Praksis Güncel

güncel tartışma platformu

Devletin propaganda aygıtına karşı: Boğaziçi Direnişinin ilk günleri

Bu içeriği paylaş:

Boğaziçi Üniversitesi’nde 4 Ocak 2021 günü başlayan direniş eski gücünde olmasa da devam ediyor. Bu direniş sırasında yaşanan deneyimler hem öğrenci hareketi hem de toplumsal muhalefet için önemli birikimler içeriyor. Üçüncü yılına girdiğimiz direnişin tam bir bilançosunu çıkarmak biraz zor ve uzun olsa da direnişin ilk günlerinde öğrenci hareketinin devletin ideolojik aygıtlarıyla girdiği bilek güreşini hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Hepimizin hatırlayacağı üzere 2021 yılının ilk günlerinde bir gece yarısı Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla Melih Bulu Boğaziçi Üniversitesi’ne Rektör olarak atanmıştı. Saray Rejiminin kayyum uygulamaları Kürt halkının iradesini gasp etmek için kullanıldığı gibi üniversiteleri iktidarın siyasi çizgisinde tutmak için de yıllardır kullanılıyordu. 4 Ocak 2021 günü Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin çağrısıyla kitlesel bir basın açıklaması yapılarak bu kayyum rejimine karşı güçlü bir itiraz yükseldi. Saray Rejimi tarafından eylemin üzerinden henüz birkaç saat geçmeden basın aracılığıyla “terörist eylemciler” propagandası yapılmaya başlandı. Belki de hiç kimsenin beklemediği kadar kitlesel ve güçlü geçen bu eylemin etkilerini kırmanın tek yolu onu kriminalize ederek halk desteğini arkasına almasını engellemekti. Bu stratejinin bir parçası olarak savcılık ve polis işe koyulmuştu ve yine ivedilikle sabaha karşı ev baskınları düzenlenerek “teröristler”, “provokatörler” gözaltına alınmış oldu. Tabii ki buradaki temel amaç eylemleri kriminalize ederek öğrencilerin birliğini parçalamaktı. Bu propagandaya hizmet etmesi için önce dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından şu açıklama yapıldı: “Üniversiteye girmeye çalışan, Boğaziçili olmayan, terörle iltisaklı illegal gruplara, izin vermeyen Türk Polisi, doğru yapmıştır”. Bu söylem yeterince ikna edici olamadığından meseleye Cumhurbaşkanı bizzat dahil olarak “Öğrenciler bu işin içinde değil, bu işin içinde olan teröristler var” diyerek bu propagandanın ikna ediciliğini artırmaya çalıştı.

Dayanışmanın gücü

Bu söylemin ve dava konusu olan “Toplantı, Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefet” ithamıyla yapılan ve hukuki olarak hiçbir şekilde uygun görülemeyecek onlarca ev baskının tek amacı birleşik mücadeleye girişen öğrenci hareketini bölmekti. Gezi Parkı eylemlerinden ve daha birçok eylemden aşina olduğumuz bu taktik bu sefer pek ikna edici olmamış olacak ki yine hükümet tarafından abartılı sayılar verilerek kanıtlanmaya çalışıldı. İçişleri Bakanlığından resmi olarak duyurulan ve toplamı yüzleri bulan sayılarla eyleme katılanların çeşitli gruplarla “iltisaklı” olduğu kanıtlanmaya çalışılıyordu. Bu propaganda geçmişte birçok kez işe yaramış olmasına rağmen bu kez neden işe yaramamıştı? Bu sorunun nesnellikle ilgili yanıtlarına baktığımızda iki nokta öne çıkıyor: Eylemlerin Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşmesinin hiç şüphesiz ki bu propagandayı boşa düşüren bir yönü vardı. Ayrıca Saray Rejiminin bu klasik taktiğinden usanmış olan geniş kesimler ilk başta bu söyleme hemen ikna olmak istemediler, bir de üstüne hükümet tarafından yapılan açıklamalar fazla abartılı olunca ikna edicilikten uzaklaştı. Yine de bu söylemin alıcısı her yerde olduğu gibi kamuoyunun bir kısmında ve Boğaziçili öğrenciler arasında da mevcuttu. “Aramızda provokatörler var” söylemi geniş bir kesim tarafından olmasa bile bazı öğrenciler tarafından konuşulan bir konuydu. İşte bu noktada öznel koşulların devreye girdiğini, yani başta eylemlerin öznesi olan Boğaziçi Dayanışması olmak üzere öğrenci hareketinin diğer öznelerinin hamleleriyle “Yaşasın Öğrenci Dayanışması” sloganı öne çıkartılarak bu söylem boşa düşürüldü. Bu “boşa düşürülme” durumunu çeşitli verilerle desteklemek mümkün, ancak yazıyı fazla uzatmamak amacıyla KONDA Araştırma Şirketi’nin Mart 2021 tarihinde yaptığı araştırmayı paylaşmakla yetineceğim. Araştırmanın sonuçlarına göre, toplumun %67’si öğrencileri haklı bulurken iktidar partilerinden AKP ve MHP’ye oy verenler arasında bile bu destek %50’nin üstünde:

Kaynak: Konda Danışmanlık ve Araştırma Şirketi (2 Mart 2021)

