yetersiz beslenme, aşırı yoksulluk ve vakitsiz ölümler, alt sınıftan/kasttan Hintliler için on yıllar boyunca sessiz sedasız yaşamın bir parçası olmuştur. Bu gözlem, dış değişkenler dikkate alınarak, daha keskin bir hâle getirilebilir: Çin’in uluslararası ortamı, iktisadi ve askeri ablukaların yanı sıra Sovyetler Birliği’ne geri ödemesi gereken borç yükü nedeniyle daha da kötüleşirken, bağlantısız bir ülke olarak Hindistan Soğuk Savaş’ın her iki tarafından çokça yardım geliri elde etmiştir.

Kıtlık araştırmalarının siyaseti

Kıtlık araştırmaları, salt tarihsel hakikatin kendisi açısından değil, fakat aynı zamanda bunun, küresel ve çevresel (periferal) kapitalizm çağında, sermayenin ve servetin benzersiz bir şekilde birkaç elde toplandığı bir ortamda, insanlığın neredeyse yarısının sürekli hâle gelmiş bir gıda güvensizliği ve berbat bir sefalet içinde kapana kısıldığı koşullar üzerindeki etkileri bakımından da, meşru ve önemli bir araştırma sahasıdır. Ne var ki bu konu, tıpkı bazı diğer siyaseten hassas konular gibi, çoğu kez titizlikle ele alınmamıştır. Daha ziyade, tartışmalar ideolojik güdümlü ve duygu yüklü olma eğilimindedir ki bu da, Soğuk Savaş’ın çok öncesinden başlayarak, sosyalizmi şeytanlaştıran baskın bir fikir tarzının tarihinden etkilenen tarafgir bilgi üretimleriyle sonuçlanmaktadır. İstatistiksel ve arşivsel malzemelerin suistimali son derece yaygın bir olaydır; uydurma öyküler anlatılır ve yayılır; muğlak bilgi kaynakları serbestçe alıntılanır; kişisel ve münferit olaylara ilişkin su götürür anlatımlar genelleştirilir; ve sosyalist deneyimlerin olumlu yanını kabullenen daha ölçülü değerlendirmeler ciddiye alınmaz ve kınanır (Sun, 2014; Wang, 2014). Yang’ın çalışması, böyle bir entelektüel ortamda, gerçekte nelerin, hangi koşullarda, nasıl ve niçin yaşandığına ilişkin daha kapsamlı bir resim sunmaya çalışan az sayıda tarihçi, sosyolog, iktisatçı, istatistikçi ve nüfus bilimi uzmanının çalışmaları arasında, dikkatimizi hak etmektedir.

Post-sosyalist ideolojik hegemonyanın gücü nedeniyle, ister açık ister örtük olsun, resmî de-Maoizasyon Çin sınırları ötesinde geniş ölçekte kabul görmekte ve geniş bir aydınlar yelpazesine hitap etmektedir. “Mao’nun” kıtlığı ve siyasi tasfiyeleri yüzünden 70 milyon kadar insanın hayatını kaybettiğini iddia eden Mao: Bilinmeyen Hikâye [Mao: the Unknown Story] (Chang ve Halliday, 2005) kitabının popülerliği, buna basit bir örnektir. Bunu, komünist Çin’in keskin bir eleştirisi olarak alkışlayanlar, kitabın anlatı çerçevesinin aslında oldukça “resmî” olduğu yönündeki yalın gerçeğin, yani bunun Mao dönemine ilişkin Mao sonrası siyasi hükümle mükemmel bir uyum içinde olduğunun farkında değil gibi görünmektedir. Bir diğer örnek, Jasper Becker’ın Aç Hayaletler: Mao’nun Gizli Kıtlığı [Hungry Ghosts: Mao’s Secret Famine] (1996) kitabının ardından, Frank Dikötter’in Mao’nun Büyük Kıtlığı [Mao’s Great Famine] (2010) adlı kitabının gerçek “tarih” olarak kolayca kabul görmesidir (Dikötter, 2011). Dikötter, hem BİA’nın yol açtığı kıtlık nedeniyle 45 milyon kişinin öldüğünü hem de bunda Mao’nun kişisel sorumluluğuyla birlikte sistemin “yapısal sorunlarının” rolü olduğunu öne sürmüştür. Oysa, aşağı yukarı benzer bir bilançodan bahseden (ki buna göre, 36 milyon ölüm ve 40 milyon “doğum kaybı” ile beraber nüfusta toplam 76 milyonluk bir düşüş söz konusudur) Mezar Taşı [Tombstone] kitabının yazarı Yang Jisheng bile, Dikötter’in birtakım olgusal yanlışlarına ve temelsiz iddialarına karşı çıkmaktadır (Yang, 2011). Yang Songlin’e gelince, bu kitapta bizi, Ding Shu (1991), Cao Shuji (2005), Song Yongyi (2009), Yang Jisheng (2013) ve yerli okura yönelik örnek teşkil eden diğer Çin yayınlarında bir gezintiye çıkarmaktadır.

ÇKP aygıtının Mao’yu kendiliğinden savunacağı yaygın bir varsayımdır; fakat geçmişteki pek çok hatanın, Mao sonrası dönemdeki yeni politikaların uygulanmasını kolaylaştırmak adına kasıtlı olarak abartılmış olması mümkündür. Çince yazında BİA (ve de Kültür Devrimi) hakkında ciddi akademik yayınların son derece eksik olması, Mao sonrası dönemdeki bu duyarlılık ve siyasal dinamiklerle yakından ilgilidir (Gao, 2018). Buradaki ironi, ideoloji karşıtıymış gibi davranan Dengist pragmatizmin ideolojik doğasının, Wang Hui’nin (2006) deyişiyle, depolitizasyon politikası olmasıdır. Deng, ideolojik açıdan, dikkatleri kendi “temel iktisadi kalkınma ilkesinden” saptırdığı hissedilen şeylerden kaçınmak için, sosyalizm-kapitalizm karşıtlığına dair meseleleri tartışmayı bir kenara bırakmayı dayatmıştır. Bunun bir sonucu, sosyalist eleştirilerin susturulmasıdır. Ciddi araştırmalar ve güvenilir atıflar olmaksızın yalnız seçili bilgi ve bakış açılarının yayımlanmasına izin verildiğinden ve karşıt görüşler bastırılarak engellendiğinden, araştırma alanının gelip dayandığı yer iddialar ortaya atmaktır ki bunlar da, ya iddiaları doğrulayan iddialardır yahut iddialara karşı çıkan iddialardır.

Kuşkusuz, depolitizasyonun siyaseti, ne apolitik bir kuruntuya ne de siyasal tarafsızlığa yol açmaktadır. Kıtlığın, birçok yetkilinin ve ana akım yorumcunun ısrar ettiği üzere bütünüyle “insan yapımı” mı olduğu, yoksa en azından bir ölçüde doğal afetlerden mi kaynaklandığı tartışmasına gelince, Mao sonrası Çinli araştırmacıların siyaseten elverişli olan çarpıcı “keşfi,” resmen “üç zorlu yıl” ilan edilen 1959-1961 yılları arasında, “aslında, vakitli güneş ve yağmurlar sayesinde uygun hava şartlarının” mevcut olduğudur (Jin, 1993). Tuhaftır ki, ilgili dönem söz konusu olduğunda, ulusal ölçekte “normal yağış miktarına” ilişkin sunulan “kanıt,” kuraklık ve sel yaşanan ayların yağış ortalamasının gelişigüzel alınması ile desteklenmiştir. Oysa bu dönemde, (Shandong gibi) pek çok bölge hem kuraklık hem de sellerden, (Heilongjiang gibi) kuzey eyaletleri kuraklıktan ve (Fujian gibi) güney eyaletleri ise tayfun ve sellerden mustaripti. Mesele şudur ki, dönemin meteorolojik kayıtları üzerinde yapılan dikkatli çalışmalarla tamamen çürütülebilen (Chen, 2000; Yang, 2013, bkz. bölüm 16) böylesi absürt bir yöntem ve temelsiz saptamalar resmî yayın organlarından herhangi bir itiraz görmeksizin etkili olmaktadır. Mao döneminin şeytanlaştırıldığı bu iklimde, BİA’ya hiçbir şekilde sempati duymayan adil liberal araştırmacıların uzun süreli ve şiddetli doğal afetlerin rolünü gösteren çalışmaları dahi unutulmuştur. ÇHC tarihi söz konusu olduğunda bir otorite kabul edilen Roderick MacFarquhar, kuraklık, sel ve temel gıda ürünlerine musallat olan hastalıkları, kötü hasatlara ve kıtlığa sebep olan unsurlar arasında tanımlamıştır (1983). Benzer biçimde, Çin’in tarımsal kalkınması konusunda uzman olan Yak Yeow Kueh de, o yıllarda etkili olan olağan dışı hava şartlarının tarım ürünlerinin verimine vurduğu ağır darbeyi sistematik olarak tahlil etmiştir (1995, bkz. bölüm 10).

Bu kitapta ise Yang (bkz. bölüm 11), iklim kaynaklı mahsul kıtlığı verilerini ve bunların nasıl manipüle edildiğini tartışmaktadır. Hakikat şudur ki, bu dönemde yaşanan doğal afetlerin şiddeti, ölçeği ve süresi, abartısızdır ki on yıllardır eşi benzeri görülmemiş bir boyuttaydı. Başbakan Zhou Enlai, 29 Ekim 1960 tarihli genişletilmiş Politbüro toplantısında, “devletimizin kuruluşundan beri böylesi muazzam bir felaket görülmüş değildir. Benim yaşımdaki insanlar için, hatırlayabildiğimiz kadarıyla, 20. yüzyılda böyle bir şey işitilmemiştir,” diyordu (Jin, 1998, 1558).

İstatistiklerin niteliği ve seçici bir şekilde ele alınması da, BİA araştırmalarının siyasetine işaret etmektedir. İdeal şartlarda, her ne kadar neyin güvenilir veya isabetli olduğunu en başta saptamak gerekse de, ÇHC’nin ilk 30 yılında yapılan ulusal ölçekli nüfus sayımları ve yerleşim kayıtları, muhtemelen daha isabetli ve daha az ihtilaflı araştırmalara olanak tanıyacaktır. Verilerin toplanması ve seçimi, kaçınılmaz olarak, koşullarca desteklenen ve ayrıntılandırılmış varsayımlar ve yöntembilimsel tercihler içermektedir. 1983 yılında, Çin makamları, 1982’de elde edilen üçüncü ulusal nüfus sayımı verileri ile ulusal doğurganlık denetimi örneklerini, 1953 ve 1964 nüfus sayım verileriyle beraber yayımlamıştır. Amerikan Nüfus ve Demografi Komitesi başkanı Ansley Coale, bu malzeme setinin genel olarak güvenilir olduğunu ve Çin’e yönelik araştırmalarda başlıca kaynak olarak değerlendirilebilmesi için olsa olsa ufak tefek düzenlemeye ihtiyaç duyduğu fikrindeydi. Ancak, dolaylı olarak BİA kurbanlarını da içeren bu istatistiksel bilgilerin yayımlanmasına ilişkin zamanlama, Parti ve hükümet mevkilerine tekrar kurulan birçok kişinin Maoist geçmişin toptan inkarını planladığı bir döneme denk geldiğinden, pek de masum sayılmazdı. Uzmanların, 1953 nüfus sayımının bilimsel olmayan yöntemlerle yapıldığı ve “1947-1953 döneminde yaklaşık %30’luk akıl almaz bir [nüfus] artışı” kaydettiği gerekçesiyle, henüz 1950’li yıllarda, daha önceki nüfus sayımı verilerine ilişkin kuşkularını özel olarak dile getirdikleri olgusu göz ardı edilmiştir. Tek başına bu olgu dahi, eğer ki 1953 yılında nüfusun 600 milyon olduğu kesin olarak söylenemiyorsa, kıtlık yıllarında 17 milyon yahut daha fazla insanın “kayıp” olduğu iddiasını “değersiz” kılacaktır (Wertheim, 1995). Emektar bir Çinli nüfus bilimi uzmanı olan Ping-ti Ho da, 1953 sayımındaki pek çok kusura işaret etmiştir (Ho, 1959, bkz. bölüm 5). Yine Banister da, 1970’lerin ortalarından önce Çin’deki nüfus kayıt sisteminin dengesiz olduğunu kabul etmektedir ki bu, onun bakış açısına göre, ölüm oranlarının olduğundan az değerlendirilmesine yol açabilecektir (Banister, 1987, 28).

Sorun şudur ki, bu tür itirazlar göz ardı edilirken, ulusal nüfus sayımı verilerini şu ya da bu şekilde manipüle ederek BİA’nın yol açtığı kıtlık sonucu ölenlere ilişkin tahmini sayılar ileri süren ateşli bir kampanya yürütülmeye devam etmiştir. Çin’in bizzat onayladığı 16,5 milyonluk bilançonun ardından, gerek Batılı gerekse Çinli araştırmacılar, yer yer muğlak kaynaklara atıfta bulunarak ve hatta belirli bir yerele ilişkin sayıları basitçe ulusal ölçeğe uyarlayacak şekilde çarparak, bu sayıyı şişirmeye başlamışlardır. Pek çok yetkin Batılı yayın organı, referans olarak ele aldıkları bir dizi sayının gayet zayıf temelini bile isteye göz ardı etmekte ve “bulgularını” halka genel olarak sirayet eden etkili bir fikrisabit hâline getirmek için çaba sarf etmektedir.

Çin üzerine çalışan belli başlı ABD’li nüfus bilimi uzmanları, karmaşık hesaplamalarını, herhangi bir eleştiri sunmaksızın, Mao sonrası rejimin ilk yıllarında üretilen ispatsız verilere dayandırmaktadır. Dahası, hesaplama politikaları da, kontrol edilmemiş sayıların sorunlu bir şekilde kullanılmasına müsaade etmektedir. Örneğin, Coale Raporu (1984), Çin’de 1952-82 yıllarında yaşanan nüfus değişimine ilişkin sayıları yeniden düzenlerken, olağandışı yıllar olarak tanımladığı dönemdeki (1958-63) hem ölüm hem de doğum sayılarını, “vakitsiz ölümlerin” sayısını da doğrudan ve dolaylı olarak şişirecek şekilde yükseltmektedir. Çinli bilim insanı Huang Weidong, raporda, 1960 yılı için niceliksel kısımdaki yönteme göre hesaplanan 14,9 milyonluk “aşırı ölüm” sayısı ile niteliksel anlatımdaki 25,88 milyon sayısı arasında çarpıcı bir istatistiksel tutarsızlık tespit etmektedir (2018). Söz konusu tutarsızlık, 1960 öncesi öngörülen doğumlardan elde edilen 8,8 milyonluk “keyfi” artış dahil, kıtlığın toplam bilançosunun 27 milyona fırlamasına yol açmaktadır.