Öğrenci hareketinin yanıtı

Hükümetin devletin bütün araçlarını (yargı, basın, kolluk kuvvetleri…) seferber ederek izlediği stratejiye öğrenci hareketinin verdiği yanıta daha yakından bakmak istiyorum. Ev baskınları haberinin alınmasıyla hızlıca harekete geçen öğrenciler, siyasi iktidarın bu hamlesine karşı güçlü bir yanıt verilmesi gerektiğinin farkındaydı. Bunun için Boğaziçi Dayanışması tarafından çarşamba gününe bir çağrı yapılarak bütün öğrenciler eyleme davet edildi. Ancak ortada bir sorun vardı, iktidar ilk eylemde verilen güçlü görüntüyü kırmak için Sarıyer ve Beşiktaş ilçeleri içerisinde pandemiyi bahane ederek bir eylem yasağı getirmişti. Bu koşullarda yaratıcı bir hamleyle eylem çağrısı okulun içine alınmış ve ciddi bir örgütlenme sonucunda binlerce öğrenci Boğaziçi Üniversitesi Güney Meydan’da toplanmıştı. Gezi eylemlerinden aşina olduğumuz bir görüntüyle Boğaziçi’nde toplanan kitle alt kapıdan çıkarak Beşiktaş’a kadar sloganlarla yürümüş ve yasak ilan edilmemiş olan Kadıköy’de güçlü bir basın açıklaması gerçekleştirmişti. 40’tan fazla öğrenci gözaltındayken düzenlenen bu çapta bir eylem, öğrencilerin birliğini göstererek hükümetin söylemlerini boşa düşürmüş oldu. Böylece, ideolojik hegemonya savaşının ilk raundunu öğrenci hareketi ve Boğaziçi Direnişi kazanmış oldu. Ancak iktidar çeşitli sözcüleriyle kendi propagandasını yaymaya devam ediyordu. Bir yandan devletin zor aygıtlarını (polis, mahkemeler) kullanırken diğer yandan ideolojik aygıtlarla hareketi boğmak için her türlü hamleyi yapıyordu. Bu noktada öğrenci hareketinin sahiplendiği söylem “Bu mesele sadece Boğaziçi meselesi değil, bütün üniversitelerin meselesidir hatta bir kayyum rejimi meselesidir” oldu. Bir yandan eylemlerin kriminalize edilmesinin önüne geçilirken diğer yandan demokrasi mücadelesi veren diğer öznelerle de bir ortaklaşma sağlanmıştı. Ertesi gün, iki günü aşkın süredir gözaltında tutulan öğrenciler serbest kaldığında Çağlayan adliyesinde yapılan açıklamaların tamamında tek bir vurgu vardı: “Biz farklı üniversitelerden gelen öğrenciler olarak beraber mücadele ediyoruz. Yaşasın öğrenci dayanışması!”

İktidarın söyleminde açılan gedik

Kararlı mücadele ve öğrencilerin birliği vurgusu iktidarın söyleminde bir gedik açmıştı ve Boğaziçi Direnişinin eksiğiyle doğrusuyla bu kadar uzun erimli bir mücadele haline gelmesinde bu ilk günlerde atılan tohumların, yani belirlenen teorik ve pratik hattın önemi büyüktür. Bu hattın hayata geçirilmesi esas olarak pratik eylemliliklerle sağlanabilirdi. 4 Ocak Boğaziçi Güney Kapı, 6 Ocak Kadıköy ve 1 Şubat Rektörlük Önü eylemleri öğrencilerin birliğinin kitleselleştiği örneklerdir. Karl Marx’ın “…maddi bir güç ancak maddi bir güçle devrilebilir; ama teori de, kitleleri kavradığı zaman maddi bir güç haline gelir.” (s.201) sözünü hatırlayarak, öğrenci hareketinin birliğinin bu örneklerdeki gibi ancak pratik eylemlilikle başarılabileceğini söyleyebiliriz.

Sonuç olarak, geçmişte öğrenci eylemlerini kriminalize etmekte birçok başarı elde eden propaganda aygıtı,  Boğaziçi Direnişinin ilk günlerinde etkisiz kalmıştı. Bunun en büyük nedeni öğrenci hareketinin meseleyi Boğaziçi özeline sıkıştırmaması ve eyleme diğer üniversitelerden katılan öğrencilerin kriminalize edilmesinin önüne set çeken söylem ve pratikleriydi. Yakın geçmişteki eylemliliklerin birçoğunda bu birlik korunmadığı oranda iktidar çeşitli zor ve rıza araçlarını kullanarak eylemleri pasifize etmeyi başarmıştı. Ancak iktidarın söyleminde gedik açıldığı oranda pratik mücadelenin gelişimi sağlanabilmişti. Her ne kadar bugün gerçek anlamda bir başarıdan ve kazanımdan bahsedemesek de farklı biçimler alarak ve büyük özverilerle devam eden Boğaziçi Direnişinin ilk günleri, özellikle öğrenci hareketi için önümüzde bir mihenk taşı olarak duruyor ve propaganda aygıtına karşı bize önemli bir deneyim sunuyor.

Burak Çetiner

Lisans eğitimini İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü'nde tamamladı. Doktora çalışmalarına devam etmekte olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nin Endüstri Mühendisliği Bölümü'nde yüksek lisans yaptı. 2021 yılından bu yana Marmara Üniversitesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Araştırma konuları arasında Hesaplamalı Sosyal Bilimler, Sistem Simülasyonu ve Sistem Dinamiği sayılabilir.