Diğer rapor komitesi üyeleri de, bağımsız olarak benzer sayılara ulaşmışlardır; örneğin Banister (1987) 28,8 milyon, Basil Ashton ve ekibi ise 29,5 milyon sayılarını ortaya atmaktadır (Ashton vd., 1984). Huang, yakın tarihli bir çalışmada, Coale’un demografik modelini ve doğrusal aradeğerleme prosedürlerini aynı verilere uygulayıp hesaplamayı tekrarlamış ve çarpıcı biçimde farklı sonuçlara ulaşmıştır. Huang, “Coale raporunun, kendi yönteminin vermesi gereken sonuçlara uymayarak kuramsal nüfus bilimsel ilkeleri ihlal ettiğini” saptamaktadır. Ayrıca rapor, hata payı sunma kuralına uymadığı için, sayısal sonucunun “istatistiksel bir önemi yoktur ve bilimsel olarak ele alınamaz” (Huang, 2018). Bu, araştırma alanında dikkate alınmayı hak eden ciddi bir iddiadır.

Veri manipülasyonunun diğer bir örneği de, “kayıp doğumlar” hakkındadır. Ashton ve çalışma arkadaşları, bu tür kayıpları, tahmin ettikleri kıtlık bilançosuna dosdoğru eklemekte; fakat kaybı, kıtlık öncesi ve sonrası yıllarda “olağan” kabul ettikleri doğumlar üzerinden ölçmektedir. İddia ettikleri kıtlıktan kaynaklanan toplam ölümlerin %40’ından çoğu, görünen odur ki, 10 yaşın altındadır (12,2 milyon). Ayrıca Ashton, 1958-1962 döneminde, yalnızca azalan doğurganlık sebebiyle, 33 milyonluk bir nüfusun “kayıp” olduğu sonucuna varmaktadır. Hem Coale (1984) hem de Arriaga ile Banister (1985), kıtlık yılları esnasında daha az doğum olduğuna ilişkin benzer figürler sunmakta ve bu da, nüfusta, toplam 60 milyonu aşkın bir azalma gerçekleştiği anlamına gelmektedir. Nüfus kaybı hesaplanırken öngörülen doğurganlık oranlarının hesaba katılmasına yönelik bu uygulama, korkunç spekülasyonları ve hatta “ölümün” henüz doğum olmadan gerçekleşmesini mümkün kılmaktadır.

Böylesi bir veri manipülasyonu, “görünen o ki, nüfus bilimciler ve iktisatçılar tarafından daha önce asla uygulanmamıştır ve Çin bağlamı haricinde gündeme gelmiş değildir” (Patnaik, 2002, 53). Bu yöntem, o zamandan bu yana daha yaygın bir hâle gelmiş olabilir; fakat o yıllarda, Çin’in nasıl seçilmiş olduğu halen açıklayıcıdır. 1982 nüfus sayımı, “son derece yüksek doğurganlık oranlarını geçmişe yansıtmak, böylelikle 1953 ile 1964 yılları arasında tamamen varsayımsal olarak daha yüksek toplam doğum sayıları kurgulamak” için kullanılmıştır (Patnaik, 2018). Coale ve Banister, ayrıca, “yüksek nitelikli veriler” addettikleri doğurganlığa ilişkin 1982 tarihli 1‰ örnekleme sahip araştırma verilerini de, Çin’in “kayıp kızlarını” bulmak için kullanmaktadır. Yazarlar, burada, komünist dönemde vakaların keskin bir şekilde azaldığını, ancak daha sonra artan cinsiyet ayrımcı kürtajlar yüzünden nüksettiğini kabul etmektedir (1996, 421). Genel anlamda, nüfustaki resmî artış sabit tutularak, BİA’ya tam da bu kadar fazladan ölüm mal etmek mümkündür (Patnaik, 2018).

Bu hususta, Patnaik’in “ideolojik istatistikler” (2018) olarak adlandırdığı şeyle ilgili olarak son bir nokta, Maoist Çin için özel olarak icat edilmiş olması muhtemel kavramsal bir yöntem olan “aşırı doğrusal ölüm oranı” kavramıdır. Bu yöntem basitçe, “olağan” yıllar boyunca gerçekleşen hem ölüm hem de doğumların regresyon analizi (bağlanım çözümlemesi) aracılığıyla yıllık ölüm oranlarının sayısal olarak türetilmiş bir eğilimine ulaşarak ve ardından, ulusal nüfusun yaşa göre modellenmiş ve zaman dizimine dayalı sayısal ölçümünde doğrusal olmayan herhangi bir durumu göstermek için, bu saf doğrusal eğilim ile gerçek ölümler arasında bir karşılaştırma yaparak işler. Şu hâlde, doğrusal eğilime yönelik herhangi azaltılmış bir tahmin, kolaylıkla, Çin’de nüfus sayımları arasına rastlayan BİA döneminde olduğu gibi, tahmini olarak açlık yüzünden, olağan şartlarda azalan ölüm oranları üzerinde görünen daha yüksek yahut “aşırı” ölüm oranlarına tahvil edilebilir.

Siyaset bilimci Wang Shaoguang, ölümlerin olağanlığı ve olağandışılığına dair benzer mefhumlara atıfla bu kavramsallaştırmayı etkili bir biçimde sorgulamaktadır ki burada temel mesele, “ortama alma” yanılgısıdır. Makul olan ortalama ölüm oranı ne olabilir? Bu, nasıl tahmini olarak karşılaştırmalı hâle gelebilir? Neyin, nerede karşılaştırılacağının seçimi, zamansal olarak karşılaştırılabilir tarihlere ve mekânsal olarak benzer nitelikteki bölgelere veya ülkelere başvurularak, “bizzat siyasal bir şekilde yapılmaktadır” (Wang, 2014).

Böylelikle, birincil verilerin sınırlılıkları ve manipülasyonu meselesine geri dönmüş oluyoruz. Bir tahmine göre, Çin’deki kaba ölüm oranları, gerçekten 1949’da yaklaşık ‰38’den, 1957’de ‰18,12’ye hızla gerilemiş olsaydı, bu yalnızca sekiz yıl içinde elde edilen devasa ancak imkansız bir başarı olurdu (Banister, 1987, 80). Aynı şekilde, UİB nüfus sayımı verilerindeki bebek ölüm oranlarının azalması ve doğum oranlarının artması sayesinde, bunun 1949’da asgari ‰20’den 1957’de ‰10,8’e gerilemesi gibi bir hayli farklı istatistiksel gösterimler de (Li, 1982), aynı şekilde demografik açıdan gerçekçi olamayacak kadar keskindir. Kıtlık nedeniyle ölümlerin bilançosunun 1960 yılı civarında on milyonları bulduğunu sayısal olarak ispatlamak için, BİA öncesinde olağanüsü düşük bir ölüm oranına ihtiyaç vardır.

Kitabın başlıca savı

Yang Songlin, BİA sırasında 30 milyon yahut daha fazla açlık kaynaklı ölüm olduğu iddialarının, bu hesaplamaların ardındaki yöntembilimsel kusurlar sebebiyle mantıksız olduğunu savunmaktadır. Resmî nüfus verilerinin keyfi bir muameleye maruz kaldığını; bunların ya muğlak araştırma sonuçları kullanılarak kanıtlanmamış yepyeni veriler yaratılırken tamamen bordadan atıldığını ya da kişinin seçili savlarını desteklemek amacıyla seçmeci bir şekilde ele alındığını ileri sürmektedir. Benzer şekilde, birtakım hesaplama yöntemleri de, sadece BİA’ya atfedilen vakitsiz ölümleri abartmak için uygulanmaktadır. Bu gibi yöntemler, şu veya bu yıl arasındaki herhangi bir döneme uygulandığında, kayda değer sayıda vakitsiz ölümün gerçekleşme olasılığının düşük olduğu yıllara ait ölüm oranlarını beklenmedik bir şekilde artırabilir. Resmî olarak yayımlanmış nüfus istatistiklerindeki tutarsızlıkları eleştirel bir gözle masaya yatıran Yang, Wang Weizhi ve Frank Dikötter gibi yazarların bu verileri nasıl işine yarayanı seçecek şekilde cımbızladığını ortaya koymaktadır. Yang, BİA’nın sosyoekonomik bağlamını, özellikle de BİA öncesindeki ve sonrasındaki nüfus hareketleri esnasında doğum ve ölümlerin eksik ve geç kaydedilmesiyle bağlantılı istatistiksel karmaşıklığı göz önünde bulundurursak, resmî yayınlardaki tutarsızlıkların belirli bir bağlama oturtulabileceğini ve vakitsiz ölümlerin sayısı hakkında daha isabetli tahminler ortaya konulabileceğini ısrarla vurgulamaktadır.

Yang, BİA’yı çevreleyen yıllara ait nüfus verileriyle ilgili olarak bir dizi sorun tespit etmektedir. İlkin, hanehalkı kayıt (hukou) sisteminde toplanan kayıtlara dayanan bu verilerde, örneği yıl sonu nüfus artışı ve doğal nüfus artışı arasındaki uyuşmazlık gibi, belirgin tutarsızlıklar mevcuttur. İkincisi, doğum, ölüm ve kır ile kent arası göç kayıtlarının eksik alınması yönünde belirgin bir eğilimin var olduğu görülmektedir. Üçüncüsü, kaydedilen hayatta kalma oranları olağandışıdır ve 1960 senesinde olduğu gibi %100’den büyüktür. Dahası, BİA öncesinde resmî olarak yayımlanan ölüm oranlarındaki düşüşün, diğer herhangi bir ülkeye kıyasla çok daha hızlı olması da hafife alınmamalıdır. Bütün bu sorunlar, dönemin resmî istatistiklerinin demografik gerçeklikten sapmış olduğuna işaret etmektedir.

Yang, bu sorunlardan her birini, kendi özel tarihsel koşulları içerisinde mercek altına almaktadır. Yang, BİA yıllarındaki nüfus değişiminin daha az çarpıcı olduğuna yönelik tahminini desteklemek ve buna ilişkin istatistiksel düzenlemelerini ispatlamak için, hanehalkı kayıt sisteminin (hukou) nüfus verileri açısından en kapsamlı kaynak olmayı sürdürmesine karşın, resmî olarak yayımlanan 1982 yılı öncesine ait hukou’ya dayalı nüfus istatistiklerinin doğruluğunun tartışmalı olduğunu, zira bu istatistiklerin 1950’li yıllardaki muazzam kayıt eksikliklerini ve de doğum ile ölüm kayıtlarındaki gecikmeleri dikkate almadığını öne sürmektedir. Araya giren bu toplumsal ve tarihsel etmenleri göz önüne almaksızın hukou sistemindeki kayıtlara başvurmak isabetsiz olacaktır. Bilhassa, hukou’larını vakitlice iptal ettirmeyen yahut kaydettirmeyen milyonlarca kişinin dahil olduğu, çift yönlü birkaç büyük kent-kır göçü yaşanmıştır. 1953-1958 yılları arasında çok sayıda kayıt dışı ölüm gerçekleştiği ve bu ölümler ancak 1959-1961 yıllarında düzeltici bir şekilde kayıt altına alındığı içindir ki, ölüm oranı hesaplarında keskin bir artış meydana gelmiştir ki bu artış da, BİA’nın kıtlık kaynaklı ölüm bilançosuna eklenmiştir. Dolayısıyla, BİA öncesi yıllarda olağandan düşük kaydedilen ölüm oranının doğrusal eğilim “ölçütü” sebebiyle, aşırı ölümlere ilişkin sayıların şişirilmiş olması da pekâlâ mümkündür.

BİA sonrası yıllarda doğumları kayıt altına alınan çocuklar arasında hayatta kalma oranının istisnai biçimde yüksek olması, BİA sırasında doğan pek çok çocuğun doğumunun o dönemde kayıt altına alınmadığına dair güçlü bir kanıt teşkil etmektedir. Hâliyle Yang, çoğu nüfus bilimcinin yaptığı gibi, kıtlık bilançosunu hesaplamak için Çin UİB’in resmî olarak yayımladığı 1983 nüfus istatistiklerini temel almanın hatalı olduğunu ileri sürmektedir.

Yang’ın 30 milyonluk kıtlık bilançosuna meydan okumasının başarısı, aynı zamanda bir başka önemli konu olan doğurganlık araştırması sonuçlarına, yani Devlet Aile Planlama Komisyonu’nun (DAPK) 1983 yılında yayımladığı “geçmişe dönük evlilik ve doğurganlık araştırması” sonuçlarına dayanmaktadır. 1982 nüfus sayımı sırasında kapı kapı dolaşılarak yapılan ve ‰1 örnekleme sahip bu araştırmada, 1940-81 dönemindeki doğumlar hakkında bilgi toplanmıştır. Ansley Coale (1984), Gerard Calot (1984) ve Judith Banister (1987) gibi birtakım Batılı nüfus bilim uzmanı, Çin’in 1950’ler ve 1960’lardaki doğum oranlarını hesaplamak ve yeniden tahmin etmek için, işte bu doğurganlık araştırmasını esas kaynak olarak kullanmıştır. Kıtlık sırasındaki ölüm oranları konusunda birbirleriyle kesinkes aynı fikirde olmamakla beraber, hepsi de söz konusu doğurganlık araştırmasını, resmî nüfus verilerinin istatistiksel açıdan düzeltilmesini destekler nitelikte bir kanıt olarak görme eğilimindedir. Özellikle de, doğurganlık araştırmasına göre doğum oranlarının yükseltilmesi ve buna bağlı olarak ölüm oranlarının artması, kıtlık bilançosu ile nüfus kaybının daha yüksek sayılmasına olanak tanımaktadır. Hatırı sayılır Çinli araştırmacılar da, araştırma sonuçlarının güvenilirliğini teyit etmişlerdir (Jiang, 1987; Yang, 2008). Bu durumda, doğurganlık araştırmasının güvenilir olup olmadığı, kıtlık sonucu tahmini ölüm oranı söz konusu olduğunda kilit bir unsur hâline gelmektedir.

Jiang ve Coale’un çalışmalarını yorumlayan eski UİB başkanı Li Chengrui (1997), 1983 doğurganlık araştırması verilerini “isabetli,” bunları elde etmek için kullanılan yöntemi ise “bilimsel” olarak kabul etmiştir. Bu ise, BİA sırasında 30 milyon kişinin kıtlıktan kırıldığı yönündeki genel kabul gören kanıyı güvenilir kılıyor gibi görünmektedir. Ne var ki, resmî olarak yayımlanan nüfus sayımı verilerinde yer alan doğum ve ölüm oranları ile söz konusu doğurganlık araştırmasına dayalı düzenlenmiş doğum ve ölüm oranları arasında tutarsızlıklar bulunması, şu soruyu gündeme getirmektedir: Doğurganlık araştırmasında verilen oranlar, resmî olarak yayımlanan diğer istatistiklerden daha mı güvenilirdir? Li Chengrui, doğurganlık araştırmasının güvenilirliğini teyit ederken, bu soruya değinmemiştir. Yang Songlin, her iki girişimin koşullarını, belli başlı istatistiksel prosedürlerini ve sonuçlarını tahlil etmektedir. Doğurganlık araştırması sonuçlarındaki tutarsızlıklardan biri, kıtlık yılı olmayan 1957’deki bebek ölüm oranlarının (BÖO) yaklaşık binde 300 yahut resmî olarak yayımlanan diğer istatistiklerden %71 daha yüksek olmasıdır. Hem 1982 nüfus sayımı hem de doğurganlık araştırması bir örnekleme yöntemi kullanmaktadır; lakin bu ikisinin vardığı sonuçlar mukayese edilebilir değildir. Yang’da göre bu durum, farklı yaş gruplandırma yöntemlerine başvurmalarından kaynaklanmaktadır. Yedi adet yaş grubu içinde, doğurganlık araştırmasındaki örneklem sayısı üçünde nüfus sayımı örneklem sayısından daha yüksek, diğer yaş gruplarında ise daha düşük olup, azami farklılık %125’tir. Bunun yanı sıra, doğurganlık araştırması yeni kurulan DAPK’nin deneyimsiz araştırmacıları tarafından yürütülürken, 1982 nüfus sayımı ise iyi eğitimli personel tarafından gerçekleştirilmiştir. Yang, bu nedenle, doğurganlık araştırması sonuçlarının nüfus sayımına dayalı resmî figürlerden daha doğru ya da güvenilir olma ihtimalinin düşük olduğuna hükmetmektedir. Dolayısıyla, doğurganlık araştırmasının düzenlenmesine dayalı olarak BİA sırasında kıtlık bilançosunun daha yüksek olduğu kesin olarak kabul edilemez.

Yang’ın doğurganlık araştırmasını sorgulamasının büyük çıkarımlardan biri, bu araştırmaya dayalı aşırı ölüm sayılarının hem istatistiksel titizlikten yoksun hem de yöntembilimsel açıdan savunulamaz olduğudur. Doğurganlık araştırmasından elde edilen ölüm oranları olduğu gibi kabul edilmemeli ve bunları türetmek için kullanılan yöntemler çok daha sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır. Nüfus verilerindeki çoğu hata ve eksikliklerin belirli bir tarihsel ve sosyoekonomik bağlamda ortaya çıktığının altını çizen Yang, gayet iyi açıkladığı eleştirilerine ve gerekçelerine dayanarak, 1953-1982 yılları arasındaki yıl sonu nüfus, doğu ve ölüm verilerini düzenlemektedir. Buna göre, kıtlıktan ölenlerin sayısına yönelik spekülatif olmayan tahmini, üç ila dört milyondur. Ayrıca, kıtlığın birincil sebebinin doğal afetler olduğunu söylemekte, siyasa hataları ve tabandaki birtakım radikal uygulamaların vaziyeti ancak daha da kötüleştirdiğini vurgulamaktadır. Yang, iddia olunan “içeriden anlatılara” karşı çıkarak, ciddi hata ve tutarsızlıklar bir yana, devletin nüfus verilerini sistematik olarak manipüle ettiğini gösteren herhangi bir kanıt olmadığını da ortaya koymaktadır.

Bazı ihtilaf noktaları

Belirtmek gerekir ki, ne Yang Songlin ne de herhangi birimiz, geniş ölçekli doğal afetlerin üzerine BİA sırasında uygulanan hatalı politikaların da eklenmesiyle, 1960 yılı civarında Çin’de bir kıtlık patlak verdiği olgusuna itiraz ediyoruz. ÇHC tarihinin karanlık tarafını ve Mao’nun sorumluluk payını görmezden gelme gibi bir niyetimiz bulunmamakla birlikte, bu kitabın ele aldığı mesele, kıtlığın gerçek boyutu hakkındaki anlaşmazlıktır. Kitabın İngilizce olarak yayımlanmasındaki amacımız, Çin sosyalizminin tarihsel deneyiminin kamuoyunda dengeli bir şekilde anlaşılmasını sağlamak ve bundan doğru dersler çıkarmaktan başka bir şey değildir. Biz, yalnızca azınlığın sesinin duyulmasına da müsaade eden açık tartışmaların, bizleri uzun süredir kendi hâlinden emin bir söylemsel hegemonya altında muğlak kılınan dürüst ve esaslı bir tarihsel değerlendirmeye götürebileceğine inanıyoruz. Ayrıca Yang’ın, bu cildin başlıca savlarına dayanak teşkil eden Birileri Gerçeği Söylemeli (2013) başlıklı özgün Çince kitabının, kısmen Xuzhou Normal Üniversitesi’nden matematik profesörü Sun Jingxian ile işbirliği içinde kaleme alındığını da ifade etmek gerekir. Sun’un yayınları (2011, 2016), ÇKP aygıtı içinde çalıştığı gerekçe gösterilerek, pek çok kişi tarafından reddedilmiştir. Ne var ki, BİA hakkındaki ana akım sonuçları destekleyen ve daha yüksek kıtlık bilançolarını doğru farz eden çoğu Çinli yorumcu da aynı şekilde sistem içinde görev almaktadır. Bir yandan Yang ve Sun gibi Mao’nun şeytanlaştırılmasını reddeden yazarların ÇKP aygıtı içinde çalıştıkları gerekçesiyle güvenilir olmadıklarını varsaymak, diğer yandan Yang Jisheng gibi yine ÇKP aygıtı içinde çalışan, fakat Mao dönemine ilişkin daha karanlık bir tablo sunan yazarları güvenilir addetmek mantıksal açıdan sürdürülebilir bir durum değildir.

Daha makul bir kaygı, Yang Songlin’in mesleği itibariyle bir nüfus bilimci olmamasıdır. Ancak Yang Jisheng de bir nüfus bilimci değildir. Tıpkı Jasper Becker, Jung Chang ve Dikötter’in de birer nüfus bilimci olmadıkları gibi… Her halükarda, bu kitap, demografik bir monografi olmak iddiasında değildir. Daha ziyade, nüfus sayımı ve araştırmasıyla ilintili nüfus hareketlerine yönelik olarak, demografik açıdan önemli bir sav ortaya koyan tarihsel-sosyolojik bir incelemedir. Yang, siyasa araştırmaları ve yerinde ekonomi yönetimi konusunda muazzam deneyime sahip çok yönlü bir serbest araştırmacı ve makale yazarıdır. Nüfus değişimi disiplininde eğitim almamış olmak asli bir engel sayılabilir; fakat Yang, kendini disiplinle sınırlayan uzmanlar tarafından büyük ölçüde göz ardı edilen bir yolda ilerleyerek, bu dezatavantajı tersine çevirmiştir.

Kitap, bilhassa süreç içinde gelişen nüfus kayıt sistemine dikkatimizi çekerek, ÇHC’nin ilk yirmi yılında sözümona “totaliter” bir hükümet ve tepeden inme merkezî planlama altında hukou kayıtlarının aslında nasıl asla katı bir şekilde uygulanmadığını ortaya koymaktadır. Önce sınai genişlemeden ve ardından gıda yetersizliği nedeniyle sınai işgücü seferberliğinin tersine dönmesinden ötürü kitlesel nüfus hareketlerinin yaşandığı bir dönemde, hanehalkı kayıt sisteminin fiilen esnek ve pek çok boşluğu da içerecek biçimde düzensizce uygulanmış olması, daha gerçekçi, salt tasavvura dayalı olmaktan ve durağanlıktan uzak bir anlayış geliştirmek için dikkatle incelenmelidir. Bu süreçlerde gerek bireyler, aileler, kolektifler ve yönetimler gerekse sanayileşme ve kırsal kalkınma arasındaki dinamik etkileşimler, BİA’dan etkilenen olayların uygun bir şekilde açıklanabilmesi bakımından olmazsa olmazdır. Ancak hukou sisteminin işlevi yahut işlevsizliği tarihsel olarak incelendiğinde, neyin, niçin olduğu konusunda daha isabetli bilgilere ve daha güvenilir verilere ulaşabiliriz. Şüphesiz, Yang’ın bazı hipotezleri halen daha ampirik ve analitik olarak doğrulanmayı beklemektedir; ancak çığır açıcı katkısı takdiri hak etmektedir.

Yang’ın katkısı, ilgili araştırma alanına yeni bir soluk getirmektedir gerçi, ama kitabında İngilizce yazına yeterince atıf yapmamış olmasının eleştirilmesi de olasıdır. Kitap, her şeyden önce, birinci el Çince kaynaklara dayanarak kaleme alınmıştır ki bu oldukça değerlidir; ancak yine de, belirtmek gerekir ki, diğer dillerde yazılmış mevcut çalışmaların daha kapsamlı ve etraflı bir değerlendirmesinden yoksundur. Gelgelelim, yabancı dildeki kaynaklara doğrudan atıf yapmaktan ziyade bunların çevirilerine atıfta bulunması, esasında, Yang’ın karşı savlarla daha güçlü bir şekilde etkileşim kurmasını sağlamaktadır.

Yang, açıklayıcı olması amacıyla, diğer araştırmacıların hesaplamalarını ikinci elden aktarmak için bazı denklemler ve formüller oluşturmuştur ki bunlardan bazıları yeterince anlaşılır bulunmayabilir. Ufak tefek hatalı betimlemeler tespit etmek de mümkündür. Pek çok eğitimli nüfus bilimcinin yapacağı gibi, matematiksel simgeler de kullanmamaktadır. Yine de, yaptığı açıklamalar uzman olmayan kişiler tarafından da destekleniyor ve anlaşılabiliyorsa, bu durum, zaafmış gibi değerlendirilmeyebilir. Görebildiğimiz kadarıyla, bütün bunlar kitabın temel tezinin geçerliliğine gölge düşürmemiştir; zira yazar, alternatif bilgi kaynakları ile resmî olmayan verileri özenle araştırmış ve bunlara başvurmuştur.

Değinilmesi gereken diğer bir nokta ise, önemli çıkarımlara sahip olan kıtlığın boyutlarına ilişkin temel tartışmaya odaklanmak amacıyla, özgün Çince basımda yer alan bazı değerli bölümlerin bu kitaptan çıkartılmış olmasıdır ki söz konusu bölümler, ilgili siyasa kararlarının gerekçeleri ile birbirini izleyen olayların taşıdığı dinamizmin içyüzünü ortaya koyan bizzat BİA kampanyasının esaslı bir tahlilini ve bürokrasinin her kademesinden gelen direnç yüzünden yaklaşmakta olana yönelik erken uyarıların niçin boşa düştüğüne ilişkin ilgi çekici soruyu da kapsamaktadır. Mesela, Mao’nun 1959 Lushan Konferansı öncesinde, 1958 Ekim’inden itibaren aşırı-solu dizginlemek için yaptığı kişisel müdahaleler (Mao, 1959) büyük ölçüde gizli kalmış ve kamuoyu bunlardan haberdar olamamıştır. Bir başka örnek de, Becker ve bazı diğer yazarların, Mao’un kıtlığı “görmezden geldiği” suçlamalarına karşı (Becker, 1996, bkz. bölüm 6), Mao’nun 17 Nisan 1959’da Devlet Konseyi raporunu imzalayarak ve buna acil durum şeklinde “15 eyalette 25,17 milyon insanın büyük açlık sorunu” başlığını koyarak, belgenin ivedilikle her bir eyaletin birinci parti sekreterine ulaştırılmasını istemesidir (Mao, 1959, 209). Birkaç gün sonra, ayın 29’unda ise, bu kez yardımın aciliyetini ele almak üzere, yine bir “parti için yazışma” kaleme almıştır. Örneğin, Çin’in en büyük tahıl üreticilerinden biri olan Sichuan’dan, çeşitli kent merkezlerine derhal dağıtılmak üzere 7,35 milyon tonluk temel gıda maddesi bağışlaması talep edilmiştir. Böylesi koşullarda yerel köylülerin yaptıkları fedakârlık son derece trajik olmakla beraber, bu hikayenin yalnızca bir parçasıdır (Cheng ve Zhan, 2017).

Kitap, ampirik anlatım açısından zengin ayrıntılara sahip ve analitik açıdan canlılık verici olması bir yana, kıtlık sırasında yaşanan ölümlere dair sert tartışmalara yol açan figürlerin ötesinde, tarihe ve kurama ilişkin temel sorulara yönelik yeterli bir tartışma sunmamaktadır. Yine de son tartışma, bir ölçüde, Maoist sosyalizmin siyasal iktisadının değerlendirilmesinden küresel olarak süregelen gıda güvensizliğinin çerçevesinin çizilmesine dek daha genel meselelerle ilgilidir. 14. Bölüm, çok kısa bir şekilde dahi olsa, kolektifleştirmenin doğruları ve yanlışları gibi birtakım konulara değinmektedir. İlk olarak bir miktar gıda israfını, sonrasında ise kıtlığı tetikleyen şey, kolektif tarımın kendisi değil, BİA sırasında gündeme gelen diğer “çocuksu komünist” maceralarla beraber komün yemekhaneleridir. Ayrıca, kolektif toprakların ve örgütlü emeğin sonuçta Çin’in kendi kendini besleyebilmesini olanaklı kıldığı apaçık ortaya konulmuştur. Toprak reformu, sosyalist birikim, kent-kır ayrımı türünden kapsamlı tartışmaların Çince baskıdan çıkartılmış olması, kıtlığın doğası ya da anlamı veyahut siyasa yapımı, rejim tipi ve temel iktisadi sistem arasındaki kavramsal ayrım hakkında kuramsal derinliğin yetersiz olmasına yol açmaktadır.

Nihayetinde kıtlık, gıda tedarikindeki yetersizliğin bir sonucu değil, fakat gıda güvenliği ya da bölüşüm adaleti hakkı ya da yetkisinin bir sonucudur ve de fırsatları ve yetenekleri satın almaya ilişkin piyasa mantığıyla sınırlı değildir. Komünist rejim ve bunu nitelendiren siyasal iktisat, BİA sırasında görülen türden siyasa hatalarından kuramsal olarak ayrılabilir; ancak bunun için, bu gibi sorulara daha güçlü açıklamalar getirmek gerekmektedir. Bu bölümün başında yer alan “arka plan ve önem” alt başlığı ile sosyalizm tartışması alt başlığı, bunu bir nebze olsun telafi etmeyi amaçlamaktadır.

Son bir ihtilaf noktası ise, kitabın kendine has yazım tonu ve üslubudur. Ne yazık ki, istenen mizah, İngilizce okur için daima istenildiği gibi anlaşılır olmayabilir. Ancak dilbilgisi kurallarına uygun olduğu müddetçe, Yang’ın anlatım tarzını korumak daha iyi olacaktır. Mühim olan, yazarın, sansasyonel veya propagandaya yönelik değil, tarafsız bir yazım tarzına sahip olmasıdır ki bu da, BİA ve kıtlık edebiyatı piyasasında gayet yaygın olan duygusal ve polemikçi yayınlarla, olumlu anlamda bir tezat teşkil etmektedir. Özetle, bu kitap, bilindik yargıya karşın, hem ampirik saha çalışması hem de analitik düşünme yoluyla genel eğilimi ters düz etmektedir. Maoist Çin’in can alıcı bir döneminde, ulusal ekonominin ve nüfus hareketlerinin karmaşık ve keşfedilmemiş alanlarının temellerin inerek, ideolojik olarak gerekçelendirilmiş aşırı basitleştirmeleri yahut BİA’nın ya siyah ya beyaz olduğu efsanesini çürütmektedir. Şüphesiz, daha pek çok açıdan gelişime ihtiyaç vardır; lakin bu yayının, Çin içinde ve dışında, sosyal bilimsel açıdan ilham verici daha fazla araştırma projesinin ortaya çıkmasına vesile olacağı ümit edilmektedir.

İngilizce metin üzerinde yeniden çalışma sürecinde, çok sayıda özverili araştırmacının katkılarını aldık ve eleştirel değerlendirmelerinden yararlandık. Her şeyden önce Yang Songlin’e araştırma, yazma ve tekrar tekrar yazma konusundaki özverisinin yanı sıra entelektüel ciddiyeti ve eleştirilere ve anlaşmazlıklara karşı açık fikirliliği için; Sun Jingxian’e ise yıllar boyu gösterdikleri ortak çaba için minnettarız. Yayıma hazırlık sürecinde, muhakkak ki bu kitapta yer alan görüşleri, savları ve nicel sonuçları paylaşmayan bir grup insan gönüllü olarak önerilerde ve editoryal katkılarda bulunmuştur. Bunlar arasında, değerli vaktinin önemli kısmını ayırıp çaba harcayarak en çok katkı sunan birkaç ismi zikredebiliriz: Cardiff Üniversitesi’nden önde gelen Çin komünizmi tarihçisi Gregor Benton, kendi çekincelerini bir yana bırakarak, erken bir aşamada bizlere ilkeli ve bilge bir genel danışman olarak hizmet etti. Onun daveti üzerine, Çin’de yaşamış ve de ülkeyi yakından tanıyan profesyonel bir editör ve yazar olan John Sexton, aylarca günün pek çok saatini, hem argümanları kontrol etmek hem de ilk çevirinin İngilizcesini geliştirmek için harcadı. Peking Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi’nden Liu Minquan, yürüttükleri kapsamlı tartışmalar sonucunda, yazarın argümanını yeniden yapılandırmasına önayak oldu. Pekin Renmin Üniversitesi’nden Qi Hao, erken tarihli bir taslağın tashihini üstlenerek, bunun güçlü ve zayıf yönleri hakkında kısa ve öz bir değerlendirme sundu. Hong Kong Üniversitesi’nden Daniel Vukovich, Sun ve Yang’ın çalışmalarının çevirisi, yayıma hazırlanması ve basılması gibi uzun ve zorlu bir süreç boyunca bizimle beraber çalıştı. Diğer pek çok ismin yanı sıra, Hong Kong Politeknik Üniversitesi’nden Yan Hairong ve Hong Kong Çin Üniversitesi’nden Wang Shaoguang, bizimle sürekli ve bazen de yoğun tartışmalara girdiler. Elbette saydığımız isimlerden hiçbiri, kitaptaki herhangi bir hatadan sorumlu değildir. Son olarak, Jacob Dreyer ve Palgrave’e, bu kitabı yayımlama projesini üstlendikleri için teşekkür etmek zorundayız. Onun desteği, özgür ve özlü tartışmanın, hakikat arayışının yegane yolu olduğuna dair inancımızla uyuşmaktadır.

Şubat 2021

* Mobo Gao, Adelaide Üniversitesi’nde (Avustralya) Çin Çalışmaları profesörüdür. Çin’in Geçmişi için Mücadele: Mao ve Kültür Devrimi adlı kitabının Türkçe çevirisi, 2021’de Patika Kitap tarafından yayımlanmıştır.

Lin Chun, Londra İktisat ve Siyaset Bilimi Okulu’nda (LSE) Karşılaştırmalı Siyaset profesörüdür. Praksis dergisi Danışma Kurulu üyesidir.

Baohui Xie, Adelaide Üniversitesi (Avustralya) Asya Çalışmaları bölümünde öğretim elemanıdır.

Kaynaklar

Arriaga, E., & Banister, J. (1985). The implications of China’s rapid fertility decline. International Population Conference, 2. International Union for the Scientific Study of Population. Liege, IUSSP.

Ashton, B., Hill, K., Piazza, A., & Zeitz, R. (1984). Famine in China, 1958–61. Population & Development Review, 10 (4), 613–645.

Babiarz, K. S., Eggleston, K., Miller, G., & Zhang, Q. (2015). An exploration of China’s mortality decline under Mao: A provincial analysis, 1950–80. Population Studies, 69 (1, March), 39–56.

Ball, J. (2006). Did Mao really kill millions in the great leap forward? Monthly Review. Son erişim tarihi: 30 Kasım 2020, https://monthlyreview.org/commentary/did-mao-really-kill-millions-in-the-great-leap-forward/.

Banister, J. (1987). Chinas changing population. Stanford University Press.

Becker, J. (1996). Hungry ghosts: Chinas secret famine. John Murray Publishers.

Benton, G., & Lin, C. (Ed.). (2009). Was Mao really a monster? The academic response to Chang and Halliday’s “Mao: The unknown story”. Routlege.

Bramall, C. (2009). Chinese economic development. Routledge.

Calot, G. (1984). Donnees Nouvelles sur l’Evolution Demographique Chinoise. Population , 4–5, 6, 807–834; 1034, 1045–1062.

Cao, S. (2005). The great famine: Chinese population from 1959–1961. Times International Publication Co., Ltd.

Chang, J., & Halliday, J. (2005). Mao: The unknown story. Jonathan Cape.

Chen, D. (2000). ‘Sannian Ziran Zaihai’ yu ‘Dayuejin’: ‘Tianzai’ yu ‘Renhuo’ Guanxi de Jiliang Lishi Kaocha [Doğal Afetlerle Dolu Üç Yıl ve Büyük İleri Atılım: ‘Ulusal Afet’ ve ‘İnsan Yapımı Afet’ Arasındaki İlişkinin Nicel Tarihsel Bir İncelemesi]. ÇKP Tarihi Materyalleri, 4.

Cheng, E., & Zhan, Z. (2017). Sannian Kunnan Shiqi Feizhengchang Siwang Renkou Jiqi Xiangguan Yanjiu [Üç Zorlu Yıl Döneminde Olağandışı Ölümler ve İlgili Meseleler Hakkında Bir Araştırma]. Nüfus Araştırmaları, 41(2), 97–112.

Coale, A. (1984). Rapid population change in China, 1952–1982. National Academy Press.

Davis, M. (2001). Late victorian holocausts: El Nino famines and the making of the third world. Verso.

Deng, W., Gu, X., & Zha, B. (1997). Woguo Renkou Siwanglv de Bianhua ji Qushi [Ülkemizin Ölüm Oranlarının Değişimi ve Eğilimi]. Çin Sağlık İstatistikleri Dergisi, 4, 31–33.

Dikötter, F. (2010). Mao’s great famine: The history of China’s most devastating catastrophe, 1958–1962. Walker & Company.

Dikötter, F. (2011). Review of Yang Jisheng. Asia Weekly, 37 (1), 191–202.

Ding, S. (1991). Renhuo: Dayuejin yu Dajihuang [İnsan Yapımı Felaketler: Büyük İleri Atılım ve Büyük Kıtlık]. 1990’lı Yıllar.

Drèze, J., & Sen, A. (1990). Hunger and public action. Clarendon Press.

Eisenman, J. (2018). Red China’s green revolution: Technical innovation, institutional change, and economic development under the commune. Columbia University Press.

Gao, M. (2008). The battle for China’s past: Mao and the cultural revolution. Pluto Press.

Gao, M. (2018). Constructing China: Clashing views of the people’s republic. Pluto.

Gao, M. (2020). China: The communist revolution 1949–1976. İçinde P. Furtado (Ed.) Revolutions: How they changed the world and what they mean today (ss. 178–192). Thames & Hudson.

He, X. (2007). Xinnongcun Jianshe yu Zhongguo Daolu [Yeni Kırsal İnşası ve Çin’in Yolu]. Çin Sosyolojisi ve Antropolojisi, 39 (4), 26–38.

Ho, P.-t. (1959). Studies on the population of China, 1368–1953. Harvard University Press.

Huang, W. (2018). A review on the method and conclusion of an American demographer’s reasoned for 30 million famine death in China. World Socialist Research, 1.

Jiang, Z. (1987). The identification of dynamic parameters of the Chinese population. Chinese Journal of Population Science, 1, 56–63.

Jin, C. (Ed.). (1998). Zhou Enlai Zhuan [Zhou Enlai Biyografisi]. Merkezî Belgeler Yayınevi.

Jin, H. (1993). Sannian Ziran Zaihai Beiwanglu [Doğal Afetlerle Dolu Üç Yıldan Hatıralar]. Shehui [Toplum].

Kueh, Y. Y. (1995). Agricultural instability in China, 1931–1991: Weather, technology, and institutions. Clarendon Press.

Li, C. (1982). The trend in the birth rate and death rate of China’s population. Population Research (Ocak), 15–16.

Li, C. (1997). Dayuejin Yinqi de Renkou Biandong [Büyük İleri Atılım’ın Demografik Sonuçları]. Zhonggong Dangshi Yanjiu [ÇKP Tarihi Araştırmaları], 2, 1–14.

Li, C. (1998). Dayuejin Yinqi de Renkou Biandong [Büyük İleri Atılım’ın Yol Açtığı Nüfus Değişimleri]. Nüfus Araştırmaları, 22(1), 3–12.

Lin, C. (2006). The transformation of Chinese socialism. Duke University Press.

Lu, A., & Montes, M. (2002). Poverty, income distribution and well-being in Asia during the transition. Palgrave.

MacFarquhar, R. (1983). The great leap forward. Columbia University Press.

Mao, Z. (1959a, Nisan 29). Dangnei Tongxin [Part-içi Yazışma].

Mao, Z. (1959b). 15 Eyalette 25,17 Milyon İnsanın Gıdasız Kalması Büyük Sorunu. Jianguo Yilai Mao Zedong Wengao [Ülkenin Kuruluşundan İtibaren Mao’nun Yazıları], 8, 52–54. Merkez Parti Yazını Yayınları.

Mao, Z. (1993). Jianguo Yilai Mao Zedong Wengao [Ülkenin Kuruluşundan İtibaren Mao’nun Yazıları]. Merkez Parti Yazını Yayınları.

Mei, X. (2013). Squaring the Arctic Circle. China Daily.

Meisner, M. (1999). Maos China and after: A history of the peoples republic. The Free Press.

Pang, X., & Jin, C. (Ed.). (2013). Mao Zedong Nianpu 1949–1976 [Mao Zedong Yıllığı: 1949–1976]. Merkezî Belgeler Yayınevi.

Patnaik, U. (2002). On famine and measuring ‘Famine Deaths’. İçinde S. Patel, J. Bagchi & K. Raj (Ed.), Thinking social science in India: Essays in honor of Alice Thorner (ss. 46–69). Sage.

Patnaik, U. (2018). Ideological statistics: Inflated death rates of China’s famine, the Russian one ignored. Son erişim tarihi 30 Kasım 2020, http://www.socialisteconomist.com/2018/11/ideological-statistics-inflated-death.html.

Preobrazhensky, E. A. (1926). The new economics. Clarendon Press.

Qi, J. (2012). How the author of Tombstone changed and fabricated data. Son erişim tarihi 30 Kasım 2020, http://www.m4.cn/opinion/2012-12/1192719.shtml.

Riskin, C. (1998). Seven questions about the Chinese famine of 1959–61. China Economic Review, 9 (2), 111–124.

Sen, A. (2005). What China could teach India, then and now. The Citigroup & Asia society global issues series. Son erişim tarihi 31 Ocak 2021, https://asiasociety.org/amartya-sen-what-china-could-teach-india-then-and-now.

Song, Y., & Ding, S. (Ed.). (2009). Dayuejin-Dajihuang: Lishi he Bijiao Shiye Xiade Shishi he Sibian [Büyük İleri Atılım ve Büyük Kıtlık: Tarihsel ve Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısıyla Olgular ve Düşünceler]. Greenfield Bookstore.

Sun, J. (2011). Guanyu Woguo 20 Shiji 60 Niandai Renkou Biandong Wenti de Yanjiu [1960’larda Çin’deki Nüfus Değişimi Sorunu Üzerine Bir Araştırma]. Marksizm Araştırmaları, 6, 62–75.

Sun, J. (2014). ‘Esi 3600 Wan’ de Zhongda Miuwu shi Zenyang Chansheng de?—Dui Yang Jisheng Xiansheng Liangpian Wenzhang de Dafu [‘36 Milyon Açlık Kurbanı’ Söylemi Nasıl Ortaya Çıktı? – Yang Jisheng’ın İki Makalesine Tanıt]. Hongqi Wengao [Kızıl Bayrak Elyazmaları], 2, 8–14.

Sun, J. (2016). Population China during China’s three years of difficulty, 1959–61. Contemporary Chinese Political Economy and Strategic Relations, 2(1), 453–506.

Tian Lao. (2008). Yi Wubanian Fukuafeng zhongde Zhao Ziyang Weili: Tantan ‘Gaochan Weixing’ de Chansheng Jizhi yu Siwang Renkou Shuzi Baxi [1958’deki Abartı Rüzgârında Zhao Ziyang Vakası: Abartılı Yüksek Verimin Üretim Mekanizması ve Ölümleri Sayma Oyunu Üzerine]. Ütopya. Son erişim tarihi 30 Kasım 2020, http://www.wyzxwk.com/Article/lishi/2009/09/42496.html.

Vukovich, D. (2011). China and orientalism: Western knowledge production and the PRC. Routledge.

Wang, H. (2006). Depoliticized politics, multiple components of hegemony, and the eclipse of the sixties. Inter-Asia Cultural Studies, 7, 683–700. https://doi.org/10.1080/14649370600983303.

Wang, S. (2014). ‘Zhengchang’ yu ‘Feizhengchang’ Siwang [‘Olağan’ ve ‘Olağandışı’ Ölümler]. Open Times. Son erişim tarihi 30 Mart 2015, https://www.guancha.cn/WangShaoGuang/2014_02_17_203031.shtml.

Wemheuer, F. (2019). A social history of Maoist China: Conflict and change, 1949–1976. Cambridge University Press.

Wen, T., & Xiaodan, D. (2019). De-dependency: China’s real experience of dissolving its first economic crisis. East Publisher.

Wertheim, W. (1995). Wild Swans and Mao’s Agrarian Strategy. China Review (Ağustos).

Yang, J. (2008). Mubei: Zhongguo Liushi Niandai Dajihuang Jishi [Mezar Taşı: Çin’in 1960’lardaki Büyük Kıtlığının Gerçek Tarihi]. Cosmos Books.

Yang, J. (2011). A response to Mr. Dikötter’s comment on Tombstone. Son erişim tarihi 6 Şubat 2012, https://insideoutchina.blogspot.com/2011/12/yang-rebuts-dikotter-on-famine-research.html.

Yang, J. (2013). Tombstone: The great Chinese famine, 1958–1962. Farrar, Straus and Giroux.

Yang, S. (2013). Zongyao Youren Shuochu Zhenxiang [Birileri Gerçeği Söylemeli]. Nan Hai Yayıncılık.

Yao, Q., & Song, X. (2011). ‘Zhengchang Siwanglv’ De Guoji Bijiao Fenxi [Uluslararası ‘Olağan Ölüm Oranları’ Üzerine Karşılaştırmalı Bir Tahlil]. Son erişim tarihi 6 Şubat 2012, http://blog.sina.com.cn/s/blog_48ad2c8a0100u 8br.html.

Mobo Gao

Adelaide Üniversitesi’nde (Avustralya) Çin Çalışmaları profesörüdür. Çin’in Geçmişi için Mücadele: Mao ve Kültür Devrimi adlı kitabının Türkçe çevirisi, 2021’de Patika Kitap tarafından yayımlanmıştır.

Lin Chun

Praksis Dergisi Uluslararası Danışma Kurulu üyesi Lin Chun, Londra İktisat ve Siyaset Bilimi Okulu’nda (LSE) Karşılaştırmalı Siyaset profesörüdür.

Baohui Xie

Adelaide Üniversitesi (Avustralya) Asya Çalışmaları bölümünde öğretim elemanı